Harry Potter Evreninin Hem Çok Sevilen Hem de Nefret Edilen Tek Karakteri: Draco Malfoy
draco malfoy, hp evreninin hem en sinir bozucu hem de en sevilen karakterlerinden biridir
seri boyunca ana karakterlere zorbalık yapmış olsa da çok ciddi fan kitlesine sahip. ilk kitaplarda genellikle koridorlarda karşınıza çıkıp sizi sinir eden bir zorbayken son kitaplarda bir ölüm yiyen olmuş, hatta dumbledore’u öldürmeye kalkışmış biri olarak fanlar arasında ciddi tartışmalara neden olmuştur. kendisi kötü bir karakter mi, yoksa bir kurban mı? neden fanlar onun yaptıklarını affedebiliyorken snape’in yaptıklarını affedemiyor? serinin sonunda iyi birine mi dönüştü?
eğer harry potter evreni amerikalı ergenleri içeren bir lise dizisi olsaydı mevcut yaptıklarıyla draco o hikayenin kötü karakteri olurdu. ancak lord voldemort, bellatrix lestrange, ölüm yiyenler ya da dolores umbridge gibi karakterlerin olduğu bir evrende draco “kötü” kavramının içini gerçek anlamda doldurmaz. olsa olsa “zorba” olur ama bu durum onun “kurban” olduğunu değiştirmez. kendisi hem mecazi hem germek anlamda serinin kurbanlarından biri. mecazi anlamda çünkü zorba olmasının nedeni ailesi tarafından korkunç bir şekilde yetiştirilmesi. draco’nun sarf ettiği her cümle, yaptığı her kötülük, sergilediği her tavır babasının onun üzerindeki etkisinin bir sonucu. ağzından çıkan her söz draco adına çıkmıyor, malfoy ailesi adına çıkıyor. her anlamda şımarık, sığ ve ayrıcalıklı yetiştirilmiş biri olarak aslında kendi ailesinin kötülüğünün kurbanı. diğer taraftan da gerçek bir kurban, zira voldemort onu babasının yaptıklarının bedelini ödetmek için kullandı. altıncı kitapta draco, bir yıl boyunca babasının sihir bakanlığı’ndaki fiyaskosunun cezasını ödüyor. bu açıdan bakıldığında kendisi pek sempatik bir karakter olmasa da bir nevi kurban.
snape ile farkı ise hem gençlik hem yetişkinlik dönemlerinden geliyor
draco, okul koridorlarında karşılaştığınızda size ya da ailenize hakaret edip sizi öğretmenlere ispiyonlayan bir zorbaydı. ölüm yiyen olmanın gerçek anlamının farkında bile değildi, sadece safkanların üstün olduğunu düşündüğü için destekliyordu. severus snape ise ölüm yiyen olmanın ne demek olduğunu gerçekten bilen ve daha genç yaşta karşısındaki için ölümcül olacak kara büyüler icat eden bir karakterdi. bütün bunları bir kenara bırakın, serinin sonunda draco, yaşadıklarından dersini almış ve sakinleşmiş bir karakter olarak karşımıza çıktı. safkanlık saplantısından vazgeçti mi, sanmam. ancak eski düşmanıyla karşılaştığında selam verecek kadar olgundu. snape ise 30’lu yaşlarında bir yetişkin olmasına rağmen hâlâ ergen gibi davranıp öğrencilerine eziyet eden bir tipti ki seri boyunca okuyucunun en çok sinirini bozan karakter kendisiydi. filmlerde bu durum çok farklı. ruhu şâd olsun, alan rickman bu tipsiz karakteri büyük kitlelere sevdirmeyi başardı. aynısı draco malfoy ve tom felton için de geçerli. felton olmasaydı draco karakterinin bu kadar fanı olmazdı muhtemelen. kitaplarda bu kadar sempatik ya da karizmatik değiller. hele snape’in çoğu kez yağlı saçları ve kanca burnuyla betimlendiğini düşünürsek.
peki iyi bir karaktere mi dönüştü?
yedinci kitap sonrasında bildiğimiz tek şey evlenip çoluk çocuğa karıştığı ve oğlunun harry potter ve lanetli çocuk kitabındaki ana karakterlerinden biri olduğu. o kitaba bakarsak oğlu kendisinden çok farklı yetişmiş ama o kitabın aslen rowling tarafından yazılmadığını göz önünde tutmak gerekir. bildiğimiz tek şey, draco son iki kitapta voldemort’un neler yapabildiğini, bu işin şaka olmadığını ve aslında onun tarafında olmak istemediğini fark etti. sadece o değil, bütün malfoy ailesi. safkanlık takıntısı başka bir şey, voldemort’un saflarına katılmak bambaşka ki draco gibi cesur olmayan bir karakter her halükarda bunun altından kalkamazdı.
son olarak
draco bir bakımdan sirius black’in “olması beklenen” kişiyi gösteriyor. eğer sirius, ailesine boyun eğip onların düşüncesini benimseseydi kendini üstün gören zengin bir safkan olarak draco gibi bir tip olacaktı.
doğum gününü kitaplar boyunca bizi eğlendirdiği sözleriyle kutlamak isterim:
o süpürgeyi idare edebileceğinden emin misin, potter?" dedi soğuk, uyuşuk bir ses. draco malfoy daha yakından bakmak için gelmişti, crabbe ve goyle da hemen arkasındaydı. "evet, sanırım," dedi harry kayıtsızca. "bir sürü özelliği var, değil mi?" dedi malfoy. gözleri hain hain parıldıyordu. "yazık, paraşüt koymamışlar - bir ruh emici'ye çok yaklaşırsan diye diyorum." crabbe ve goyle kıs kıs güldüler.
"gryffindor takımına bu oyuncuları neden seçiyorlar, biliyorum. onlara acıdıkları için. potter'ın annesi babası yok, weasley'lerin de parası yok. seni de takıma almaları gerekirdi, longbottom, çünkü senin de beynin yok. beyin altından yapılsaydı, sen weasley'den bile yoksul olurdun."
“aa, çocuklar, bakın, şampiyon,” dedi crabe ve goyle’a. “imza albümleriniz yanınızda mı? imzasını hemen alsanız iyi olur, çünkü pek uzun süre bizimle kalacağını sanmıyorum… tarihteki üç-büyücü şampiyonlarının yarısı ölmüştür. sence sen ne kadar dayanacaksın, potter? iddiaya varım ilk görecin onuncu dakikasını çıkaramazsın.”
“şuna bakın!” dedi malfoy zevkten kendinden geçerek. ron’un cüppesini kaldırıp crabbe ve goyle’a gösterdi. “weasley, bunu giymeyi düşünmüyordun, değil mi? yani, 1890’larda falan çok modaydı ama…”
“granger, senden beş puan alıyorum, çünkü yeni müdiremiz hakkında kabalık ettin. mcmillan, senden de beş bana karşı çıktığın için. senden de beş, potter, çünkü seni sevmiyorum.”