Her Şeyin Kötü Gittiği Dönemlerde İnsana Duyduğu Acıyı Dindirecek Farklı Bir Bakış Açısı
her şeyin kötü gittiği dönem, bir şeylerin de iyi olacağının alametidir. belki geç öğrenirsin bunu; belki erken.
bir merhaba ile başlarmış her şey ama bir hoşçakal ile bitmezmiş. zira hiçbir hoşçakal bir merhaba kadar samimi olamaz.
merhabalar bir insanı getirendir, oysa hoşçakallar hiçbir insanı götüremez. insan gider belki bir hoşçakal ile, ama bu gidişler hiçbir geliş kadar tam değildir. gelen gelir komple, yeni bir başlangıcın, hayatın temelidir belki, oysa giden hiçbir zaman tamamen gidemez bir yerlere. gitti dersiniz, gider. gitti mi gerçekten diye sorarsınız, ya cevap bulamazsınız kendinize, ya da yalandan cevaplar verirsiniz kendi kendinize. bir şarkıdır belki o insanın gitmediğini size hatırlatan, belki bir eşya, belki bir film, belki bir mektup, belki de teknolojiden nasibini alamamış bir yeni çağ nesnesi.
uzaktan gelir size gelen. belki o size çok uzaktır, ya da bundan fazla ihtimalle de siz uzaklardasınızdır olmanız gereken yerden. bir yolculuk getirir size birilerini, ya da bir yolculuk sebebiyle olmanız gereken yerle aranızda kalan mesafe. gidersiniz bir yerlere, birilerini bırakır gidersiniz, siz bıraktıklarınızın ne kadar uzakta olduğunu sorgularken sorgulamalarınız bir merhaba ile bölünür. bu merhaba genelde bir başlangıç olur. ya bitişler sonrası bir başlangıç, ya da ortada kalmalar sonrası bir başlangıç.
belki de bir "nasılsın?"dır bir gelişi gösteren, ya da insanda anıları bırakan.
bir pazar sabahı. uyanıyorsun, yeni bir güne başlıyorsun, oysa senin aklında önceki günler var, hem de çok önceki. yeni bir gün başlamalı diyorsun, bir önceki günü yaşamaya devam ediyorsun. demliyorsun çayını, çay olmadan bir kahve oluyor seni uyandıran, hem de sigara dumanının bastırdığı bir kahve. kendine geliyorsun, bugün artık değişik olmalı diyorsun, kendine diş geçiremiyorsun, yine kahveden yardım istiyorsun. yardım etmesi gerekir sana kahvenin, etmeli de zaten, daha önce etmişti? ama edemez artık, bir kahvenin gücünü çoktan aştın sen? tamam diyorsun; bu tamamı kendine kabul ettiriyorsun. kendine sözünü verdiğin bir çayla devam ediyorsun uyanma çabalarına, çay da senin yalancın oluyor. bugün çok uzun diyorsun; yeni gün başlamadan düşünmelere dalıyorsun yine.
o gün senden bir şeyleri götürecek gün, bunu hissediyorsun, hatta hissetmekten de ötesinde biliyorsun. birileri gidecek bu hayatından, hissediyorsun. bir telefon bekliyorsun seni elvedalara itecek, bir işaret gelecek mi diyorsun. işaret gelsin mi gelmesin mi bilmiyorsun, ama geleceğine olan gereksiz inancın seni uzaklara bakmalara çoktan itiyor bile.
bir telefon geliyor sana işaret olarak. bu telefonun sana daha önce getirdiği güzellikleri düşünüyorsun bu telefon karşısında, işte bu senin canını yakan şey oluyor o dakikada. sen güzellikleri sevmiştin, hatta bundan da ötesinde sende güzellikleri hissettirenleri. üzülüyorsun, canın yanıyor şimdiden, bir umut ışıldısı olmuyor, üzülmeye devam ediyorsun.
telefonun senden yapmanı istediği şeyleri yapıyorsun; pişman olamıyorsun bile. pişman olmaya hakkın yok ki senin? sen gitmek mi zor kalmak mı diye yalpalarken senin kararını başkası veremez ki? telefon seni birisinin karşısına dikiyor; o birisi de seni senin karşına. bunun sonu olmalı mıydı, olacaksa da böyle mi olmalıydı diye kendine sorular sormadan bir şeyi hissediyorun o an; hiç olmadığın kadar yalnızsın artık. evet, kabul etmelisin, sana hayatındaki en güzel şeyleri hissetirmiş insanın senin canını yakmaya hakkı var, bunu inkar edemezsin. canın yanar, belki geçer belki geçmez ama, canın yanar işte, bunu önleyemezsin.
canlar yanar, insanlar gider. insanlar gelir, canlar güler.
kimileri bir şeyleri görür, kimleri göremez, kimleri görmek istemez. bu ya bir inanç meselesidir, ya da gerçekliğe olan bakış açısı. ayrıca sen biliyorsun ki giden güzellik hiçbir zaman en güzel değildir. bunu o an göremezsin, ama sonradan birileri sana öğretir bunu.
insan cahildir belki, belki de kör, bile bile kör hem de.
ama bir de akarsu gerçeği var işte;
“sen insanoğlusun, kör olamazsın..”