Feynman, Öğrencilere Neden Disiplinsiz ve Saygısız Olmalarını Öğütlemiştir?

Ünlü fizikçi Richard Feynman, kendisine dersleri hakkında mektup gönderen ve mektubunda "disiplinli çalışmıyorum" diyen bir öğrencinin mektubuna cevap olarak ilginç bir nasihatte bulunmuş.
Feynman, Öğrencilere Neden Disiplinsiz ve Saygısız Olmalarını Öğütlemiştir?

aslı "study hard what interests you the most in the most undisciplined, irreverent and original manner possible" şeklinde olan, türkçe çevirisi ise "en çok ilgi duyduğun şeye mümkün olan en disiplinsiz, en saygısız ve en kendine has biçimde çalış" olan bir öğüt vermiş richard feynman, öğrencilerine.

feynman'ın bu cümlesi aslında kendisine dersleri hakkında mektup göndermiş ve mektubunda "disiplinli çalışmıyorum" diyen bir öğrencinin mektubuna cevap olarak gönderdiği başka bir mektupta geçiyor.

peki bu adam neden böyle bir öğütte bulunmuştur? neden kendi öğrencisine disiplinsiz ve saygısız olmasını salık vermiştir?

feynman'ın konuşmalarını ve hayat görüşünü biraz incelediğimiz zaman bu cümlenin sebebini anlamak pek de zor değil. feynman bizim zihnimizdeki "dahi bilim adamı" tiplemesinin gerçekliğine inanmayan, kendisinin abartılacak bir zekaya sahip olduğunu düşünmeyen ve hayatı boyunca ne başardıysa sıkı ve doğru çalışmasından dolayı başarabildiğine inanan bir insan.

feynman'ın 13 yaşında girdiği bir iq testinden "güzel ama öyle abartılacak kadar da değil" şeklinde yorumlanabilecek bir skor olan 124 puan alması üzerine epeyce tartışılır. genellikle bu konuda yorum yapanlar "o iq testi matematik zekasını ölçmemiştir normalde feynman çok zeki matematikçi" şeklinde yorumlar ve iq testinin hatalı olduğunu savunurlar. feynman'ın kendisi ise konuşmalarında bu skoru aldığını dile getirir ve testin doğru olduğunu söyler. hatta kendisinin "önemli olan nobel ödülü kazanmak değildir. önemli olan 124 iq ile nobel ödülü kazanmaktır" şeklinde bir sözü bile vardır.

bu konuda isterseniz 48 saniyelik şu konuşmasını izleyebilirsiniz:


videonun türkçe altyazısı olmadığı için çevirisini bırakayım:

"bana sıradan bir insanın çok çalışarak bu tür şeyleri tıpkı benim hayal ettiğim gibi hayal edip edemeyeceğini sormuştunuz. tabii ki! ben de çok çalışan sıradan bir insandım. mucize insan diye bir şey yoktur. bu kişiler sadece belirli bir konuya ilgi duyan ve bu sebepten o konuyla ilgili her şeyi öğrenen insanlardır. onlar da sadece insanlar işte. pratik yapmadan, okumadan, çalışmadan ve öğrenmeden kuantum mekaniğini anlamayı ya da elektromanyetik alanları hayal etmeyi sağlayan mucizevi yetenek gibi şeyler yoktur. yani özetle eğer düşünmek, çalışmak, işin matematiğini öğrenmek gibi şeyler için zamanının büyük kısmını feda edebilen sıradan bir insan varsa, o kişi zaten bir bilim insanı olmuştur"

yani özetle feynman'a göre çok çalışmamız gerektiğini biliyoruz.

peki disiplinsiz ve saygısız çalışmak ne demek ki?

bu öneriyi yalnızca feynman'ın değil, aksine feynman'ın ligindeki bütün insanların farkında olarak veya olmadan uyguladığını düşünüyorum.

şimdi düşünelim.

arşimet, newton, einstein ya da feynman gibi önemli işler yapmış insanların her birinin ortak özelliği bu kişilerin çalıştıkları konulara derin bir istekle ve tutkuyla çalışıyor olmaları. bu insanlar bu işleri "ben bunları yapayım da para kazanayım" gibi bir motivasyonla değil, sadece ve sadece o işleri merak uyandırıcı ve keyifli buldukları için yapan insanlar.

bu insanların merak duyma özelliklerini aslında biz de taşıyoruz ve insan olduğumuz için bizler de bu konuları aslında ilginç buluyoruz. mesela her birimiz hayatımızın belirli bir noktasında "sonsuzluk ne demek ki acaba?" diye düşünmüş ve kendimizce bir fikir üretmeye çalışmışızdır. sonsuzluk matematiğin bir konusudur ve matematiksel olarak incelenir.

şimdi lisede girdiğiniz dersleri ve kümeler ya da fonksiyonlar konularını nasıl öğrendiğinizi bir düşünün. dersler belirli bir düzen ve müfredata uygun biçimde başlıyor, sanki bina inşa ediyormuşuz gibi kademe kademe ilerliyor ve bizim o merak ettiğimiz "sonsuzluk ne ki acaba?" konusuna gelene kadar bizleri çoktan bu konudan soğutmuş oluyor. bu ders sırasını ve müfredatı takip ederken ilk başta görmek istemediğimiz, merak etmediğimiz ve ilgimizi çekmeyen, neden öğrendiğimizi bile bilmediğimiz veya anlayamadığımız şeylere günlerce maruz kalıyor, sonunda da merak ettiğimiz konuyu da merak etmediğimiz konularla birlikte "bu çok sıkıcı bir şey" kategorisine sokuyoruz. kademe kademe ilerlerken bizlere zaman ve fırsat tanınmıyor, bir şeyleri kendi başımıza yapmaya ya da anlamaya çalışmak için alan verilmiyor ve her şeyi usulüne uygun öğrenmeye teşvik ediliyoruz. buna maruz kaldığımızda ise bizlere bu konular zor geliyor ve suçu ya kendimizde ya da merak ettiğimiz konuda buluyoruz.

ancak ne feynman, ne einstein ne de benzeri insanlar çalışırken bu tarz bir yöntem izliyorlar.

biyografilerini okuduğumuzda bu kişilerin merak ettikleri bir konuyu öğrenirken izledikleri ortak bir yol görürüz.

bu insanlar henüz lise çağlarındayken boylarından büyük meseleler hakkında merak dürtüsüne kapılıp o meseleleri düşünmek ve o meseleleri anlayabilmek için çaba göstermiş, ancak bunu yaparken "bu şey çok karmaşık, benim ne haddime?" tutumunu sergilememiş kişilerdir. toplumun geneli bir konuyu öğrenmek istediğinde, mesela kuantum fiziği üzerine çalışmak istediğinde "önce matematiğimi ve temel fiziğimi geliştireyim sonra kuantum fiziği öğrenirim" kafasıyla düşünürken, bu insanlar bu tarz şeyler üzerine çalışmak istediklerinde konuya bodoslama dalıyorlar.

bu konu hakkında mutlaka "iyi de bu neden iyi bir şey olsun ki? cahil cesareti değil mi bu?" sorusu sorulacaktır.

bunun iyi bir şey olmasının sebebi, bu işi yaparken insanın yetersizliklerini görme ve konuları geliştirebilmek için motivasyon kazanma imkanına erişmesidir.

örneğin biz okuduğumuz şeyler vasıtasıyla kuantum fiziğinin ne kadar sıra dışı ve merak uyandırıcı olaylar barındırdığını gördük ve kuantum fiziği öğrenmek istediğimize karar verdik. bunun için bir araştırma yaptık ve neler bilmemiz gerektiğini öğrenerek kendimize belirli bir yol haritası çizdik. bu yol haritasına belki yıllarca çalışıp öğrenmek için çaba sarf edeceğimiz diferansiyel denklemler, analiz, istatistik, lineer cebir, dalga mekaniği, optik, klasik mekanik gibi saymakla bitmeyecek konular ekledik ve çalışmaya başladık.

bu noktada şu problemle karşılaşıyoruz.

diferansiyel denklem çözmeyi öğrenmek o kadar uzun zaman istiyor ve bizi yoruyor ki, bu işe en başta neden başladığımızı unutuyor ve motivasyon kaynağımızı kaybetmeye başlıyoruz. motivasyon kaynağımızı unutmak azmimizi kırıyor ve gittiğimiz yolu zorlaştırıyor. bir noktadan sonra neden diferansiyel denklemlere ihtiyaç duyduğumuzu önemsemiyor ve çoğunlukla bu işten soğuyoruz.

şimdi bunların hepsini bir kenara bırakıp plan program yapmadan, yani bir konu üzerine sırf meraktan disiplinsizce çalıştığımız bir çalışma modelini ele alalım.

gidip kendimize bir kuantum mekaniği kitabı alıyoruz ve okumaya başlıyoruz. kitabı okurken karşımıza anlayamadığımız şeyler çıkıyor. örneğin çok merak ettiğimiz olasılık bulutu kavramını öğrenmeye çalıştığımız noktada okuduğumuz şeyi anlayamıyor ve eksik olduğumuzun farkına varıyoruz. bu eksikliğimizi giderebilmek için olasılık çalışmaya başlıyor ve çalışmamızı sürdürürken öğrendiğimiz her yeni bilgide "heee! demek ki ben o kısmı bunu bilmediğim için anlamamışım!" tepkisi vererek işe başlama motivasyonumuzu koruyoruz. bu bilgiyi öğrendikten sonra kafamızda ilgimizi çeken konuyu biraz daha sağlam zemine oturtmuş, dolayısıyla "ben kuantum fiziği öğreneceğim" hedefimizde yol kat ettiğimizi hissetmiş oluyoruz. bu his bizi daha da teşvik ediyor ve ilerledikçe bilmediğimiz daha çok konuyla karşılaşıyoruz. mesela olasılığı anladıktan sonra karşımıza dalga mekaniği ile ilgili anlamadığımız yerler çıkıyor ve biz olasılık öğrenirken yaptığımız şeyin aynısını tekrar dalga mekaniği öğrenirken yapıyoruz. böyle böyle ilerleyerek sonunda bir feynman oluyoruz. olamasak bile hiç değilse pes etmemiş oluyoruz.

bu durumda disiplinsiz çalışmak bize aslında bizim de feynman kadar sahip olduğumuz merak tutkusunu tıpkı feynman gibi koruyabilme imkanı sağlıyor.

ikinci bir mesele ise saygısızca çalışmak.

bu konu bana kalırsa öğrenmekten çok öğrendiklerini kullanabilme yeteneğini geliştirebilmekle ilgili.

insanların büyük çoğunluğu istemsiz de olsa toplumda saygı gören ve önemli işler yapmış kişilerin fikirlerinin sarsılmaz dayanak noktaları olduğunu ve o fikirleri benimseyerek düşünmeleri gerektiği kanısına sahip olur. örneğin newton gelmiş geçmiş en zeki insanlardan biridir ve insanlığa inanılmaz büyük katkılarda bulunmuştur. bu sebepten fizik öğrenen ve uygulayan insanlar newton'a büyük saygı duyar ve newton'ın fikirleri ekseninde düşünme çabasında olur.

einstein hariç.

einstein'ın yaşadığı dönemde newton sağduyuya uygun bir görüş olduğunda zaman dediğimiz kavramın evrende sabit olduğunu ve herkes için aynı şekilde işlediğini söylemiştir. fizik dünyasını baştan yaratan bu adamın fikrini kimse sorgulamamış, fizik öğrenirken kendisine söylenen "zaman sabittir" cümlesine saygısızca "ya öyle değilse?" cevabını vermemiştir. einstein ise öğrenirken ve öğrendiklerini yorumlarken "ya öyle değilse" sorusunu sorabildiği, yani aslında birçok kişi tarafından benimsenmiş bir sisteme karşı çıktığı için einstein olabilmiştir.

fikirlerin dünyasında sarsılmayacak kadar tutarlı hiçbir düşünce, yıkılmayacak kadar sağlam hiçbir sistem yoktur. çünkü sistemler her ne kadar inanılmaz başarılara imza atmış insanlar tarafından kurulmuş olsalar da neticede insanlar tarafından kurulmuşlardır ve insanlar her kim olurlarsa olsunlar hata yaparlar. insanlar tarafından kurulmuş düşüncelerde mutlaka tespit edip düzeltilmesi gereken hatalar vardır ve bu sistemlere saygı duymak demek bu sistemlerin hatasını aramamak, yani hatalar karşısında göz kapatmak demektir.

bu sebepten feynman kendisine kendi dersleri hakkında mektup gönderen öğrencisine disiplinsiz ve saygısız olmasını nasihat etmiştir. çünkü ona göre mucize insan diye bir şey yoktur ve öğrenmenin yolu sahip olduğumuz merak dürtüsünü koruyabilmekten geçer.

bu nasihat günümüzde de geçerliliğini korur.