Haçlıların Müslümanları Kazanda Kaynatıp Yediği Korkunç Yamyamlık Olayı: Maarra
"burası yabani hayvanların kol gezdiği bir çayırlık mı yoksa benim evim mi, doğduğum yer mi, bilmiyorum!"
maarralı isimsiz bir ozanın bu ıstırap çığlığı basit bir üslup numarası değildir. 1098 yılının son günlerinde günümüz suriye'sinin maarra şehrinde insan havsalasının alamayacağı nitelikte cereyan eden vahşetin tezahürü, bir anlamlandırma çabasıdır mevzubahis ifade.
bağları, zeytinlikleri ve incir bahçeleriyle refah içerisinde ve o dönemde halep'in hükümdarı olan rıdvan'ın metbuluğu altında dingin bir yaşam idame ettiren bu mütevazi şehrin kaderi, "kutsal toprakları kurtarma" gayesi ile batıdan yola revan olmuş ve daha sonra haçlılar olarak nitelendirilecek olan frenklerin istilası esnasında korkunç bir hal alacaktır.
1098'in ilk aylarında maarra sakinleri, kendi şehirlerinden üç günlük yürüyüş mesafesi uzaklıkta bulunan antakya'da gerçekleşen savaşı kaygı içerisinde takip ederler. şehrin düşmesinin akabinde muzaffer frenkler, komşu birkaç köye çapul akını düzenler fakat maarra'ya dokunmazlar. ancak sıranın kendilerinde olduğunu hisseden şehrin kimi sakinleri, daha güvenli olacağını düşünerek halep, humus ve hama gibi nispeten daha büyük ve korunaklı yerlere göç etmeyi tercih eder ve zaman, kasım ayının ortasına doğru binlerce frenk atlısı gelip de maarra'yı kuşatınca bu kaygıların ne kadar yerinde olduğunu ortaya çıkarır. nüfusun bir bölümü kaçmayı başarsa da, çoğunluk kapana kısılır. maarra'da düzenli bir ordu değil, sadece şehir milisi vardır ve hiçbir askeri tecrübesi olmayan birkaç yüz genç tehlike karşısında hemen milise katılır. ürkütücü şövalyeler karşısında iki hafta boyunca şehri cesurca savunan kuvvetlerin direnci, 11 aralık 1098'de kırılır ve maarra'nın ileri gelenleri, saldırganların başında bulunan antakya'nın yeni efendisi ve 1. haçlı seferi'nin meşhur 4 komutanından biri olan bohemond ile şehrin teslim şartlarını görüşmek üzere temas kurar. bohemond, çarpışmayı kesip bazı meskun yerlerden çekilmeleri koşuluyla şehrin sakinlerinin canının bağışlanacağına dair söz verir. ancak haçlı seferleri esnasında sıkça görebildiğimiz üzere frenkler, yine verdikleri sözde durmazlar. ibnü'l esir'in aktardığına göre 12 aralık günü şafak ile beraber şehre giren kuvvetler, büyük bir kıyım gerçekleştirir. ancak anlatıdaki dehşet kurban sayısının çokluğundan ziyade ahaliye reva görülen ve tasavvuru bile güç olan sondan kaynaklanmaktadır.
"maarra'da bizimkiler yetişkin dinsizleri kazanlarda kaynatıyor, çocukları ise şişe geçiriyor ve kızartıp yiyorlardı."
bu sözler, frenk kronikçi raoul de caen'e ait. maarra'ya yakın yerleşimlerde yaşayanlar, raoul'un bu itirafını okumasalar da görüp işittiklerini ömürlerinin sonuna kadar unutmayacaklardır. hem yerel ozanlar hem de sözlü rivayetler tarafından yayılan bu vahşetin anıları, silinmesi çok zor bir frenk imgesini belleklere kazıyacaktır. o dönemde kültür olarak çok üstün olsa da her türlü savaşçılık özelliğini çoktan yitirmiş olan araplar açısından frenk istilası, korku ve horgörünün birbirine karıştığı duyguların hasıl olmasına sebebiyet verecektir. bu algının bir tezahürü olarak arapların hemen hemen bütün destan edebiyatında frenkler, "insan yiyen kişiler" olarak betimlenecektir.
maarra'daki vahşetin ertesi yılı bohemond'un papa'ya gönderdiği resmi mektupta konuya dair şu ifadeler yer alır: "ordu, maarra'da korkunç bir açlığın pençesine düştü ve ihtiyaç onları müslümanların cesetlerini yemek gibi canavarca bir işe mecbur etti."
maarra bölgesinin sakinlerinin maruz kaldıkları ve sadece "açlık" ile izah edilemeyecek zulüm, 1098'nin meşum kışı boyunca devam eder. bağnaz frenk çeteleri olan tafur'ların müslüman eti yemek istediklerini yüksek ses ile haykırarak kırlara dağıldıklarını ve akşamları öldürdükleri insanları parçalayıp yemek için yaktıkları ateşin başında toplandıklarını görürler. bu yamyamlık bir ihtiyacın sonucu mudur yoksa bağnazlığın mı ? tüm bu anlatılanlar son derece gerçekdışı gelse de, tanıklıklarda dile getirilen suçlamalar hem betimledikleri olaylar hem de hissedilen marazi hava açısından inandırıcıdır. bu bağlamda, maarra'daki kuşatmaya bizzat katılmış frenk kronikçi albert d'aix'in bir cümlesi dehşet düzeyindeki erişilmezliğini korumaktadır: "bizimkiler sadece öldürülmüş müslümanları değil, köpekleri bile hiç iğrenmeden yiyorlardı !"
maarra'da yaşanan vahşet, araplar ile frenkler arasında yüzyıllar geçse de kapanmayacak derin bir uçurum yaratır. bu menfur hadisenin bir sonucu olarak frenk istilası sırasında pek çok şehir, köşeye sıkıştırılmadıkları takdirde direnmeden teslim olur ve arkalarında dumanı tüten harabelerden başka bir şey bırakmayan frenklerin kudüs'e doğru yürüyüşleri esnasında kendi iç çekişmeleriyle meşgul olan suriyeli emirler, maarra ile aynı kaderi paylaşmamak adına istilacılara armağanlar yüklenmiş elçiler göndererek iyi niyetleri konusunda güvence verirler.
haçlı seferleri'ne dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere; ernoul kroniği / haçlı seferleri tarihi ve amin maalouf'dan arapların gözünden haçlı seferleri adlı eserleri tavsiye ediyorum.