İnsan Yapımı Şeylerin Ağırlığının, Tüm Canlıların Ağırlığını Geçmesinin Bize Anlattığı Şeyler

İnsan yapımı olan gökdelenler, arabalar ve bilgisayarların ağırlığının dünya üzerindeki bütün canlıların ağırlığını yakalaması ve hatta geçmesi üzerine derin düşüncelere dalmamak zor.
İnsan Yapımı Şeylerin Ağırlığının, Tüm Canlıların Ağırlığını Geçmesinin Bize Anlattığı Şeyler
iStock

dünyadaki insan yapımı materyalin ağırlığının, tüm canlıların toplam ağırlığını geçmiş olması ufkunuzu açabilir.

nature'da 2020 yılında yayınlanan bir makale; beton binalar, asfalt yollar, çelik gökdelenler, plastik ürünler, giysiler, bilgisayarlar ve akla gelebilecek diğer insan yapımı her şeyin toplam ağırlığının, yaşayan tüm canlı varlıkların toplam ağırlığı olan 1.1 trilyon tonu bulduğunu ve hatta geçtiğini ortaya koyuyor. https://www.nature.com/articles/s41586-020-3010-5

nobel ödüllü kimyager paul crutzen'in ortaya attığı anthropocene/antroposen (insan çağı) terimi, içinde bulunduğumuz çağın ortada müdahale edilemeyen yüce bir güç konumundaki doğaya fikrine dair hiçbir şey bırakmadığı, insanın ise sadece doğada var olmaya çalışan aktörlerden biri değil, doğanın bizzat kendisini yeniden üreten ve dönüştüren bir güç hâline geldiği tespitlerini sunuyordu. bu bağlamda, ilgili nature makalesi, bu terimin basit ve politik olarak populist bir çıkışın değil gerçek bir değişimin tezahürü olduğunu gösterir nitelikte. yine de bu gerçekliğin altında eleştirilebilir bazı tutumlar yatıyor.


bu eleştirilerden birini 20. yy'ın önemli düşnürlerinden günther anders, insanın eskimişliği adlı eserinde dile getirmiş ve endüstri devrimlerinin peşi sıra birbirini kovaladığı, aslında hâlâ içinden geçmekte olduğumuz güncel zamanlara dair şu tespitte bulunmuştu:

"tüm insanlar ölümlüdür" cümlesinin yerini günümüzde "insanlık bütünüyle ortadan kaldırılabilir" aldı. insan yapımı atom ve hatta hidrojen bombalarının etki gücü şüphesiz buna yeterli. böylece aslına bakılırsa kutsal metinlerdeki dış kaynaklı helak olma tasvirinin yerini insanlığın atom bombasıyla intiharı tasviri aldı bile. eski hikâyede ceza ahlâki normlara uymayan insana kesiliyordu. peki bu yeni hikayede ceza kime kesilecek? sorumluluk kimde? inşa ettiğimiz ve sorumluluğun devredilebileceği varlıklarda, kehanetler ve türlü gelecek planları simüle eden elektronik vicdan makinelerinde.

anthropocene terimi bu tespitle daha da güçleniyor gibi duruyor ama işin ilginç tarafı da zaten burada. insanlığın güçlenmesiyle güçten düşmesi bir ve aynı zamana nasıl ve hangi düzeyde denk gelebiliyor? bu durumun altında yatan paradoks daha derin bir yüzeydeki gerçekliğe mi gönderiyor yoksa bu sadece basit bir retorikten mi ibaret?

bu duruma benzerliği çarpıcı olan bir örnek verelim. yunan mitolojisinde bilim, uygarlık ve zekayı simgeleyen, tanrılardan çaldığı ateşi yarattığı insana veren ve bu başkaldırı ile kibri yüzünden de zeus tarafından kafkas dağında zincire vurularak bir kartal tarafından sürekli iç organları kemirilerek acı çekmeye mahkum edilen prometheus çağlar boyu insanın doğanın acımasızlığı karşısındaki dik duruşunu bazen de beyhude gözüken çabasını resmetmişti. tıpkı anthropocene teriminin çağrıştırdıklarındaki gibi, ona dair de mevzubahis iki zıt duygunun aynı anda ve bir arada bulunduğundan söz etsek yanlış olmaz.


prometheus gururu
: insanın dünyadaki her şeyi, kendini dahil, kendinin bir eseri ve başarısı olarak görmesi.

ve bu gururla atbaşı giden prometheus utancı: eserleri (robotlar, yapay zeka, kompleks ve kontrol edilemez teknolojik gelişmeler) karşısında kendisini iyiden iyiye yetersiz görmesi.

bu sene vefat eden ve çağdaş fransız felsefesi ekolünün son temsilcisi sayılabilecek jean-luc nancy, üçüncü hâlin imkansızlığı ilkesine meydan okuyan bu durumun, insanın, radikal sonluluğunu kavrayamamış olmasından kaynaklandığını ifade ediyordu. teknoloji de aynı sebeple bir fetiş kelimesi hâline gelmişti. zira teknolojik insan, kendisini tamamlanmamış ve bitmemiş olarak konumlandırırken, dünyayı ise ancak yapay eserleri vesilesiyle yuva olarak görebiliyordu. oysa, bulunduğu çevre anlamında dünya, insan (da-sein) için çok daha kökensel ve dolayıma ihtiyaç duymayacak bir yuvadır. dolayımlı olan ise zaten bu şekilde bir yuva olma özelliği gösteremez.

günther anders ise, hesaplamalı teknoloji çağının bir getirisi olarak bir algılama biçimini betimler. artık insanın radikal sonluluğunu, yani ölümü bile rafa kaldıran yeni tipte bir ölümle karşı karşıya kalmışızdır: önemsizlik. bu önemsizlik içerisinde, insanın radikal sonluluğu, telafi edilebilir nicelik olarak kodlanmakta ve üretim araçları bir araç olmaktan çıkıp amaç hâlini almaktadır. amaçların amacı oldukları şey de yeni araçları üretmektir.

peki amaçlar dahil olmak üzere her şeyin araçlara dönüştüğü yerde, yeni olana ne kadar yer kalır?

ufukların mütemadiyen iki katına çıktığı yerde perspektife ne kadar yer kalıyorsa, o kadar olsa gerek.