Heyecan Verici Bir Giriş Yapan House of the Dragon Dizisinin 1. Bölüm İncelemesi

Çok katmanlı ve yıllar süren bir politik iç savaşı, seyirciyi tarih bilgisine boğmadan anlatmak gibi misyonu olan bir dizi olarak House of the Dragon'ın ilk bölümünden alnının akıyla çıktığını söyleyebiliriz.
Heyecan Verici Bir Giriş Yapan House of the Dragon Dizisinin 1. Bölüm İncelemesi

--- house of the dragon 1. sezon 1. bölüm spoiler içerir ---

her ne kadar prequeli olsa da, fire & blood, a song of ice and fire serisinden çok farklı bir kitap. yazılış itibariyle tamamen karakterlerin gözünden anlatılan ve bu karakterlerin gelişim ve değişimlerinin, bütün olaylardan daha önemli olduğu asoiaf'a kıyasla, fire & blood, bir tarihçinin, belli bir döneminin belgelerinden olaylara anlam verme çabası olarak inşa ediliyor. her ne kadar, dance of dragons, targaryen tarihinin en ilginç karakterlerinden bazılarını barındırsa da, bu karakterlerin hiç birisini, asoiaf'ın pov karakterleri kadar yakından tanıma imkanımız olmuyor. dizinin dayandığı kaynak olan fire & blood, çoğunlukla bir 'exposition' şeklinde anlatıldığı için, olay ve karakter sayısı olarak zengin ancak nitelik olarak çok da derin değil. bu açıdan, hotd ile ilgil en büyük endişem, 'sıkıcı tarihçe dizisi' olma ihtimaliydi. asoiaf nerdü olan bendeniz, bundan çok da şikayetçi olmazdı ancak dizinin genel popülaritesini ve hatta varlığını tehlikeye düşürebilirdi. ilk bölümden gördük ki, dizi, ne kadar bilgi, ne kadar duygu, ne kadar karakter işlemesi gerektiğinin dengesini mükemmele yakın tutturdu.


george martin'i, modern fantezi yazarlarından ayıran önemli bir özellik, okuyucusunu hiç bir zaman aptal yerine koymamasıdır. martin, kitaplarını yazarken, her şeyi bir bebeği besler gibi kaşık kaşık okuyucusunun ağzına vermez. bazı şeyler göründüğü gibidir, bazı şeyler arka planda yaşanır, bazısının sadece ipucu verilir, bazı olay örgüleri ise kitabı 3 kere okumuş okuyucunun bile gözünden kaçar. martin, katmanlar halinde yazar ve hangi katmana kadar inmesi gerektiğini okuyucuya bırakır. 30 yıllık bir dönemi, 10 bölümde anlatma denemesine kalkışan hotd'nin başarılı olabilmesi için, bu katmanlı anlatım olayını iyi kotarması gerekiyor. ilk bölüm de bu açıdan oldukça umut vericiydi. evet, alicient ve rhaenyra arasındaki dorne tarihçesi muhabbeti ya da targaryenlerin aralarında sürekli kendi tarihçelerine referans vermeleri gibi 'exposition' bölümler vardı, ancak 1 saati aşkın bölüme ustaca yayılmış bu referanslar, diziye bir 'tarih belgeseli' havası verme tuzağına düşmedi. tersine, ilk bölüm, tarihten daha çok, 3 ana targaryen karakterinin ve aşırı travmatik bir olayın üzerine inşa edilmişti.


daemon, viserys ve rhaenyra ilk bölümü sırtlarına koyup taşıdılar ancak aemma arryn resmen dizinin duygusal saatli bombasıydı. dizinin premierini izleyen insanların, aemma arynn'in doğum sahnesinde ağlayıp, ayılıp bayıldıklarını okuduğumdan mıdır nedir, kendisini ilk gördüğüm andan itibaren resmen stres oldum. sahnenin güçlü olacağını biliyordum ama miguel sapochnik resmen dayak attı seyirciye. kitapta 3 satırla geçiştirilen bir olayın, bütün sezonun duygusal çıpası olarak kullanılması gerçekten çok etkileyici. yine kitapta resmen 'saf' olarak işlenen viserys'in, bu tramva ile tamamen trajik bir karaktere dönüşümü de, dizinin kitapları geçtiği bir bölüm olarak hatırlanacak. daha önce dediğim gibi, elimizde asoiaf gibi karakterlerin nakış bir gibi işlendiği bir kaynak yok. dizinin, bu tip duygusal noktalarda fire & blood'ın çok üzerine çıkma her zaman olacak ve yapımcılar ellerine geçen ilk fırsatı çok iyi kullanmışlar.


sapochnik'in, doğum sahnesini turnuvadaki düelloyla paralel işlemesi ise diziye editing alanında emmy kazandıracak bir tercih olmuş. aemma arynn'in, kızına "doğum, bizim savaş alanımız" dedikten sonra, kendi hayatını kaybedeceği gerçek bir savaşı vermesi. dışarıda, savaşıyormuş gibi yapan şovalyeler alkışlar arasında şov yaparken, içeride öleceğini anlayan arynn'in çığlıkları.. kadınların daha zayıf, daha korkak olarak görüldüğü bir dönemin işlendiği bir hikayede, kadınların verdiği savaşın gücünü göstermek için eline geçen fırsatı çok iyi kullanmış spochnik. bu sahne, beni red wedding'ten daha çok etkiledi ama büyük ihtimal bunda dizinin, yazılığı kaynağı kat kat aşarak beni şaşırtmasının da etkisi var.


dizi, duygu/bilgi/karakter anlatımı dengesini çok iyi kurmuş olsa da, illa ki bir kusur bulacaksam daemon'ın biraz fazla 'villian' tarafına kaymasından ve otto hightower'ın yeterince işlenmemesi yüzünden sığ kalmasından bahsedebilirim. yapımcılar, daemon'ın karakterini daha ilk bölümden bizi aktarmak istediklerinden olsa gerek, kendisine şehir merkezinde kasaplık yaptırarak biraz fazla 'maegor the cruel' referansına kaymışlar ama sadece 10 bölümde 30 sene anlatacak dizi için böyle şeyler normal. hatta, daemon'ın, vierys'e "you're weak' demesi de, direk olarak 'aenys' - 'meagor' ilişkisinden alınmış gibiydi. zaten, daemon'ın kral olması halinde meagor'dan farklı olmayacağını da otto hightower dile getiriyor. daemon, maegor'a göre çok daha gri bir karakter ve umuyorum kendisine 'vicdansız kral' klişesini yapıştırmazlar. nitekim, dizi, cenaze sahnesinde daemon'ın kardeşine olarak sevgisini dolaylı olarak resmederek olaya bir denge getirmeye çalıştı ve umuyorum ilerki bölümlerde de daemon, 'hot head prince' değil de, tam olarak ne yapacağı öngörülemeyen bir karakter olarak işlenir.


dizi, ilk bölümü viserys, rhaenyra, daemon üçgeninin üzerine kurunca otto hightower ve corlys velaryon karakterleri biraz öksüz kalmış. corlys, tamamen geri planda kaldığı için onunla ilgili bir problem yoktu, belli ki ilerki bölümlerde işleyecekler. hightower, yeterli altyapısı olmadan biraz fazla hırslı resmedildi. hightower, bölümü direk daemon ile çatışarak açtı; arada corlys velaryon'a ayar verdi ve bölümü, kızını, dul kalan kralı baştan çıkarmak için kullanmak gibi son derece littlefingervari bir hareket ile kapattı. hightower'ın söyledikleri ve yaptıklarında herhangi bir problem yoktu ancak bu karakterin motivasyonu nedir henüz öğrenmediğimiz için ilk bölüm itibariyle kendisini koltuk hırsıyla yanan bir pragmatik olarak izledik. yapımcılar, hightower ailesini bu seviyede mi tutacaklar yoksa daha da derinleştirecekler mi, ilerleyen bölümlerde göreceğiz.


çok fazla spoiler vermeden şöyle bir not düşeyim. otto hightower'ın corlys ve deamon ile olan çatışması yapımcılar açısından tam bir politik maden olabilir. hightower hanedanının başkenti old town, aynı zamanda westeros'un en yaygın dini 'seven''ın lideri high septon (bir nevi papa) ve meaesterların merkezi citadel'e ev sahipliği yapıyor. dolasıyla, hightower ailesi ve bu 2 kurum arasında çok derin bir bağ var. yani otto hightower'ın attığı her adımı, acaba high septon ya da citadel'in amaçlarına mı hizmet ediyor diye incelemek mümkün. targaryenler, westeros'taki ilk 100 senelerini seven dini ile ensest ilişki yüzünden çatışarak geçiriyorlar ve jaehaerys zamanında 'targaryen exceptionalism' doktrini ile bir barış sağlanmış olsa da içten içe hala bir gerginlik var. citadel ve maesterlar ise, ejderha ve büyüye karşı oldukları rivayet edilen bir kurum. citadel'in komplo teorisyeni maesterı marwyn, ejderhaları citadel'in yok ettiğini iddia bile ediyor. her iki kurumun amaçlarına çok derinlemesine girmek istemiyorum ancak hightower'ın attığı adımları bu iki kurumu akılda tutarak değerlendirmekte de yarar var.


ilk bölümün son süprizi, aegon targaryen'in westeros'un yok oluşunu rüyasında gördüğü için westeros'u işgal ettiği bilgisinin, viserys tarafından rhaenyra'ya aktarılmasıydı. bu bilgi, ilk kez the world of ice and fire'da bir rivayet olarak karşımıza çıkmıştı ve george martin, bunu hotd'nin senaryosuna koyarak canon haline getirmiş gibi oldu. bundan daha önce biraz bahsetmiştim ve targaryen tarihindeki bir çok olaya başka bir anlam kazandırma ihtimali olan bir gelişme olduğu ortada. dizi, en azından ilk bölüm itibariyle, bu bilgiyi ilginç bir şekilde kullandı ve viserys karakterine de derinlik katmış oldu. viserys'in, rhaenyra'yı varisi olarak ilan etmek istemeyip bir erkek çocuk istemesine yüzeysel bakarsanız ortada seksist bir kafa yapısı görüyorsunuz. ancak, dizi viserys'i "geri kafalı" işlemek yerine, onun neden rhaenyra'ya tahtı vermek istemediği sorusuna bir başka yanıt vermiş oldu. viserys, tahttan ve onun getirdiği sorumluluktan nefret ediyor ve kızına böyle bir sorumluluğu vermenin, onun hayatını mahvedeceğini düşünüyor. yani, herkes kızına yeterince değer vermediği için onu varis ilan etmediğini düşünse de aslında viserys'in yaptığı bunun tam tersi. bir babanın, kızını koruma içgüdüsüyle hareket ederek, onun dünyanın sonunu getirecek bir felaket ile karşı karşıya kalmasını istemediği için rhaenyra'nın tahta çıkmasını istemiyor. ben daha diziyi izlemeden bile ortada "kuru bir kadın hakları eleştirisi" olmadığını söylemiştim ve dizi daha ilk bölümden yüzümü kara çıkarmadı. viserys'in, geri kafalı bir seksist olduğu için mi, yoksa nefret ettiği tahtın sorumluluğu ile kızının hayatını mahvedeceğini düşündüğü için mi rhaenyra'yı varis ilan etmediğinin kararını herkes kendi yorumlasın. çıkardığınız sonuç ne olursa olsun, dizi, yapması gerekeni yani hiç bir kararın siyah-beyaz olmadığı felsefesini işlemeyi başarmış oluyor.

bu haftalık burada bırakayım. dizinin gittiği yöne göre ileride daha da derinleşiriz. it's good to be back.