Hikaye Anlatımını Hiçbir Zaman Sevmeyen Birinden, Kısa Bir Hayao Miyazaki Eleştirisi

Genellikle toz kondurulmayan hikaye anlatıcılarından Miyazaki'ye bir de bu gözle bakalım.
Hikaye Anlatımını Hiçbir Zaman Sevmeyen Birinden, Kısa Bir Hayao Miyazaki Eleştirisi
İllüstrasyon: DeviantArt @anthony-marvell

miyazaki, maalesef hikaye anlatımını hiçbir zaman sevemediğim bir sinemacı. bu yazıda biraz tarzından, çokça da en yeni filmi the boy and the heron'dan bahsedeceğim.

dünyaya dair çok gerçek ve tamamıyla materyal sorunlara bütünüyle "iyi dilekler temaşası" minvalinde bir pencereden bakan, söylemek istediği her şeyi "sevgi ve anlayışın gücü" gibi basit bir etiğe indirgeyen, hayalbaz cevaplarını şekerden bir şirinlik katmanının altına gömen bir anlatım güdüyor miyazaki. bu yumuşak üslup kitlelerin hoşuna gidiyor olsa da üzgünüm ki fazlasıyla vanilya ve gerçekten uzak.

ha filmlerinin duygusal yoğunluğu ve görsel dili muhteşem, o çok net. gerçekten hepsini izlerken böylesi grotesk bir güzelliğin dünyasında süzülmek müthiş keyifli. groteski, çirkini, garibi masumlaştırmasında hoş, iç gıdıklayıcı bir çekicilik var. bir de bazen anlatısının zar zor çeperinde kalsa da filmlerine kattığı kolektif temaları seviyorum, mesela howl's moving castle'daki kaleyi canlı tutan her bir elementin iş birliği. veya mononoke'deki vahşi saldırganlık ve medeni çaresizliğin uzlaşısı.

Uyarı: Bu kısımdan sonrası filme dair spoiler içerir.
The Boy and the Heron (2023)

the boy and the heron da tam olarak yukardaki başlıklara oturan bir film oldu benim için

yer yer tüylerimi diken diken eden duygusal yoğunluğun yanı sıra filmdeki devamlılık hissi gayet dokunaklı geldi bana. ölümle kol kola ilerleyen "diğer taraf" serpilip gözlemimize açıldıkta tutkulu bir bütünlük kazanıyor film ve gizem de yerli yerine oturuyor. bu devamlılık, serilim, genişleme hoş.

lakin bu kozmetik dünyada sürüp giden merkez anlatı arkası görünen incecik bir yaprak kuvvetinde anca. bir kere ana karakterin konumu beni hayli rahatsız etti. bu safkan zengin çocuğu, pamuklara sarılmış ve sürekli el üstünde tutulan, neredeyse "plot armor" giydirilmiş, gittiği rota düz ve net olan bir kağıt. çevresindeki her şey ona hizmet etmek için orada. daha izleyiciyle tanıştırıldıkları ilk sahneden itibaren eciş bücüş, üşüşken fareler olarak tanıtılan evin çalışanları tamamen bu safkan, üstün, seçilmiş kahramanın yolunu açan objeler mesela. ki miyazaki ciddi ciddi bu karakterleri objeye çeviriyor "boylarından büyük safkanlık dünyasına" geçtikleri an.

filmde yer yer çok net resmedilen bu "hizmetçiler ve sahipler etkileşimi" aslında filmdeki bence en kuvvetli zıtlık. lakin bu durumun üstüne hiç gidilmiyor, statüko kutsanıyor ve her şey bir üstteki paragrafta bahsettiğim gibi ilerletiliyor. bu yoğun kontrastın üstüne hiiiiiiç gidilmeyecekse bütün bu görsel ve davranışsal zıtlık niçin göze sokuluyor? filmin 2. dünya savaşı esnasında geçiyor olması bence temize çıkarmıyor bu tavrı çünkü bu hizmetkarlık ve safkanlık kabulü ilmek ilmek işlenmiş ve düpedüz zararlı. ha bu mevzu japonya'nın muhafazakar kültürüne içkinse, "duayen sinemacı ve dahi hikayeci" miyazaki'den bir zahmet ilerici bir tutum takınmasını bekleyelim yani. çok mu bu? sonuçta gerçekliğin kısıtlayıcılığını hiçe sayan biri değil mi her zaman?


üstteki duruma ek olarak hiç yerli yerine oturtulmayan ama esas dünyayı yiyip bitiren, onu yakında (karakterin deyişiyle) "ateşler içinde bırakacak olan" bir şeyler var. ne bunlar tam olarak? eşi ve çocuğu için hummalı bir arama tertip edilirken fabrikasındaki üretim devam etsin diye görevlileri o alandan çeken baba olabilir mi mesela bir sebep? parayla okuldaki sosyal dengeleri satın almaya çabalayan, her daim "güç ve otorite" figürü misali hareket ettirilen bu karakterin üstüne niçin zerre gidilmiyor?

dünya keyfinden yere batmıyor zira.

bir de filmdeki şu bitmek bilmeyen "saflık" vurgusu şüpheli epey. hele de öbür dünyadaki öz, öze dönüş, düzen, düzenin muhafızı ulu bilge, aynı kandan halef, zamanı bükebilen güç gibi temalarla birlikte düşünüldüğünde proto-faşist dahi denebilecek bir dil var filmde.

garip buldum ben bu işi doğrusu.

the boy and the heron'u izlemek keyifliydi ama film biraz irdelenince ilginçleşiyor her şey. semiyologlar göreve.