Her Albümünde Bir Korku Hikayesi Anlatan King Diamond'ın Bu Öykülerinin Özetleri
king diamond: gerçek adı kim bendix petersen olan ama daha çok sahne ismiyle yani king diamond olarak bilinen, 1956 doğumlu, vokal yeteneği bakımından rahatlıkla heavy metalin zirvelerinde konumlandırabileceğiniz muhteşem danimarkalı müzisyen… mercyful fate vokalisti olarak başta black metal camiası olmak üzere bir çok grubu etkileyen vokalist, bir yandan da sahne ismini taşıyan solo projesi king diamond ile önemli başarılar elde etti.
king'in, solo kariyerinde yayınladığı albümlerin (sıradışı vokal performasını bir kenara bırakırsak) en dikkat çekici özelliği, her albümün bir korku hikayesi anlatması. normalde diskografi incelemeleri, albüm kritikleri filan yapardım ama bu sefer bir değişiklik yaparak müziği geri plana atacak ve teker teker king'in solo diskografisindeki albümlerin konularını özetleyeceğim. her albüm için son paragrafa da kısacık fikirlerimi yazarım.
koleksiyonum
ve işte king diamond albümlerindeki korku hikayeleri
fatal portrait (1986)
jane takıntılı, akıl hastası bir annedir. kızı molly’i o kadar kıskanmaktadır ki onu kimsenin görmesini istemez. bu yüzden onu tavanarasına kilitler. kız 4 yaşında ölene kadar orada yaşar. acılı anne kızını sonsuza kadar yaşatmak için onun portresini yapar. artık bir hayalet haline gelmiş kız annesine gıcıklık olsun diye portrenin içine girer ve portresini konuşturur; “ben de öleceğim”. iyice deliren anne portreyi kader mumu ile yakar ve yunus’un kitabından bir bölüm okur… böylece kızın ruhu mum ışığına hapsolmuş olur.
hikaye, anlatıcının molly’nin yüzünü bir mum alevinde görmesiyle başlar. anlatıcı molly’i özgür kılmak için kitabı bulur ve aynı bölümü okuyarak kızın ruhunu kurtarır. molly kurtulunca bir ruh olarak gider annesine musallat olur ve onu delirtir. (kadın sanki çok akıllıydı)
king diamond’un solo olarak yayınladığı ilk albüm olan fatal portrait, diamond’un başyapıtları arasında (abigail, them) biraz geride kalmış olabilir ama bence zamanının çok ötesinde ve her yönüyle çok başarılı bir debut albüm. andy larocque imzalı gitarlar ve diamond'ın inanılması güç vokal performansı albümü 1986 yılında yayınlanmış metal müzik şaheserleri arasına taşıyor. özellikle, heavy metal müzik ile korku atmosferini harika biçimde birleştiren the candle ve albümün en akılda kalıcı melodilerini sunan charon’u tavsiye ederim.
abigail (1987)
tarih 7 temmuz 1777… de la fey isimli bir kont, karısının sadakatsizliğini öğrenince çıldırır. bütün malvarlığının kendisinden olmayan bir çocuğa kalacağı düşüncesine dayanamayan kont la fey, hamile karısını merdivenlerden iter ve kadının boynu kırılır. çocuk da ölü doğar. çok sağlıklı düşüncelere sahip bir insan olmayan kont la fey ölü doğan kızı mumyalar, mahzendeki bir mezar odasına koyar ve ona abigail ismini verir.
aradan 68 yıl geçer. jonathan la fey, yeni evlendiği eşi 18 yaşındaki miriam natias ile birlikte kendisine miras kalan malikaneyi almaya gelir. yolda kontun hizmetkârları olan yedi siyah atlıyla karşılaşırlar. atlılar genç çifti geri dönmeleri konusunda uyarır, çünkü aksi takdirde "18, 9 olacaktır". jonathan doğal olarak bu uyarıyı anlamaz ve “sizin yapacağınız uyarıyı seveyim” diyerek malikaneye yerleşir. gece, kont la fey’in hayaleti jonathan'ı ziyaret eder ve abigail’ın mumyasını göstererek, abigail’ın ruhunun karısı miriam natias’a girdiğini söyler. abigail dünyaya yeniden gelmek istemekte, bunun için de hamile kadının bebeğine musallat olmaktadır. yeniden doğuşu engellemenin tek yolu ise miriam’ı öldürmektir. jonathan buna inanmak istemez ancak rüyadan sonra çevrede garip şeyler olmaya başlar; kilise çanı içeride kimse olmamasına rağmen çalar, evdeki bütün çiçekler ölür, evi kötü kokular kaplar vs vs. hatta jonathan bir gece evde boş bir beşiğin havada süzüldüğünü görür. oysa çift yanlarında beşik filan getirmemiştir. jonathan aile hayaletinin (the family ghost yani kont) doğru söylediğini fark eder. gerçekten de miriam, abigail tarafından ele geçirilmiştir.
jonathan, şeytan çıkarıcı (exorcist) çağırmayı düşünmektedir. ancak abigail etkisindeki miriam bir an kontrolü ele geçirerek jonathan’a “beni de merdivenlerden it de abigail dünyaya gelmesin” der. jonathan artık karısını kurtaramayacağını düşündüğünden karısının teklifini kabul eder. ancak kontrolü tekrar kazanan abigail onu tuzağa düşürür ve merdivenlerden düşen jonathan olur. karısı miriam ise abigail dünyaya gelirken ölür. miriam'ın son gördüğü abigail'ın sarı gözleri olur...
baştaki dandik uyarılarının işe yaramadığını ve abigail’ın dünyaya geldiğini öğrenen kara atlılar kötülüğe karşı savaşmak için malikaneyi basar ve abigail’ı ormana götürüp, bir daha dirilemesin diye onu tabuta yedi gümüş çivi ile çivilerler. (madem öyle şeyleriniz vardı, niye gelmediniz şimdiye kadar?)
hikayesi fazlasıyla cheesy ve b-film seviyesinde olsa da müzikal anlamda albüm o kadar ileri seviyedir ki hikayenin eksikliklerini hissetmezsiniz. ve king diamond öyle inandırıcı bir şekilde bütün karakterlere ses verir ki okurken uyduruk gelen hikaye birden gözünüze muhteşem bir korku hikayesi gibi görünebilir. adeta kötü yazılmış ama muhteşem yönetilmiş ve oynanmış bir korku başyapıtı gibi… objektif olarak abigail king diamond’ın en iyi albümüdür diyebilirim. tartışmasız bir başyapıt. korku sevin sevmeyin, heavy metal sizin için bir şey ifade ediyorsa bu albüme mutlaka kulak verin. özellikle the family ghost muhteşem bir şarkıdır.
them (1988)
king bu albümde hikayedeki karakterlerden birisi. hikayenin başında genç king, anne ve kızkardeşiyle birlikte tatilden (!) dönmüş olan büyükannesini karşılar. (ileride büyükannenin akıl hastanesinden döndüğü ortaya çıkar, eşinin ölümünden sonra gizemli bir şekilde devamlı "onlar"dan bahsettiği için akıl hastanesine kapatılmıştır.) aynı gece king yatağında garip sesler duyar ve büyükannesini kontrol etmeye gider. büyükanneyi tek başına bir çay partisi verirken yakalar. çay bardakları ve çaydanlıklar havada uçmaktadır. büyükannesi king'i fark eder, onu tekerlekli sandalyesine oturtur ve ona gördüklerini unutmasını söyler.
başka bir gün büyükanne king'i uykusundan uyandırır ve ona bir fincan çay eşliğinde "amon" evi hakkında bilgi vereceğini söyler. "amon" evi ruhlarla ("them") doludur ve evdeki çaydanlık "onlar" için önemli bir eşyadır. o çaydanlıkta kan ile çayın karıştırılması "onlar"ı ortaya çıkarmaktadır, çünkü "onlar" yalnızca kan aracılığıyla iletişim kurabilmektedirler. ayrıca bu çayı içen kişinin kontrolü bir süreliğine "onlar"a geçmektedir. bu bilgilerin ardından büyükanne uyuyan kızının (king'in annesi) elini keser ve kanını çaydanlığa ekler. büyükanne zoruyla bu çayı içen king de "onlar"ın etkisine girmiş olur. olaylara tanık olan king'in kız kardeşi missy, annelerine yardım etmek için bir şeyler yapmaları gerektiği konusunda king'i ikna etmeye çalışır, ancak king kendinde değildir. yardım çağırmayı reddeder ve telefon hattını keser. missy'nin bir problem olduğunu düşünen büyükanne ise missy'e saldırır ama missy kendisini savunarak çaydanlığı kırar. çaydanlık kırılınca çok kızan "onlar", missy'i bir baltayla parçalara ayırır ve bedenini mutfaktaki şömineye atarlar. "onlar" missy'e odaklandıklarında, king'in üzerindeki etkileri zayıflar ve king kendine gelerek evden dışarı kaçar. dışarıda olayları düşünürken bayılır. ayılınca da büyükannesine saldırmaya karar verir. evin dışında "onlar"ın gücünün zayıflandığını farkeden king, büyükanneyi evin dışına çıkarır ve orada öldürür. ertesi gün olay yerine gelen polisler king'in anlattıklarına inanmaz ve doktor landau'nun tavsiyesi ile king akıl hastanesine kapatılır. yıllar sonra hastaneden çıktığında, ölmüş olması gereken büyükanne kendisini arayarak "onların" beklediğini, eve gelmesi gerektiğini söyler. "onlar" ve büyükanne hala yaşamaktadır...
objektif olarak abigail'ın king'in en iyi albümü olduğunu söylemiştim. subjektif olarak ise en sevdiğim king diamond albümünün them olduğunu söyleyebilirim. devamlı yükselen gerilimi ve üst seviye müzisyenliğiyle gerçek bir başyapıt. bu yazıyı buraya kadar okuduysanız zaten bu albümleri biliyorsunuzdur. ancak bilmiyorsanız bu iki albüm; ikonik kapakları, kusursuz besteleri ve hikayenin sunuluşunun hikayenin çok ötesinde olduğu konseptleri ile kaçırmamanız gereken albümler.
conspiracy (1989)
bu albümde, them albümündeki hikaye kaldığı yerden devam etmekte. them'deki olaylardan yıllar sonra king bir yetişkin olarak amon evine geri döner. missy'nin ölümü onu hala çok üzmekte ve king kardeşini özlemektedir. eve yakın bir mezarlıkta, bir önceki albümdeki görünmeyen şeytani düşmanlar olan "onlar" ile iletişime geçmeyi başarır. ve "onlar" ile ölmüş olan kız kardeşi missy'yi tekrar görme şansı karşılığında, evin kontrolünü "onlar"a geri vermek için bir anlaşma yapar. bu sırada king, doktor landau'nun (terapisti) seanslarına katılmakta ve akıl sağlığının yerinde olduğunu göstermek adına ona devamlı yalanlar söylemektedir. landau, king'in annesinin amon'un evi'ni ziyaret etmesini önerir ve king gönülsüzce kabul eder. o gece missy, king'e bir imgelemde görünür ve landau'nun annesiyle evlendiğini gösterdiği bir rüya aracılığıyla onu uyarır. ertesi gün king'in annesi gerçekten de dr. landau ile birlikte gelir; king'in "onlar"la yapılan anlaşma hakkındaki itirazlarına rağmen eve girerler ve king, annesi ve doktor tarafından pusuya düşürülerek uyutulur. albümün isminden anlaşılacağı gibi bir komplo söz konusudur. king'in annesi ve doktor landau bir rahibe giderek onu, king'in şeytan tarafından ele geçirildiğine ve onun ortadan kaldırılması gerektiğine ikna ederler. sonradan bu üçlü king'i bir tabuta koyup yakarlar ve albüm ölmüş olan king'in ruhlar aleminden onlara sonsuza kadar musallat olacağına dair söz vermesiyle biter.
amon belongs to them ve sleepless nights gibi klasikler barındıran ve performansın yine hiç düşmediği bir albüm... belki them'in kusursuzluğunu taşımıyor ama yine de ondan aşağı kalır yönü çok değil. king diskografisinin en önemli albümlerinden birisi.
the eye (1990)
bu albüm "göz" isimli kolyenin hikayesini anlatıyor. isimsiz bir karakter, sahibine geçmişi gösterebilen bu kolyeyi bulur ve bu sayede kolyenin yaşadıklarına tanık oluruz. ilk olarak fransa'da gerçekleşen cadı mahkemelerinden birinde buluruz kendimizi. mahkemede cadı olduğu iddiası ile yargılanan jeanne dibasson suçlu bulunur ve yakılır. idam sırasında cadının kolyesi sihirli bir şekilde gözüne doğru uçar. "göz" isimli kolye bu şekilde yaratılmıştır. kolye ilk olarak, infazın gerçekleştiği yerde oynayan iki küçük kızdan biri onu bulduğunda güçlerini gösterir. kızlar kolyeye bakarlar ve gördükleri o kadar korkunçtur ki bu onları boğar. son olarak louviers manastırında çalışan bir rahibe olan madeleine bavent'in kolyeyi bulması ve takmaya karar vermesinin hikâyesini izleriz. rahibe, peder david tarafından tecavüze uğrar. ancak daha sonra kolyesinin gücünü farkeden rahibe, rahibi kolyeye bakmaya zorlar ve kolyede gördükleri rahibi öldürür. peder david ölünce kısa bir süre sonra, yeni papaz peder picard gelir. kendisi daha da beter bir ruh hastasıdır ve madeleine'in de aralarında bulunduğu bir grup rahibeyi çocuklara ayinsel işkence yapmak ve onları öldürmek için kullanır. 1642'de hepsi tutuklanır ve hapse atılır. hapishanede picard ölür ve rahibeler huzura kavuşur.
1986'dan 1990'a geçen 5 yılda beş albüm çıkartan king, bu beş albümde de seviyeyi hiç düşürmemiştir. the eye bunun son örneği. söz konusu beş albüm de arşivlik ve hepsi defalarca dinlemeye değer. zamana yenilmeyen, eskimeyen, değerini kaybetmeyen güzellikler...
the spider's lullabye (1995)
ilk kez bir king diamond albümü tek bir konseptten oluşmuyor. bu albümün ilk yarısı kısa hikayeler tadında, her şarkı farklı bir konuda. albümün ikinci yarısı ise tek bir konuya eğilmiş. konu şöyle; kırsalda bir kulübede yaşayan harry'nin ciddi boyutta örümcek korkusu vardır. bu korkusunu yenebilmek için birgün gazetede gördüğü bir ilana başvurur. ilan, doktor eastmann diye birinden bahsetmektedir ve söz konusu doktor insanların fobilerini giderdiğini iddia etmektedir. harry doktora gider ve doktor terapiye başlar. ancak tedavisi bir şok tedavisidir. doktor, harry'nin karşısına bir kutu dolusu örümcek getirir. harry gördüklerine dayanır ve korkusunu yeniyor gibidir. ertesi gün harry boynunda garip bir his olduğundan, örümcek ısırıklarından ve şiddetli ağrıdan şikayet eder. doktor eastmann harry'nin yorumlarını dikkate almaz. aynı gece, harry ölü bulunur. tepeden tırnağa örümcek ağına benzer bir kozayla kaplanmıştır. bir dizi örümcek onu bir sinek gibi sarmış ve daha sonradan tüketmek için saklamıştır. harry morga kaldırılır, boş göz çukurlarında örümcekler yuva yapmıştır.
5 yılda her biri ayrı güzel 5 albüm çıkaran king, 1990 yılında 5 yıllık bir ara veriyor ve 1995'de spider's lullaby albümü ile dönüş yapıyor. albüm hem tek bir konsepte sadık olmaması hem de ilk 5 albümün ihtişamını taşımaması bakımından diğer albümlerden ayrı bir yerde. bu bakımdan king diskografisinde geri planda yer alan albümlerden birisi. çok başarılı, iz bırakan bir albüm değil. yine de king'in her zamanki orijinal vokal performası ve bazı şarkıların (mesela from the other side) kendine has güzellikleri için dinlemeye değer. hikayesinin de pek bir numarası yok açıkçası.
the graveyard (1996)
king bu hikayede belediye başkanı mckenzie'nin yanında çalışmaktadır. mckenzie sapık, yalancı ve ahlaksız bir insandır. king bir gece patronunun kendi öz kızı lucy'i taciz ettiğini görür. sessiz kalamaz ve belediye başkanını şikayet eder. ancak belediye başkanının çevresi güçlüdür ve king'in deli olduğuna insanları ikna ederek, king'in bir akıl hastanesine kapatılmasını sağlar. normalde akıl sağlığı yerinde olan king uğradığı bu haksızlığın üzerine bir de akıl hastanesine kapatılınca delirir. kendisine ilaç vermekte olan hemşireyi boğarak anahtarını çalar ve hastaneden kaçar. zihinsel olarak çökmüş olan king yerel mezarlığa saklanır ve belediye başkanı mckenzie'den intikam almak için planlar yapar. ayrıca king, bir kişi mezarlıkta kafası koparak ölürse ruhunun sonsuza kadar o kopan kafada yaşayacağına dair bir şehir efsanesine inanmaktadır. aklının bir köşesinde bu düşünce varken, belediye başkanının kızı lucy mckenzie'yi kaçırır ve bir oyun oynamak için belediye başkanını mezarlığa çağırır. belediye başkanı mckenzie, king'in kendisini telefonla aramasının ardından mezarlığa gelir. o gelmeden önce king, lucy'yi yedi boş mezardan birine gömmüştür. belediye başkanı gözleri bağlıyken küçük kızını yedi mezardan birinden çıkarmak zorundadır. başkanın üç tahmin hakkı vardır, eğer kızı bulamazsa king onu öldürecektir. belediye başkanı üçüncü tahmini doğru yapar, ancak king onu bayıltır, mezara sürükler ve bağlar. başkan yavaş yavaş kendine gelirken, king lucy'yi kazıp çıkarır. mezardan çıkan kız, bir ipi aşağı doğru çekerek kırık bir şapel penceresinden bir cam parçasını king'in üzerine düşürür ve başını keser. king'in takıntılı olduğu şehir efsanesinin gerçek olduğu ortaya çıkar, çünkü kafası kopmuş ve ruhu kafasının içinde kalmıştır. lucy, king'in kafasını alır ve sırt çantasına koyar, böylece king artık hep lucy ile beraber olacaktır.
king'in en güçlü zamanlarının ihtişamını taşımasa da, bu albümün bir önceki albüme göre bir çeşit toparlanma olduğunu söyleyebilirim. albümün güçlü yanı; geçmiş hikayelere göre daha gerçekçi ve çeşitli sosyal mesajlar taşıyan hikayesi. ayrıca king bu albümde bir akıl hastasını seslendirirken kariyerinin en çarpıcı vokal performanslarından bazılarını sergilemiş. müzikalite zirvede değil ama albüm kendisini dinletiyor.
voodoo (1998)
voodoo 1932 yılında geçmekte. karakterlerimiz david lafayatte, hamile karısı sarah ve büyük babası louisiana'ya gelirler. baton rouge'un kuzeyinde, missisipi yakınlarında eski bir ev satın alırlar. ancak evin yakınında bir voodoo mezarlığı vardır ve mezarlıkta çeşitli ayinler düzenlenmektedir. hatta bu ayinleri düzenleyenlerden birisi de lafayette ailesinin uşağı salem'dir. aile kısa sürede mezarlığı öğrenir ve yok etmeye karar verir. salem bunu öğrenir ve bir voodoo rahibine durumu haber verir. voodoo rahibi doktor la croix, lafayettes'i yok etmek için voodoo büyüsü kullanmaya karar verir, çünkü mezarlığın yok edilmesini önlemenin tek yolu bu gibi görünmektedir. bu yüzden önce salem ailenin kahvaltısına doktordan aldığı voodoo destekli sihirli tozdan koyar ve böylece onları ciddi şekilde hasta eder. özellikle sarah, voodoo şeytanları tarafından ele geçirilir. bunun üzerine büyükbabası eski bir peder arkadaşını çağırır. bir exorcist olan peder eve gelir ve çeşitli şeytan çıkarma ayinleri ile sarah kurtarılmaya çalışılır. ancak şeytan çok güçlüdür ve peder şeytanın etkisindeki sarah tarafından iyice bir dövülür. büyükbaba arkadaşını kızın elinden zor alır. bu kadar kavga gürültüye polis müdahale eder ve bu noktada aile, uşak salem'in yıllar önce çoktan öldüğünü öğrenir. evdeki uşak ruhani bir varlıktır... aile evi terkeder, kaçar kurtulur. hikaye, düzeldiği sanılan hamile sarah'ın çocuğunu doğurması ile sona erer. ancak çocuk tersten konuşmaktadır.
voodoo, king'in the graveyard ile düzelmeye başlayan müzikalitesini biraz daha ileri taşıyan bir albüm. klasik dönem albümleri kadar ışıltılı değil, ancak o yönde atılan güzel bir adım. kapağı da zaten klasik döneme dönme konusunda bir sinyal kabul edilebilir. iyi albüm, ama yine de en sevdiğim king albümlerinden birisi olduğunu söyleyemem.
house of god (2000)
bir gece, yorgun bir gezgin, "şeytan'ın saklandığı yer" olarak adlandırılan bir bölgede kaybolur ve aç kurtlar tarafından kuşatılır. aniden, parlayan mavi gözlü bir dişi kurt ortaya çıkar ve diğer tüm kurtların geri çekilmesini sağlar. içgüdüsel olarak bu kurda güvenen gezgin, onu bir tepenin dibindeki küçük bir kiliseye kadar takip eder. kiliseyi ilk kez gören gezgin, kapının üzerindeki karanlık yazıyı fark eder: "burası korkunç bir yer." ("kurdu takip et")
gezgin, kiliseye girer. kurt güzel bir kadına dönüşür ve kendini "melek" olarak tanıtır, gezgini sonsuza dek seveceğine söz verir. gezgin, melek'e ilk görüşte aşık olur ve ikisi kilisede sık sık sevişirler. ancak birkaç gün içinde gezgin, meleğin küçük, tuhaf davranışlarını fark etmeye başlar; bunlar arasında meleğin küçük, siyah bir şeytan heykelini öpmesi de vardır.
zaman geçer. bir gün melek gözyaşlarına boğulur ve gezgine dramatik kaderini anlatır: gezginle tanışmadan bir yıl önce, melek doğaüstü güçler tarafından kiliseyi korumakla görevlendirilmiştir; kilisenin arazisinden ayrıldığı her an kurt formuna geri dönmekte ve yalnızca bina içinde insan formuna girebilmektedir. daha da kötüsü, meleğin tanrı'nın evi'nin koruyucusu olarak kendisinin yerine geçecek birini bulmak için bir yılı vardır. eğer başarılı olursa, melek sözleşmesinden kurtulacak ve kiliseden tekrar normal bir kadın olarak ayrılmasına izin verilecektir, ancak orada geçirdiği zamanı hatırlamayacaktır. ancak, yerini alacak birini bulamazsa, yıl sonunda ölecektir ki bu da bir hafta içinde gerçekleşecektir. gezgin, üzüntü içinde, ona olan sevgisinden dolayı, meleğin hayatını kurtarmak için anlaşmayı imzalar ve onu hatırlamayacak olsa da özgür kalmasına izin verir.
meleğin gidişinden sonra, gezgin kalp acısı ve yalnızlıktan neredeyse aklını yitirmektedir. günlerin monotonluğu onu çıldırtır ve çaresizlik içinde kilisenin etrafında bulabildiği aynaları yok etmeye başlar. gezgin daha sonra sunağın altında yeraltı mezarlarına açılan gizli bir kapının açıldığına tanık olur. açıklayamadığı güçler tarafından zorlanan gezgin aşağı iner. gizemli bir ışığı takip ederek yeraltındaki bir odaya girdiğinde, parçalanmakta olan bir meryem ana heykeli ile karşılaşır ve onu kırarak açar. içeride "dikenli bir taç" taşıyan, çarmıha gerilmiş, parlayan bir cesedin mumyalanmış kalıntılarını keşfeder. dehşet içinde doğaüstü bir kükreme duyan gezgin, bunun isa peygamberin bedeni olduğunu anlar ve kiliseye geri kaçar.
gezgin kilisede "çarpık yüzler ve bedenler" olarak tanımladığı varlıklar ile karşılaşır ve karşısındaki bu varlıklarla konuşmaya çalışır. varlıklar isa'nın bedenini neden sakladıklarını açıklamazlar. bunun yerine kendilerinin tanrı ve şeytan olarak isimlendirilen ideallerin arkasındaki güçler olduklarını söylerler. iyi ve kötü arasındaki savaştan beslenerek hayatta kalmış ancak bu kavramların çok ötesinde olan, tanımlanamayan varlıklardır. gezgine hayatını elinden geldiğince iyi yaşamasını ve gerisini bu varlıklara bırakmasını tavsiye ederler. ancak gezgin inancını ve umudunu tamamen kaybetmiştir, öğrendiklerini kabullenemez ve kendini asar. asmadan önce "burası korkunç bir yer" diye bağırır. bu cümle zaten kilisenin kapısında en başından beri yazmaktadır.
konsepti bakımından en sevdiğim, kanımca en güçlü ve korkutucu king albümü house of god. geçmişteki ucuz korku filmi esintili senaryolar yerine daha çarpıcı bir tema bulmuş king bu albümde kendisine. müzikal anlamda duyduklarımız da konseptin altında kalmayınca king'in zirve yaptığı dönemlere meydan okuyan bir çalışma çıkmış ortaya. eleştirmenler genelde bu albümü sevmez ama benim en beğendiğim king albümlerinden.
abigail ii the revenge (2002)
bu hikaye ise 1987 tarihli abigail'ın devamı niteliğinde. asıl hikayedeki abigail bu hikayeye göre aslında yedi siyah atlının lideri olan o'brian'ın üvey kız kardeşi imiş. o'brien, ilk albümdeki olaylardan sonra abigail'ın sağ kalmasını sağlamış. abigail da büyümüş 18 yaşına gelmiş. ormanda dolanırken fırtınaya yakalanmış ve lafey malikanesine rastlamış ve bir hayalet tarafından içeri alınmış. (bu hikaye biraz zorlama olmuş evet) yine orijinal hikayede merdivenlerden düşen ve öldüğünü sandığımız jonathan aslında ölmemiş ve tekerlekli sandalyeye mahkum olmuş. (buralar çok zorlama hep) jonathan bu 18 yaşındaki abigail'ı görünce onun miriam (ölen sevgilisi) olduğuna inanmış ve bir varis üretmek amacıyla ona tecavüz etmiş.
abigail, intikam almak için jonathan'ın yemeğine kırık cam koymuş. jonathan camlar yüzünden can çekişirken abigail bir de onu ateşe vermiş fakat yangın perdeden kendisine de sıçramış, böylece abigail de yanmış. abigail'e kapıyı açan küçük hayaletin ise 1777'deki orijinal ölü doğan abigail'ın hayaleti olduğunu anlıyoruz. hikayenin sonunda herşey yanıyor ama küçük hayaletin ölü doğan vücudu mahzende kalıyor. bu yüzden ruhu öbür dünyaya geçemiyor ve sonsuza dek yaşayanların dünyasına bağlanıyor, albümün sonunda bu ruhun annesi için "mommy mommy" diye ağladığını duyuyoruz...
hikayeyi anlatışımdan anlaşıldığı üzere abigail ii çok zorlama bulduğum, belirli kısımlarını hiç anlamadığım bir hikaye ve pek sevmiyorum. bence king diamond diskografisinin en zorlama hikayesi... müzikal olarak ise abigail'ın ışıltısından biraz beslense de genel hatlarıyla yüksek seviyelerde değil. dolayısıyla daha az sevdiğim king albümlerinden.
the puppet master (2003)
hikâye 18. yüzyılda budapeşte, macaristan'da geçiyor ve bir kukla gösterisini konu alıyor. aralık ayının soğuk bir gecesinde, talihsiz adam olarak anılan ana karakter bir noel kukla gösterisini izlemeye gider. gösteriden sonra dışarıda beklerken, adı victoria olan genç bir kadın görür, birden ona aşık olduğunu hisseder. yanına gider ve onunla tanışır. kadın ve adam kuklalara duydukları hayranlık nedeniyle hemen anlaşır ve sonunda çıkmaya başlarlar. yaklaşık bir yıl sonra her şey çok iyi giderken bir gece victoria tek başına kukla gösterisine gider ve bir daha geri dönmez. talihsiz adam, olayı araştırmak için kukla gösterisine gider ve kukla ustası'nın karısının şüpheli bir şekilde hareket ettiğini görür. kadını takip eder ve kadının evsiz bir adamı öldürüp cesedini arabaya koyduğuna tanık olur. kadını takip etmeye devam ederken de birden kafasına bir darbe alır ve bayılır.
talihsiz adam kuklaların olduğu bir mahzende uyanır ve kuklaların insanlardan yapıldığını fark eder. bu noktada içinde bir korku uyanır ve korkusu doğru çıkar. kuklalardan birisi victoria'dır. kukla ustası ve asistanı mahzene girer ve talihsiz adamı kuklaya çevirmek için ayin yapmaya başlarlar. talihsiz adam çırpınır mücadele eder, bir dolu şeyi kırar döker ancak kukla olmaktan kurtulamaz. en son gözbebekleri yuvalarından çıkartılıp yeni kukla bedenine takılır ve vücudunun geri kalanı çöpe atılır.
talihsiz adam artık bir kukladır. görebilir ve hissedebilir, ancak hareket edemez ve uyuyamaz. o ve karşısında bir rafa yerleştirilen victoria hâlâ "gözleriyle iletişim kurabilmekte" ve acılarını paylaşabilmektedir. kuklaların bir özelliği ise kendilerine kan enjekte edildiğinde kısa bir süre hareket kabiliyeti kazanabilmeleridir. bu şekilde çeşitli gösterilere katılırlar.
bir gece kukla ustası, victoria'yı oynatırken çeşitli kavanozlar kırılır ve usta buna çok kızarak victoria'yı başka bir kukla ustasına göndermeye karar verir. talihsiz adamın kalbi kırılmıştır, victoria'yı tekrar kaybedeceğini bilmektedir ve bunu önlemek için çaresizdir. victoria ile son kez birbirlerini teselli ederek sohbet ederler. talihsiz adam çaresizlik içinde victoria'yı bulmaya yemin eder ve eğer başaramazsa onunla ölümde yeniden bir araya gelecektir. çift birbirlerine olan aşklarını ilan eder ve gözyaşları içinde birbirlerine veda ederler. ancak talihsiz adam da başka bir dükkana satılır ve orada boğazına bir çivi çakılarak duvara sabitlenir. victoria'yı da bir daha asla bulamaz.
king diamond diskografisinin en duygusal, en romantik hikayesi ve şarkıları bu albümde. bir yandan da korkutucu ve bir dolu rahatsız edici öğe var. bir önceki albümdeki gereksiz zorlamalar yerine burada gayet güzel bir hikaye anlatıcılığı söz konusu. yine çok başarılı king albümlerinden.
give me your soul...please (2007)
bir kız ve erkek kardeş öbür dünyada beklemektedir. erkek kardeş cehenneme gidecektir. kız kardeş eğer erkek kardeşi yerine başka bir ruh bulursa erkek kardeşini cennete götürebileceğini fark eder. kız kaçarak king diamond'ın evine gelir. king kendisi ile iletişime geçmeye çalışan hayalet kızı fark eder. kızla kara büyü kullanarak iletişime geçer. kız king'e nasıl öldüklerini anlatır; anlatıya göre babaları erkek kardeşi baltayla öldürmüş, kızı da boğmuştur. sonra da intihar etmiştir. ancak cehennemin yargıçları hataya düşerek erkek kardeşin intihar ettiğini düşünmüşlerdir. bu yüzden de kız, erkek kardeşini kurtarmaya çalışmaktadır. (evet, çok kötü yazılmış) kız king'in ruhunu ister ancak king'in ruhu günahla dolu olduğundan ruhu işe yaramayacaktır. kız da bu yüzden başka bir eve gelmeye karar verir. söz konusu ev bizim evimizdir. (yani albümü dinleyen kişinin)
albüm king diamond diskografisinin en zayıf albümü. söz konusu zayıflık hem hikaye hem de müzikal bakımdan geçerli. maalesef, king'e yakışmayan bir albüm.
son olarak tamamen subjektif en iyiden en kötüye listem
them (1988)
abigail (1987)
conspiracy (1989)
the eye (1990)
house of god (2000)
fatal portrait (1986)
the puppet master (2003)
voodoo (1998)
the graveyard (1996)
abigail ii(2002)
the spider's lullabye (1995)
give me your soul...please (2007)