Fransız Sinemasından Nefret Edenleri Yolundan Döndürecek Güzellikte 10 Fransız Filmi

Fransız filmlerini fazla ağdalı ve ilişki kurulamaz mı buluyorsunuz? Ağır çekimler ve kuru anlatı içinizi mi bayıyor? Buyrun, bu 10 filmle güzel bir Fransız filmi detoksu yapın.
Fransız Sinemasından Nefret Edenleri Yolundan Döndürecek Güzellikte 10 Fransız Filmi

hal ve gidiş sıfır (1933, jean vigo)

1932'de çekilmiş leziz bir jean vigo filmi. filmin sonradan birçok filmde kopyalanmış sahneleri var, bazıları; çocukların hep fasülye yemekten bıkmaları sonucu isyanları, tabakları birbirlerinin suratlarına atmaları, geziye çıktıkları şaşkaloz öğretmeni ekip bir yol ayrımında firar etmeleri, okul idaresine ve pedere gayet de planlı olarak meyve ile saldırmaları... filmin esin kaynağı yönetmenin çocukluğunda benzer okulda yaşadıklarıdır. hükümete bir saldırı olarak değerlendirilen film 1945'e kadar yasaklanmıştı.

bir taşra papazının günlüğü (1951, robert bresson)

yüzleşme cesaretini gösterebilen, fakat ne ile yüzleştiğini bilmeyenler ırkına mensup bir rahibin iç yolculukları. filmdeki sahneleri ara sıra hatırladıkça rahibin iştahsızlığına ironik olarak filmi izlemeye iştahlanıyorum hep. özellikle rahibin motosiklet üzerindeki çocukça neşesi ve o neşenin sürüklediği düşüncelere daldıkça her zamanki hüznüne tekrardan büründüğü sahne zihnimden hiç çıkmıyor.

"gizli günahlarımız başkalarının soluduğu havayı zehirliyor."

işte bu yüzden hasta rahip. bu yüzden hep hasta entelektüeller. çünkü onlar yüzleşebilenler, bütün zehirlerin tadına bakanlardır, gizli günahların izini takip ederken gerçeği ifşa etmek için.

hiroşima sevgilim (1959, alain resnais)

aşk, unutmak, özlemek, tutku, savaş, işkence, acı... bunların hepsini, hatta daha da fazlasını barındıran bir film. açılış sahnesinde, savaşın lanet sonuçları sağlam bir tokat atar seyirciye. bunun nedeni görmeye alışık olduğumuz savaş görüntüleri değil, filmin şiir gibi akıp giden anlatımıdır.

film anlatmak istediklerini, barış temalı bir film çevirmek için hiroşima'ya gelen fransız aktris ve japon mimarın hayatları üzerinden anlatır bize. farklı hayatları olsa bile, çektikleri acılar bir yandan da benzerdir ve bunların nedeni savaştan başka bir şey değildir. filmin sonlarına gelindiğinde, ne olacağını iyice merak edersiniz. kadın ve adam arasındaki ilişki nasıl sonuçlanacaktır? ayrılık mı, değil mi? söyleyecek değilim, seyretmek lazım...

mutluluk (1965, agnes varda)

alışılagelmiş mutluluk anlayışını sarkastik bir biçimde ele alan güzel bir agnes varda filmidir.

mutluluğu resmederken bol neşeli müzikler, çiçekler, piknikler, gülen oynayan çocuklar, bol gün ışığı, birbirini seven anne baba figürü kullanmış agnes varda. karakterler sevginin bir kişiyle sınırlı kalamayacağını ve başka kişilerde başka yönler bulunup aşık olunabileceğini ifade eder. bir erkek, iki kadında farklı çekici yönler bulur ve ikisine de aşık olduğunu iddia eder. evcimen ve sakin karısı bir yanda, daha asi bir kadın bir yanda... ancak işin komik tarafı, bir trajediden sonra o asi kadın da tamamen evcimen ve cefakar ‘evin anası’ rolüne bürünür. mutluluk kavramı yine baba, küçük çocuklar ve fedakar anneden oluşan aileye dönmüştür. kadının rolü ya erkeğe kendini adayan sakin kadın ya da erkeği baştan çıkaran femme fatale olarak belirlenmiştir. ama kadın eninde sonunda evinin hanımı olmuştur. mutluluk bu mudur cidden?

kutsallaştırdığımız aile kavramı=mutluluk mudur?

burjuvazinin gizli çekiciliği (1972, luis bunuel)

1972 yılı yapımı ispanyol yönetmen luis bunuel‘in oscar kazanan başyapıtı. burjuvazi ekseninde gelişen olayların karamizah tadında sürrealist bir bakış açısıyla yorumlandığı aşikardır. luis bunuel, burjuvazinin giz(em)li çekiciliği ismini kullanırken negatif bir yükleme değil olumlu bir başlık kullanıyor ve bu başlık altında kendi çiçeklerini sunmayı rahatlıkla başarabiliyor.

penceredeki kadın (1981, françois truffaut)

hastalıklı bir aşk hikayesini konu edinen bir françois truffaut filmi. aynı zamanda truffaut'nun izlediğim tek renkli filmidir. trajik aşkların konu aktörü gerard depardieu'yu yine bir hatuna sırılsıklam aşık izliyoruz. ama hatunda da bir femme fatale tribi var; olayı trajik yapan da, hastalıklı yapan da bu işte!

jean de florette (1986, claude berri)

yerli sanat sinemamızın çapaklarından arındırıp batı festivallerine kusursuz bir hediye paketi olarak sunduğu taşranın gerçekte ne olduğunu, taşrada yabancı olmanın nasıl bir cehennem olduğunu son derece etkileyici bir görsellik ve şiirsellikle anlatan gerçek bir klasik.

oyunculuk performansları için methiyeler düzülebilir. kusursuz kambur, hırslı ve inançlı kentli gerard depardieu, ama özellikle kentli karakterlerine alışık olduğumuz daniel auteuil'ün çizdiği cahil ama kötücül köylü karakteri büyüleyici. asıl methiye ise görüntü yönetmenine ve kurgucuya ait. uzun süredir bir filmden böylesine sinematografik bir haz almamıştım.

camille claudel (1990, bruno nuytten)

camille claudel'in hayatını anlatan, başrolleri isabelle adjani ve gerard depardieu'nun paylaştığı 1988 bruno nuytten yapımı, etkileyici film. bu filmde rodin'i anlamak gerçekten çok zordur. camille'nin tutkusu da, kendisinin eserlerinin neden bu kadar etkileyici olduğu sorusuna cevap olucaktır.

gadjo dilo (1997, tony gatlif)

cast seçimi bu kadar doğru film azdır herhalde, film izlemiyor da tanık oluyorsunuz duygusu bu kadar başarılı verilemezdi... deli gaco rolündeki romain duris o kadar sade, o kadar saf; sabina rona hartner da o kadar güzel, o kadar yosma ve o kadar buğulu bakabilir. film bittiğinde, film dünyasından öyle kopmuşum ki herhalde evlenmişlerdir, acaba düğünleri nasıl olmuştur diye düşünüyordum. ayrıca kusturica'nın bütün kadınları bir araya gelseler hayatta sabina gibi göbek atamazlar!

alev almış bir genç kızın portresi (2019, celine sciamma)

filmdeki sahnelerin hemen hepsi sanat eseri ağırlığında, çok iyi çekilmiş, renkler, fotoğraflar muazzam ama bana kalırsa filmi bulunduğu noktaya çıkaran şey esas olarak bir aşk hikayesini erkek egemen sinema dilinde hakim olan, bedenin bir arzu nesnesi olarak kullanılageldiği klasikleşmiş aşk ya da erotizm anlatısına başvurmadan, bambaşka duygulara dokunarak verme yenilikçiliği.

son yıllardaki çoğu lgbti filminden daha farklı, erkek egemen bakış açısını altüst eden, belki konusuyla değil ama işleniş biçimiyle tüm benzeri filmerden daha yukarıda bir film.