Hollywood Taciz Skandallarının Düşündürdüğü İki Farklı Şey: İkiyüzlülük ve Kontratın Gücü
1. siyasi medya ve ikiyüzlülük sorunsalı
öncelikle hollywood gibi yapay ve elit yapılar üzerinden sosyal çıkarımlar yapmak boş iş. hollywood’un sanat yoluyla etkisi başka bir konu ama o çevrede olup bitenler üstünden zenginler, yahudiler, kadınlar, gayler, liberaller gibi çok daha büyük gruplar hakkında fikir edinmek aptalca.
örneğin ne zaman bir kadın nafaka olarak 10–20 milyon dolarlık bir ev kapsa, bu manşetlere taşınıyor ve anti-feminizm tepkileri doğuruyor. halbuki senin benim gibilerin, o insanları kadın-erkek veya zenci-beyaz olarak ayırıp, ilgili tarafa yoldaşlık yapmaları tam komedi. ben onları ayrı bir gezegendeki uzaylılar gibi düşünüyorum, problemlerini de “uzaylı problemleri” kutusuna atıyorum ve sifonu çekiyorum.
fakat bir sürü insanın sifonu düzgün çalışmıyor ve bu tartışmalar hakettiklerinden büyük bir uygulama alanı buluyorlar. medya da bu bozuk sifonları, ideolojik mücadelesi için istismar ediyor. weinstein örneğinde bu gayet bariz:
hem hollywood üzerinden sola çakmak isteyen muhafazakar medya, hem de prensipli olduğunu kanıtlamak isteyen merkez ve sol medya bu olaya atladı. sonuç olarak skandal gündemden düşmedi ve tam bir ikiyüzlülük fırtınasına dönüştü.
fırtınanın ilk rüzgarları, “sosyal mesaj vermezse ölecek” hastalığından muzdarip bazı “uzaylıların”, kendilerini aklamaya çalışmasıyla başladı
hemen her demecin özeti:
“ekmek kuran çarpsın ki haberim yoktu. adam pisliğin tekiymiş meğer, tüm ilişkimi kestim. bir daha tekrarlanmaması için elimizden geleni yapmalıyız. mesela, biraz önce taciz kurbanı kadınlar için bir vakıf kurdum…(alkışlar) ….hiçbir kadın böyle bir iş ortamında çalışmak zorunda bırakılmamalı…. (gözyaşları)… yaşasın kadınlar ve ben”.
bir günah çıkarma seansında bu kadar mastürbasyon yapılmamalı, papaza ayıp.
hillary clinton’ın bu kervan içinde özel bir konumu var
hem yıllardır weinstein’dan bağış aldığı için, hem de tabii ki bill clinton’ın sakso davası için. hatırlarsanız bill clinton tacizle suçlanmamıştı, hatta ofiste oral seks yapması da suç değildi (zaten öyle bir kanun mu olur) ama yeminli halde yalan söylediği için iş büyümüştü.
hillary kameralar karşısına çıkıp “tüm bunlar sağcıların bir komplosu, kocam yapmaz öyle şey” dedi, sonra clinton’ın sperm lekesini taşıyan bluz mahkemeye verilince sustu. ve normalde iki kişi arasında kalan o “göz yumma” işini, tüm dünya’nın gözü önünde yapmak zorunda kaldı. sonra gitti, kadın hakları konusunda garip bir sembol oldu başkan adaylığı sayesinde. simdi de bu skandal sırasında sessiz kalmış, göz yummuş kadınlar hakkında konuşuyor. tam komedi.
sağ medya da bu şaklabanlıkları sağdıkça sağıyor çünkü olay gündemde kaldıkça adamların ideolojik savına hizmet ediyor: “bizden olmayan aşırı soldur, onlar da ikiyüzlüdür”
halbuki:
-ülkenin en etkin haber kanalı sağcı fox’un patronu roger ailes, geçen sene cinsel taciz iddiaları yüzünden işini bırakmıştı (en az 400 yaşındaydı).
-kanalın yıllardır en popüler figürü olan bill o’reilly de cinsel taciz yüzünden işinden atıldı. weinstein gibi, hiç bir zaman mahkemeye gitmemiş, gizli anlaşmalar yaparak kurtulmuş. bu anlaşmalardan sonuncusu tam 32 milyon dolarlıktı.
-sol görüşlü ünlüleri, weinstein’le ilişkilerini yıllarca kesmedikleri için her akşam eleştiren sean hannity (nam-ı diğer “hormonlu o’reilly”), bu 32 milyon dolarlık anlaşmadan sonra o’reilly’i programına konuk edip kıçını yalamıştı. adamlar yıllardır aynı çatı altında çalışıyorlar.
(şu adamların kadın taciz ettiğini düşünmek bile mide bulandırıcı. jabba’nın ile prenses leia’yı yaladığı ve çocukluğumu kararttığı sahnelerle yarışır).
zaten bunlar işin ayrıntısı. aradaki kıyas baştan adil değil, çünkü o’reilly ve hannity gibi tiplerin kariyerleri, ahlak bekçiliği üstüne kurulu. iş imajla da sınırlı değil, arkalarındaki finansman makinesi o yönde siyasi lobi yapıyor. mesela eşcinsel evliliğine, “evlilik kurumunun kutsiyetini yıprattığı” gerekçesiyle karşı çıktılar. bu karşıtlığın somut bir etkisi oldu milyonların hayatında. olay sadece düğün yapabilmek değil, sağlık sigortasından mirasa kadar her şeyi etkiliyor.
özetle, yıllar boyunca çalışanlarını taciz etmiş evli bir erkek, her akşam televizyona çıkıp evliliğin kutsiyetinden ve “eşcinsel hollywood”un dejenere oluşundan bahsediyor. işten atılma tehlikesi yok, çünkü patronu da aynı kafada. iş arkadaşı bunu konuk ediyor, destek oluyor. şimdi de hepsi beraber, weinstein’dan çok, onu zamanında deşifre etmemiş kadınlara ve liberallere saldırıyorlar.
ama en büyük ikiyüzlülük bu değil
sol ile sağ arasındaki dengesizliği (daha doğrusu yeni sağ ile kalan herkes arasındaki dengesizliği) en iyi trump özetliyor: weinstein, kendi çevresi tarafından öyle bir dışlandı ki adam yarın intihar etse şaşırmam. kendi adını taşıyan şirketten atıldı, kimse onu programına çağırıp pohpohlamadı. daha ortada bir mahkeme kararı bile yokken, tüm kadınların hikayeleri çarşaf çarşaf yayınlandı. bunu yapan dejenere hollywood ve “liberal” medya.
peki kendini hrıstiyan olarak tanımlayan, ahlaki değerlere önem verdiğini söyleyen seçmenler ne yaptılar daha birkaç ay önce? trump hakkındaki cinsel taciz iddiaları çok da farklı değildi. evlilik müessesesini iki boşanmayla “kutsamışken”, boşanmayı günah addeden katoliklerden oy istiyordu. kadınlara genel bakışı da ortada (president pussygrabber). fakat sağ cenahtan kimse bu iddiaları analiz edip çözmedi, aksine o ahlak bekçileri bunları görmezden geldiler ve….ve adamı başkan yaptılar. hollywood yapımcısı değil, reality show yıldızı değil, bildiğin başkan.
ikiyüzlülük konusunda, her insanı ve kesimi suçlamak mümkün ama istikrarlı olarak diğerlerinden daha “marjinal” olan grup belli: en fazla din, ahlak ve vatanseverlik muhabbeti yapanlar.
2. kontratın gücü
tüm bu saçmalıklar arasında, gerçekten ilgimi çeken bir soru var: nasıl oluyor da bunca kadın, para karşılığı susturulabiliyor?
ekonomik dinamikleri merak etmiyorum, onun 32 milyon tane nedeni olduğunu gördük, merak ettiğim kısım hukuki zemin. liberal bir toplumda, iki özgür birey arasındaki anlaşmaların sınırı nereye kadar uzanabilir? devlet, hangi noktada buna dur demeli? bir taciz veya tecavüz iddiasını, mahkeme dışında parayla çözmek mümkün olmalı mı? peki cinayeti?
şimdi eminim, yukardaki 32 milyonu görünce, aranızdan bazıları kapitalizme saydırmaya başlayacak, paranın insan gururunu ayaklar altında aldığından filan bahsedecek ama bu durum aslında kapitalizm öncesinde daha da kötüydü.
4600 sene önce sümer’den kalan bir köle satışı kontratı bu
ama benzer bir örneği, sadece 200 sene öncesinden de verebilirdim. yahut sadece 50 sene öncesinin islam dünyasından.
köle alıp satmak, ekseriyetle özel iştiraklar ve bireyler arasındaki bir meseleydi. ben bunu öğrenince çok şaşırmıştım. sanıyordum ki afrikalıları kaçıran, onları amerika kıtasına taşıyıp bedava işçi olarak kullanan kurum ingiliz kraliyeti idi, ispanyol monarşisi idi. yahut istanbul köle pazarlarında satılan köleleri düşünün. hiçbirinde, devletin araya girip “aranızda yaptığınız kontratı iptal ettim” demişliği yok.
tabi bu örnekler, bizim cinsel taciz vakasını tam karşılamıyor, çünkü köleler üçüncü sahıslar, anlaşma ise başka iki insan arasında yapılıyor. o zaman da borç köleliği kavramını düşünün: iki kişi anlaşıyor, biri diğerinden borç alıyor, zamanında bunu ödeyemezse diğerinin doğrudan kölesi olabiliyor. veya daha “uygar” sistemlerde debtor prison denen hapislere atılıp, orada zorla çalıştırılıyor.
cinayetlerde de durum farklı değil
eğer sizle anlaşma yapıp sizi öldürsem ve beyninizi yesem (hatırlayın, böyle bir ikili ınternette birbirini bulmuşlardı), bugün devlet bana kamu davası açar. yani sizin hür iradenizle hayatınızı ve bedeninizi bana teslim etmenizi bugünkü devletler tanımıyor, halkın kalanı adına “manyak mısınız ulan” davası açıyor.
oysa hammurabi’nin tabletlere döktüğü, yahudi hahamların meşrulaştırdığı göze göz felsefesi, devleti tamamen dışlayarak kendi adaletini aramış çok yakın zamanlara kadar. suriye’de bir aile diğerinin oğlunu öldürdüğünde, istanbul’daki sultan oraya müfettiş yollamıyordu, ailelere bırakıyorlardı durumu.
bugün, örneğin teknoloji işlerinde çalışanlara genelde non-compete kontratlar imzalatılır
ben de bol bol imzalamıştım. “işten ayrılırsam, yemin ederim bir rakip firma için çalışmaya gitmeyeceğim, en az 12 ay bekleyeceğim” gibi vaatler vermiştim. sonradan öğrendim ki, yerine göre, bu tip kontratların zerre geçerliliği yok.
california eyaleti ilginç bir denge bulmuş mesela: “birey haklarına ve şirket özerkliğine karışmıyorum, aranızda istediğiniz anlaşmayı yapın, ama eğer rakip şirkete geçtiniz diye hakkınızda dava açılırsa bu davaları takip etmeyeceğim”.
taciz durumlarında daha da katı devletin tutumu: “yaptığınız anlaşma, medyada konuşmanızı engelleyebilir ama a) duruma göre, konuştunuz diye aleyhinize açılacak davaları da takip etmem, b) suç unsuru varsa her halükarda istediğiniz gibi polise gidebilirsiniz, hiçbir anlaşma bu hakkınızı elinizden alamaz”.
işte bu “elinizden alınamayan haklar” hususu epey modern bir kavram ve liberalizmin özünde bu yatıyor
ironik olarak bugün liberalizm, dini muhafazakarlıktan uzak ama o devredilemez haklar kavramı, klasik liberalizmde, tanrı ve ruh ile temellendirilmişti. yani devredilemiyor çünkü asıl hak sahibi tanrı.
eski uygarlıkların tanrı-kralları bunu düşünmemişlerdi mesela. hrıstiyan krallar ve papa da. herkesin ruhu vardı ama bu ruh onlara siyasi bir özgürlük alanı vermiyordu. arada öyle bir bağlantı kurmak iktidarın işine gelmedi. ama bir grup seküler düşünür bu bağlantıyı kurdu, halka anlatabildi ve gayet de tuttu.
o kadar tuttu ki, 200 yıl sonra denklemden tanrı’yı çıkardığımızda bile, hala insanlar bu devredilemez haklara samimiyetle inanıyorlar. devletin bu hakları, diğerlerine karşı, hatta kişinin kendisine karşı dahi korumasının gayet doğal olduğunu düşünüyorlar. buna inandıkları için de sistem kör topal işliyor.