İnsanı Duvara Toslamış Gibi Yapan Metal Grubu Gojira'nın Albüm Albüm Kısa Tarihi
gojira... fransa'dan çıktığına bir türlü inanamadığım, mükemmel adamlar. gerçi fransa konusu metalde hep kafamı karıştırmıştır. hellfest gibi bir organizasyonun düzenlenebildiği düzeyde bu müzikten haberi olan, bu müziği seven bir ülkeden neden hiç mainstream bir grubun çıkmadığı konusu herkesin garipsediği bir konu olsa gerek. hep "yumuşak ve romantik bir dil konuştukları için" şeklinde taşak ağırlıklı bir yorum yapılır (gerçi bırak yumuşak ve romantik olmasını fransızcayı bok gibi bulan bir ben varım dünyadan sanırım). neyse, gel gelelim en azından bir tane kült grup çıktı 2000'li yıllardan sonra. üstelik de paris'ten lyon'dan falan değil; ispanya sınırında, neredeyse köy denilebilecek bir yerden çıkmışlar (adını unutmuşum, bakmaya da üşendim). demek ki isteyince oluyormuş.
geleneksel olarak, diskografi analizi:
terra incognita ve the link dönemi
yalnız metal ya da müzik alanında değil, her alanda her orijinal sanatçı iki ayak üzerinde durur. bir ayağıyla önceden yapılmış sanattan öğrendiklerini aynen sunar, klasik yapıdadır yani, öbür ayağını da öne atarak yeni bir şey söyler. metal gruplarında arkadaki ayak doğal olarak ilk ya da ilk birkaç albümde görülür. nedense gojira'nın ilk iki albümünde ters bir durum olmuş. terra incognita epey özgün, teknikle progresifi karıştıran, tam anlamıyla "gojira tarzı" denebilecek müthiş bir müzik sunarken; the link benim yorumuma göre death metal'in duvarlarını çok da fazla aşamamış, cannibal corpse'tan, possesed'den bolca dinleyebileceğimiz şarkıların üzerine azıcık gojira baharatı katmakla kalmış bir albüm olarak karşımıza çıkıyor. terra incognita çok güzel bir albüm. clone, blow me away you gibi şarkıları şiddetle tavsiye ederim.
from mars to sirius
bahsettiğim "yeni bir şeyler"i, söylemek değil avaz avaz bağırmaya başladıkları albüm bu. en başta şu balinalı gezegenli albüm kapağınızı yerim. işte benim sevdiğim metal bu. insanlara alternatif bir öykü sunan, alıp başka yerlere götüren. kimi şarkılarda introlarda balina sesleri duyabilirsiniz. flying whales, ocean planet, unicorn(aşırı tatlı, yumuşacık bir parça), ve global warming bu albümdeki favori şarkılarım. ama baştan sona müthiş bir albüm olduğunu da belirteyim.
the way of all flesh
bir albüme oroborus'la başlamak nasıl bir hamledir öyle lan. yani sırf bu şarkının, kime dinlettiysem hayran kaldığı tapping'li hammer'lı introsu bile adama albümün geri kalanını dinlettirmeye yeter. grubu dinlemeye başlayacaksanız bununla başlayın. a sight to behold, elektronik seslerini bayağı bayağı sevdiğim, çok çok güzel bir şarkı. cidden, günün birinde böyle insanları dumura uğratıcı bir belgesel falan çekmeye kalksam arka planında bu olurdu heralde. böylece favori şarkılarımızı da açıkladık. bu arada from mars to sirius'tan müzikal tarz olarak çok da bir fark yok, ama bu biraz daha sert diyebilirim sanırım.
l'enfant sauvage
gittikçe gelişiyor ve güzelleşiyorlar adamlar. albümü dinlemeye başladığım gün, albümle adaş şarkının 00:25'te başlayan kısmını ilk kez dinlediğimde verdiğim tepki "böyle bir şey olamaz" oldu. size de aynısını tavsiye ederim. karanlık, etkileyici, beyne vurucu, sürükleyici havasına ölüyorum bu adamların. bunun dışında born in winter da beni önce ismiyle, sonra tamamıyla vuran bir eser oldu. liquid fire çok güzel. the wild healer da from mars to sirius'un unicorn'u gibi fantastik bir enstümantal. bir favori şarkım daha mevcut; ama orada neredeyse komik bulduğum bir durum var: the emptiness'ın 00:33'e kadarki riffi tamamen saçmalık. saçma ve çocukça denecek denli saldırgan ve çiğ geldi bana. o saniyeden sonra ise, şarkı, kalkıp tüm kötülüklerin anasını hunharca sikmeni gerektirecek şekilde devam ediyor (bu cümleyi yazarken biraz seksist buldum ama kötülüğe saldırganlık ve içkinin güzelliği kavramlarını barındıran kinayeli güzel bir metafor oldu. o yüzden vazgeçmiyorum, affedin). o denli gaz, o denli müthiş (ekleme: the gift of guilt'i saymayarak ayıp etmişiz. kafayı yeme sebebi bir şarkı).
magma
genel anlamda alışagelen gojira tarzından uzak bir yapı barındıran bir albüm. bana sorarsanız başaralı mı? evet, gayet başarılı bir albüm. ancak grubun from mars to sirius albümü ile büründüğü kimlik, aradan yıllar geçmesine rağmen sevenlerinde ister istemez daha büyük beklentiler uyandırıyor. duplantier kardeşlerin acı kaybı ve 'yerimizde saymamak için değişik bir çalışma yapmalıyız' düşüncesi, bu albüme yön veren iki temel unsur durumunda. albümün açılış parçası olan the shooting star, albümde dinleyiciye nasıl bir şey sunulacağını göstermek adına yapılmış iyi bir tercih. bu, gojira tarzından uzak depresif şarkıyı silvera takip ediyor. 'aha işte gojira çıktı' diyebileceğimiz tarzda, grubun kendilerine özel rifflerini barından bu şarkı, ilk dinleyişte bir heyecan uyandırıyor. albüm, low lands gibi şahane bir eseri barındırıyor olsa da stranded, kim ne derse desin gojira klasikleri arasına girebilecek düzeyde. bana kalırsa o sert havanın yanında görülen en büyük eksiklik mario'nun epey geri planda kalması. bunun yanı sıra gojira'yı gojira yapan özgünlük kavramı, farklı havada da olsa korunarak iyi iş çıkarılmış.
gorjira'da adını tam koyamadığım bir şey var. kendilerini çok sevmemin sebebi olan tek şey. şimdi, genel olarak albümleri, şarkıları güzel. yani en beğenmediğim the link'lerinde bile öyle kolay kolay çöpe atılabilecek bir şarkı yok. ama onları herhangi bir "iyi grup"tan çok daha üste taşıyan şey farklı; yaklaşık -bilemedim ama- 10 şarkılarında yaptıkları, aşırı gaza getirici, tek kelimeyle kusursuz bulduğum, adamı yeri gelse zırıl zırıl ağlatacak bir melodi parçası oluşturabilmeleri. in flames ya da amon amarth gibi diğer sevdiğim ya da taptığım gruplarda bu yoktur mesela, şarkı komple belli bir seviyede güzeldir. ama gojira şarkının belli bir yerinde adamın ağzına sıçar, walter'ın mavi malını bir 10-15 saniyede çektirir, bir süre sonra kendi tarzının klasik death riffine döner. opeth de yapıyor bunu örneğin. gel gör ki bunu sadece progresif olmalarıyla açıklayamıyorum. öyle.
bir araba laf edip çevreciliklerinden bahsetmemek olmaz. dünyanın, doğal dostlarımız olan hayvanların ölmekte olduğundan bahsederler hep. 1990'lı yıllardan sonra ortaya çıkan, ki benim de bayıldığım, "entelektüel duruşu olan metal grubu" tanımına da her türlü uyuyorlar.
güle güle hayırlarını görelim, öpüp koklayıp başımıza koyalım. 2000 sonrası metalini şekillendiren gruplardan biri budur.