Günümüzde Klasikleşen Korku Ögelerini İlk Defa Kullanan Kült Film: The Exorcist
the exorcist, her dem bir korku başyapıtı olarak görüldü
stenley kubick'in the shining ile çoğu sıralamada bu mevkiyi paylaştı. 1973 yılının noelinde vizyona giren filmin 2001 yılında restore edilmiş bir versiyonunu sinemada görmek de nasip olmuştu. sinemalardaki şeytan figürüne birçok anlam yükleyen, birçok sahnesi ile (kafa dönmesi, örümcek yürüyüşü, haçla mastürbasyon gibi) unutulmaz olan, klasik olmayı başarmış bir filmden söz ediyoruz.
the exorcist, ırak'ta ezan sesi ile açılır. peder merrin (max von sydow) burada yapılan bir kazıya katılmış, daha önce bir exorcist merasimi düzenlemiş bir rahiptir. kazılar sırasında hristiyan dinini sembolize eden bir sikke/madalyon bulur. ırak gibi bir ülkede bu tür bir şeyin ne aradığını düşünürken şeytanı tasvir eden bir heykelcik ile karşılaşır. peder merrin'i burada bir pazuzu şaytanı heykeli ile karşı karşıya bırakırız. aslında bu sahne filmin bir şeytan-peder merrin hesaplaşması sahne olacağının bir göstergesidir.
ırak'tan sonra hikayenin asıl geçtiği yer olan washington'a döneriz. chris macneil (ellen burstyn) ile kızı regan (linda blair) birlikte mutlu bir yaşam sürmektedir. chris, başarılı ve ünlü bir sinema oyuncusudur. bir film için los angeles'tan washington'a yerleşmiştir. kocası ise onu terk etmiş ve roma'da bulunmaktadır. linda ise 12 yaşında daha ergenlik ile yeni tanışan bir çocuktur. hikayeye aynı anda peder karras da (jason miller) dahil olur. aslında karras, peder merrin ile şeytanı bir araya getiren arabulucu durumundadır. karras, harvard'da psikiyartri eğitimi almış çok başarılı bir insandır. ama psikiyatrist olmak yerine rahip olmayı seçmiştir. new york'ta yaşayan annesini kaybetmiştir. annesinin ölümünde bütün suçu kendinde bulmaktadır. onun yanında olamamış ve annesi öldükten ancak iki gün sonra evde bulunmuştur. bu durumlar peder karras'ın inancını ve geri kalan her şeyi sorgulamasına yol açacaktır.
filmin için koparılan en büyük tartışma hiç kuşkusuz muhafazakar yapısı oldu
filmin senaryosunu william peter blatty, aynı adlı romanından uyarladı. roman da 1949 yılında gerçekleşen bir şeytan girme olayından yola çıkarak yazılmıştı. muhafazakar ve koyu bir katolik olduğu bilinen william peter baltty'nin, filmin senaryosunu yazarken kitaptaki tutucu tavrı aynı şekilde filme de aktardığı bir gerçek. hele filmin çekildiği yıla bakıldığı zaman; sol görüşün yayıldığı, insanların aile yaşamından uzaklaştığı ve özgürlüğün sapkınlığı arttırdığı düşünülen yıllardır. bu dünya içerisinde blatty'in şeytan'ının gelmesi pek şaşırtıcı olmasa gerek. filmdeki bu dini motiflerin fazla sakınılmadan açıkça filme dahil edildiğini görmek de mümkün.
the exorcist'teki en büyük korku öğesi ve kötülüğü temsil eden taraf, şeytan. aslında bütün kötülüklerin atası ve doğma sebebi de o yanı zamanda. the exorcist'i çok etkili yapan da aslında kullandığı bu dini motifler ve tutuculuğu. eş tutulduğu the shining'te de olduğu gibi kötüler aslında yok olmuyor, yani asıl kötülük hala kol geziyor ve dikkatli olmak lazım. çoğu korku filminde hayali ya da fantastik korku unsurları ya da cani kişiler bir şekilde alt ediliyordu. zaten onlardan korunmak da kolaydı. onların olduğu yerde olmamak ile ya da onlardan hızlı koşarak kaçılabilirdi. ama the exorcist'teki korkuyu sağlayan bu meta yok edildi. ne kadar sakınsanız da, güvenlikli yerlerde otursanız da, çok paranız olsa da o sizi bulacaktır. ondan korunmak ancak ruhen mümkün olacaktır... william peter blatty'nin bu tutucu tavrı yönetmen william friedkin'in mükemmeliyetçi tavrı ile bütünleşince ortaya böyle bir film çıkıyor. şeytandan nasıl sakınılır? tabii ki onun istemediği şeyleri yaparak, tanrıya inanarak. chris ise bir ateisttir. evde bulduğu bir haça çok şiddetli tepki gösterecek kadar dine inancı olmayan, kendi ayakları üzerinde duran, varlıklı bir insandır. yeni ergenlik dönemine giren kızı ile birlikte bir erkeğe ihtiyaç duymayacak kadar da, dik kafalı bir kadındır. keza şeytanın barınması için bundan güzel bir mekan olamazdı.
şeytan, regan'ın vücuduna yerleştiği zamandan itibaren chris modern tıbbın bütün gereklerini yerine getiriyor. en sonunda ise toplanan doktorlar ordusu regan'ın sinir hastası olduğu sonucuna varıyor. bu onların tıbbi açıklaması. lakin onlara göre bu kesin bir sonuç. chris ise bunun taraftarı değil. doktorlara göre bir çare daha var. o da kızın içerisine kötü bir ruhun girmesi. bunun da tek çözümü bir şeytan çıkarma merasimi düzenlemek. aslında bunu söyleyen doktorun alaycı tavrı da aslında bu yönteme pek inandıklarından değil, sadece bir çözüm olarak söylenmesinden ileri geliyor... chris buna "kızımı büyücülere teslim etmem" diye karşı çıkıyor. chris'in tanrı tanımazlığı, üzerine basılarak vurgulanıyor. chris'in başvurduğu peder karras da bir bilim adamı olarak buna karşı. zaten inançlarını sorguladığı bir dönemde bunları orta çağ inanışı olarak görüyor. peder merrin ise filmde bir ruhani lider konumunda ve şeytanın asıl derdi de merrin'den rövanşı almak.
film chris ve regan'ın bir kiliseye giderek dua etmesi ile bitmiyor belki, lakin sonundaki kısa finali aslında chris'in de regan'ın da dine döndüklerinin, kabaca yola geldiklerinin en büyük göstergesi oluyor. peder karras'in yakın arkadaşı olan peder dyer'in chris'i yolcu etmeye geldiği sırada regan'ın pedere bakarak ve gözünün pederin yakalığına kayması sonucunda pedere sarılıp öpmesi asi ve şımarık regan'ın yola geldiğinin en büyük göstergesi olarak duruyor. keza ateist ve feminist bir kişilik sergileyen chris'inde bu olaylar sonrasında değiştiği muhakkak. eline verilen ve peder karras'dan düşen kolyeyi inceliyor ve üzerindeki meryem ana ve isa tasvirlerini görüyor. önceki chris'in yapması gereken hareket bunu atmak olurdu ama buna sahip çıkıyor. artık daha ilgili bir anne olacağının da ilk ipuçlarını alıyoruz.
filmde bilimsel yöntemler tiksintirici bir tat ile verilmiş. ama o ünlü şeytan çıkarma sahnesinde ise acılı bir huzur bulmak mümkün. regan'ın bir röntgen için uzantığı masanın üzerinde boğazından kan alınması ve çektiği acılar bütün açıklığı ile gösteriliyor. bu sahneler seyircide bir tiksinme duygusu yaratıyor. peder merrin'in vaazları ise seyirciye dinginlik katıyor. sonunda şeytan o bedenden gider ama hala yaşamaktadır. alt edilmemiştir ve hala bir tehlikedir. kendine yeni inançsız evler ve insanlar aramaktadır. üstelik peder merrin de ölmüştür, ona karşı daha da dikkatli olmamız gerekmektedir. yönetmen william friedkin ise filmin bu tutuculuğu ile hiç ilgilenmediğini söyler. onun asıl ilgilendiği şey filmin kusursuz bir korku filmi olmasıdır. bunu sağlamak için friedkin seti adeta bir korku parkına çevirir. oyuncuların arkasından silah sıkarak onların tedirgin olmasını sağlamış. çoğu sahnenin geçtiği regan'in odasını ise 4 soğutucu ile soğutmuş. eski derecedeki odada oyuncuların ağızlarından dumanların çıkması sağlanmış. artık oyuncuların nasıl bir eziyet çektiğini siz düşünün. ayrıca regan'ın annesine vurduğu ve annesinin yere düştüğü sahnede ise ellen burstyn sırtından bir ip ile bağlanmış ve friedkin'in talimatı ile geri doğru çekilmiş. bu sahnede gerçekten sırtını incilten burstyn'ın yüzündeki o acı hissini çekmeyi de başarmış. hiç kuşkusuz friedkin'in filmi sapkınlık derecesinde sahiplenmesi ve sette gösterdiği tavır, filmi çok daha etkili kılmaya yardımcı olmuş.
the exorcist kendinden sonra birçok filme kaynaklık etmeyi de sürdürdü
1977 yılında the exorcist ii: the heretic çekildi. film beğenilmedi, filmde bütün öykü ise peder merrin'in karşılaştığı pazuzu şeytanı üzerine kurulmuştu. 1990 yılında ise william peter blatty kendi yazdığı ve yönettiği the exorcist iii'ü çekti. film ikincisinden başarılı olsa da, ilk filmin gölgesinde kaldı. üzerine bir çok parodi yapıldı. 2005 yılında ise the exorcism of emily rose çekildi. film başka bir şeytan çıkarma olayını konu alsa da, filme kaynaklık eden olayın the exorcist ile bağımlı olduğunu da unutmamak gerek. the exorcist, çoğu dünya sinemasını etkilediği gibi bizim de sinemamızı etkiledi. 1974 yılında metin erksan tarafından sinemamıza uyarlandı. film londra'da gösterildiği sıralarda yeniden çevrimler konusunda bir öncü olan hulki saner, metin erksan'dan londra'ya giderek filmi görmesini ve bir senaryo yazmasını ister. erksan, filmi izler ama döndüğünde bunu sinemaya uyarlamayı istemez. daha sonra ise saner'in de isteği üzerine senaryoyu yazar ve filmi çeker. peder'in yerini imam, kutsal suyun yerini ise zemzem suyu alır. tabii ki kültür farklarından filmi ülkemize uyarlamak zordur, görsel efektler çok kötüdür ama film yoğun ilgi görür. türk sineması için ise bir korku öğesi olarak yerini korur. yakın zamanda ise karikatürist ahmet yılmaz filmin bir parodisini yapar. filmdeki güzel ayrıntıları yakalamayı başarır.
the exorcist'in üzerinden yıllar geçse de film, etkisini hiç yitirmeyen bir başyapıt olmayı sürdürüyor
korku sinemasında gelişen efektlerle yaratılan korkular hala onunla boy ölçüşemiyor. sinemalarda gösterildiği yıllarda çoğu insanın filmi yarıda bıraktığı, özellikle filmin ortaya attığı yaşamın tersini yaşayanlar tarafından daha da dehşetle karşılandığını da söyleyelim.
gerek film boyunca yaratılan atmosfer, gerek oyuncuların üstün eforu filmi unutulmaz kılan diğer unsurlar. filmde az müzik kullanılmasına rağmen, chris'in georgetown sokaklarında yürürken çalan müzik de unutulmaz bir tada sahip. keza filmdeki savaşı çok güzel yansıtan peder merrin'in regan'ın evinin kapısında durduğu sahne ve bunun filmin afişi olması unutulmaz bir film afişinin ortaya çıkmasını sağlıyor... the exorcist, öncelikle korku filmi tutkunları için ulaşılmaz bir başyapıt olarak duruyor. sinema severler içinse her zaman el altında tutulması gereken bir film.