Fiziksel Engelli Bir Kadının, Engellilerin Cinsel Hayatı Üzerinden Yaptığı Çarpıcı Bir Toplum Eleştirisi
bizde ciddi meseleler, eğri oturup doğru konuşalım diyerek konuşulmaya başlanır, ben de öyle başlayacağım. itiraf etmeliyim ki, kas zayıflığı nedeniyle sırtımın sağ tarafında skolyozum olduğu için ilk şartı sağlamak zor olmadı, ikinci şart daha zor, ama birilerinin bunu göze alması gerekiyor.
gerçekten ciddi bir mesele bu. bilirsiniz, türkiye’de ciddi meselelerle en iyi onları yok sayarak baş ederiz. üzerinde konuşmadığımızda, düşünmediğimizde, bu konuyla ilgili gelen bütün geribildirimleri değersizleştirdiğimizde, meselenin ortadan kalktığını düşünürüz. oysa mesele oradadır, biz sadece gözlerimizi kaçırmaktayızdır. şimdi sizden biraz bu zamana kadar engelli bir kişiyle göz göze geldiğinizde kaçırdığınız gözlerinizi, engeli olan ya da olmayan her birey için bu ülkede “tabu” olarak görülen bir konuya sabitlemenizi isteyeceğim, ama önce biraz kendimden bahsedeyim.
ben tekerlekli sandalye kullanan, fiziksel engelli bir kadınım. 29 yaşındayım. vücudumda en çok saçlarımı, yüzümü, ellerimi ve göbeğimi beğenirim. birkaç sene öncesine kadar ise, vücut şeklimin, zayıflığımın, kamburluğumun, oturma pozisyonundaki belimin çukurunun, kas zayıflığımdan kaynaklanan yavaş ve kısıtlı hareketlerimin ve kullandığım tekerlekli sandalyenin herhangi bir şekilde güzel sayılabileceğini düşünmemiştim. güzellik hep başka şekilde gösterilmişti ve baktığımda tek gördüğüm şey, o güzel’e ne kadar uzak olduğumdu. uzun bir süre, bu uzaklıktan başka bir şeye odaklanamadım. lisede sevgilim olmamasını da, üniversitede sevişmememi de, mezun olunca evlenmememi de hep aynı uzaklığa bağladım. ben, toplumdan aldığım mesajı hiç sorgulamadan kabul ederek, sevip sevilebilir, beğenilebilir, sevişebilir ve evlenebilir biri olmadığımı düşündüm. bunu nasıl böylece kabullendiğim, benim kişisel olarak anlamaya çalıştığım bir kısım, ama belki beraberce toplumun bana bunu nasıl düşündürdüğünü anlayabiliriz.
evet. bu noktada birkaç sorum olacak, ben açıkça soracağım, sizden de cevapları verirken kendinize açık olmanızı istiyorum. çevrenizde gördüğünüz engellilerin ne kadarında, sahip oldukları engelin ötesini görebildiniz – yoksa tek değerlendirmenizi engellerine göre mi yaptınız? “engelli olmasa ne kadar güzel” mi dediniz mesela? bu kişilerin, başka herkes gibi okula gitmelerini, işe girmelerini, sosyal bir hayatlarının olmasını desteklediniz muhtemelen, ama ne kadarının sevgilisinin olabileceğini, sevgili oldukları kişilerle birçok şey paylaşabileceklerini, karşılıklı olarak birbirlerini destekleyebileceklerini düşündünüz? engelli birini herhangi bir engeli olmayan birinin yanında görünce bunu ne kadar doğal karşıladınız? o iki kişiyi birbirine ne kadar yakıştırdınız – yoksa nasıl olup da birlikte olduklarına dair tahminler mi yürütmeye çalıştınız? kendinizi engelli biriyle sevgili olarak ne kadar hayal ettiniz? ailenizin engelli biriyle sevgili olmanız durumunda vereceği olası tepkilerle baş edebileceğinize ne kadar inandınız? engellilerin cinsel isteklerinin ve yaşamlarının olduğu ne kadar aklınıza geldi – yoksa cinselliğin engelliler için bir “lüks” olduğunu mu düşündünüz? engele bağlı bazı kısıtlılıkların varlığında da sevişilebileceğini, sevişmekten keyif alınabileceğini, sevişmenin yalnızca tek bir yolunun olmadığını, yalnızca cinsel organların birleşmesi anlamına gelmediğini ve tek amacının da çocuk yapmak olmadığını ne kadar kabul edebildiniz? romantik ilişkilerin ve cinselliğin görmek, duymak, konuşmak, yürümekten bağımsız olduğunu, ancak doğrudan veya dolaylı olarak verdiğiniz mesajlarla bunları birbirlerine bağlıymış gibi gösterdiğinizde, engellilerin hayata katılımını bir de bu yönden kısıtladığınızı ne kadar fark edebildiniz? bunları fark ettiğinizde kendinizi aynı şekilde düşünmeye devam etmekten ne kadar alıkoyabildiniz?
cinsellik meselesini engellilik bağlamından çıkardığımızda da durumun hiç iç açıcı olmadığını biliyorum. bu ülkenin, kendi kararlarını alabilen, kendi hatalarını yapıp bunun sorumluluğunu taşımayı kabul eden, hayattan keyif alabilen, eğlenceyi, mutluluğu, sevgiyi hak ettiğine inanan ve bunlara hayatında yer vermeye çalışan insanlara tahammülünün olmadığını da… ülkenin bu karanlık kısmını hep beraber değiştireceğimizi de… tam da burada başlıyor derdim. birçoğunuzun engellilerin de kendiniz için savunduğunuz isteklere, ihtiyaçlara ve haklara sahip olduğunu fark etmediğinizi, engellilik, romantik ilişkiler ve cinsellik konusunu bir arada hiç düşünmediğinizi ve bunların sosyal hayata katılım ve bağımsız yaşamla ilgisini hiç kurmadığınızı tahmin ediyorum. bu zamana kadar yaşadıklarım ve başka engellilerin yaşadığını bildiklerim de bu tahminimi destekliyor.
fiziksel durumumun, güzelliğimin önündeki bir “engel” olduğunu ilk olarak ortaokulda en yakın arkadaşlarımdan birinden duyduğum “engelli olmasaydın sınıfın en güzel kızlarından biri olabilirdin” cümlesiyle fark ettim. henüz bu yorumun “normallik” ve “toplumsal roller” üzerinden sorgulamasını yapabilecek bir dünya görüşüne sahip değildim ve bunu olduğu gibi kabullendim. böylece, kendisi de bir kadın için tek güzelliğin toplumsal normlara uyan güzellik olduğunu öğrenmiş olan ve belki kendisini de bambaşka şekillerde o normlardan uzak hisseden bir arkadaşım tarafından söylenmiş bu sözle birlikte, sahip olduğum bedenle mutlu olmamanın, kendime güvenmemenin, başkalarından hep farklı ve eksik hissetmenin, istediklerime ulaşabilecek yeterliliği kendimde görmemenin, değiştiremeyeceğim şeyleri kabul edip hayatıma devam edememenin ve değiştirebileceklerim üzerinde çabalayamamanın yolunu açmış oldum. daha sonrasında, benzer şeyleri en yakınımdaki kişilerden hiç tanımadığım insanlara kadar herkesten duymaya devam ettim. yeni evlenmiş, ailesi zengin bir engelli kadın için benim yanımda “zenginler tabii, yoksa kim evlenir onunla?” diyen akrabalarım, çevremdeki her bekar kadına birilerini ayarlamaya çalışan, ama her defasında beni unutan arkadaşlarım, fiziksel engelli olduğumu öğrenince benimle flörtleşmeyi bırakan internette tanıştığım erkekler, “bu halde olmasan kimbilir neler yapıyor olurdun?” diye soran tanımadığım adamlar (ki, bunu neresinden tutsam elimde kalıyor! yalnızca bu cümleyle ilgili, cinsiyet ve engelli ayrımcılığıyla başlayıp, sözlü cinsel tacize uzanan bir yazı yazılır aslında)… hepsi ve daha fazlasının bana hissettirdiği en önemli şey, benim bu toplumda cinsiyetsiz bir çocuk olarak kalmak zorunda olduğumdu.
bir kadın olarak iyi bir mesleğe sahip olmamın, şu anda çalışıyor ve türkiye’nin en iyi üniversitelerinden birinde doktora yapıyor olmamın, görece iyi bir edebiyat ve sinema takipçisi olmamın, felsefeden ve bilimden keyif alıyor olmamın bu toplumda zaten önemi yoktu. zeka ve entelektüellik erkeklerin alanıydı, kadınlar giyinmeli, süslenmeli, iyi görünmeli, mutfakta ve yatakta iyi olmalıydı. tekerlekli sandalyesinde oturan bir kadın ise giyinip de ne yapacaktı? güzel görünecek durumda değildi… hem zaten ellerini, kollarını, bacaklarını kullanamazdı, o zaman mutfakta ve yatakta hiç şansı yoktu. ona bakan, her işini yapan iyi bir ailesi varsa şanslıydı, arada bir arkadaşlarıyla dışarı çıkıyorsa daha ne isterdi, bir de okumuş, meslek sahibi olmuşsa kahramandı, ondan ötesi yoktu. gördüğünüz gibi, kimsenin inkar ettiği yoktu. engelliler de insandı, hatta bazen muhteşemlerdi. yalnızca ailelerinden ayrılması, yaşamlarını bağımsız sürdürebilmesi, sorumluluklar alması, hatalarla yüzleşmesi, başkalarının yapıp yapamayacakları üzerinde bir kere bile düşünmeden yapıp keyif aldığı şeyleri yapabilmesi mümkün değildi. kısaca engelliler yetişkin olamazdı...
buradaki sorun, bağımsız yaşamın, şenliklerle kutlanacak bir başarı değil, temel insan haklarından biri olduğunun ve gerekli düzenlemeler yapıldığında kolaylıkla sürdürülebileceğinin farkında olunmaması aslında. özetle, toplumda var olan önyargıların, fiziksel erişilebilirlikteki sıkıntıların, eşit ve bağımsız yaşamı sağlayacak yasal düzenlemelerin eksikliğinin, engellilerin yetişkin birer birey olarak topluma dahil olmasının önüne geçtiğini söylüyorum. bunu dile getirdiğim bazı ortamlarda, bu toplumda gerçekten kimin yetişkin birer birey olarak topluma dahil olabildiğine dair ortaya çıkan sorgulamalara yürekten katılmakla beraber, başkalarının bu ayaklanmayı henüz gerçekleştirmemiş olmasının, biz engellerinin de gerçekleştiremeyeceği anlamına gelmediğine inanıyorum.
peki, bağımsız yaşam gibi hayatın her alanını içeren bir felsefeyi açıklarken neden cinselliğin önemini vurgulayarak başladığımı soracak olursanız, cinselliğin, hayatımızdaki en özel bölge olduğunu ancak, engellilerin fiziksel ve toplumsal engeller nedeniyle, o bölge üzerinde bile söz hakkına sahip olamadıklarını söyleyebilirim. bazı batı ülkelerinde var olan “kişisel yardımcı” sisteminin bu ülkede gelişmiş olmaması nedeniyle, ailemden ayrı bir birey olarak, onların onaylayacağı ya da onaylamayacağı, ama onlardan ayrıldığımı hissettirecek, bu ayrılıkla baş etmemi sağlayarak beni büyütecek yaşantılarımın olduğunu çok hissedemedim. olduğu zamanlarda ise, genellikle üzerinde düşünmemeyi ve olan her şeyi yok saymayı tercih ettim, çünkü ailemden ayrılma fikri, ayrılırsam nasıl yaşayacağımı bilemediğim için her zaman inanılmaz korkutucu geldi. çocuk kalmak derken, yetişkin olamadım derken, topluma dahil olamadım derken tam da bunu ifade etmek istiyorum. ailemden ayrı olma şansı toplumun engelliliğe bakışı nedeniyle bana hiç verilmedi. bana bunu vermek, ailemin aklına bile gelmedi. ben ancak yetişkince yapabildiğim birçok şeyin yanında ne kadar çocuk kaldığımı fark ettikten sonra bu hakkımı savunabilmeye başladım. savunduğum bağımsız yaşam hakkının, öyle şeker pembesi, simli, yaldızlı bir şey olmadığını daha yolun en başında fark ettim. neredeyse korkudan aklımı kaçırmama neden olabilecek şeyler de yapabileceğimi, elimdeki fırsatı her zaman en iyisi için kullanmak zorunda olmadığımı, her zaman başkaları tarafından korunmaya alışmış biri olarak, bunun sorumluluğunu üstlenmenin kolay olmadığını gördüm. yalan değil, peter pan’ın ülkesinde olmayı, hiç büyümemeyi istedim. uzun bir süre de başardım. zaten beğenilir biri değildim, zaten benimle uzun süreli bir ilişkiyi kimse istemezdi, zaten kendimi ve yapmak istediklerimi keşfetmemi sağlayabilecek bağımsızlığım yoktu. o zaman neden bütün büyüme riski göze alınsın ki dedim.
ama her açıdan büyümediğimde hayatın devam etmediğini gördüm.
hep birlikte büyüyebildiğimiz bir toplum dileğiyle…