İnsanı Hevesiyle Çeşitli Endişeleri Arasında Sürükleyen Eylem: Tek Başına Tatile Çıkmak

Tek başına olmayı yalnızlıkla bir tutmayan Sözlük yazarlarının anlatımıyla yola bir başına koyulmak nasıl bir şeymiş, bakalım.
İnsanı Hevesiyle Çeşitli Endişeleri Arasında Sürükleyen Eylem: Tek Başına Tatile Çıkmak
iStock


plansızca tek başına çekip gitmek... o plansızlığın önüne çıkaracağı yepyeni deneyimleri kucaklamak.. 

özellikle çok uzaklara, hiç bilmediğin, tanımadığın ve tanınmadığın yeni bir yerse, o yeri keşfederken bir parça da kendini keşfetmeye başladığını farkedersin.. tek başına bir kadın başka bir ülkede.. ya başına birşey gelirse? 

çevrendekilerin şaşkın ve tedirgin nidalarına güler geçer, öylece tek başına gidersin işte.. hiç de zor değildir.. 

araba kiralarsın, canının istediği yöne doğru gidersin, o ilk anlar sudan çıkmış balığa dönersin, tek başına, başka bir ülkede, bilmediğin bir istikamete doğru direksiyon salladığın ilk anlar.. bu ben miyim? geldim mi? burada mıyım? 

yanında yok oraya değil şuraya gidelim, yok burada şu kadar kalalım diyecek kimse yoktur.. park ettiğin yerde canın ne kadar istiyorsa o kadar kalırsın.. 5 saat de olabilir 5 gün de.. o an nasıl istiyorsan öyle.. yol yordam öğrenirken orada burada, güldürürsün kendini.. kaybolursun bazen yollarda ama kaybolmak başka güzel şeyler çıkarabilir karşına.. bir mola kasabasında, dur yaw gelmişken bu kadar, şuraya da bir uğrayalım bakalım deyip plan değiştirebilirsin ve o değişiklik inanılmaz bir anı bırakabilir yaşamında.. yeni insanlar tanırsın kısa molalarda.. fransa'da nargile dükkanı olan bir tunuslu mesela, bir kafe işleten san domingolu bir genç mesela, bir polonyalı, bir senegalli mesela.. küçük molalarda tanırsın onları ve hayatına sayılı dakikalar için girer, sonsuza dek çıkarlar.. 

o kadar kolaydır ki hayat.. çok ünlü bir şehir var 2 saat ötende örneğin ama yanında başka bir seçenek de var.. ne yapsam? düşünürsün.. birini seçsen birinden vazgeçeceksin.. ve 1 saniyede karar verirsin... o kadar yakınken o ünlü kentte, vazgeçmek 1 saniyeni alır, başka bir istikamete doğru yol alırsın.. karışanın yoktur.. o kadar kolay.. bu kolaylık hissi mutlu eder insanı..

her gece ucuz otel-pansiyon ararsın.. ne rezervasyonu? yoktur.. izbe odalarda kalırsın ama seversin her birini.. 

hep yorgun argın ama mutlu girersin o odanın yatağına.. yalnız ama mutlu.. sabah yeni bir yol başlar..

bir kasabaya aşık olup orada günlerini geçirebilirsin.. sözlük nick'in olacak kadar vurulursun oraya..

ve o kasaba yüzünden keşfetmesi günler sürecek bir kentte kalış günlerini azaltabilirsin.. istediğin kararı verebilirsin.. çekiştiren yok.. rahat zamanlar..

tek zor yanı gecelerdir.. yemekten sonra az dolanıp, bir kahve içip odana çekilme vakti gelir.. bir tek geceler zordur yalnızken.. kişisine göre öyledir ya da değildir aslında.. 

kentte arabana hoşçakal deyip bir bisiklet kiralarsın.. bunu yapmaya karar verene kadar ayak tabanların çoktan su toplamıştır yürümekten.. bisikletle uça uça dolaşmak kadar az keyifli şey vardır hayatta.. olağanüstü güzelliklerin hızlı keşfi.. çapkın erkeklerden korunmaya çalışırsın ama pek tatlıdır onlardan korunmak.. sohbetleri zarar vermez, yapışmazlar ve nazikçe yalnız kalmak istediğini söylediğinde gülümser ve yok olurlar.. ya da ben şanslıydım.. orada bile yalnız tatil yaptığını duyanlar şaşırır, şımarıkça hoşuna gider bu çünkü bu yolculuğu tek başına yapıyor olmak, buna cesaret edip üstesinden gelmek iyi hissettirir.. aslında cesaret edilmeyecek bir şey olduğu için değil, alışılmadık olduğu için.. bir arkadaşla, sevgiliyle yapılan tatilin de yeri, güzelliği ayrıdır.. fakat yalnız tatil yapmanın verdiği hisler bambaşkadır... tatil de değil, bir yolculuk.. yorulduğun, araba kullandığın, otel aradığın, tren istasyonlarında beklediğin, yürüdüğün, pedal salladığın, sürekli yollarda olduğun bir yolculuk.. ne anlarım ben güneş altında yatmaktan? 2 gün yeter.. çekip gitmek lazım bilmediğin yerlere, yolculuklar lazım..

kuş gibi hissetmek, keşfetmek, hesap kitap yapmadan kaybolmak lazım..

tek başına yola çıkmak mükemmel bir tatil türü. hele de çevresinde sürekli insanlar olan birisi için.

mümkünse plan yapmadan, sezon dışı bir dönemde, mesela eylül..arabaya atlayacaksınız, güzel bir playlist, içinde led zeppelin, depeche mode, radiohead muhakkak olacak.

yolda güzel gördüğüm her yerde duracağım. bir orman manzarası, bir göl, deniz kenarı..sadece duracağım ama..fotoğraf çekmek yok. güzellikle aranıza ekran sokmayın. hatıraları saklamanın en güzel yolu onları zihninizdeki hafıza sarayının dekorasyonunda kullanmak. manzaraya bakarken bir sigara yakacağım ve sadece izleyeceğim güzelliği..

hedef yok. rezervasyon yok. şu saatte şuraya yetişeyim derdi yok. sadece kendinizle güzel vakit geçirmek için bu tatil. yol sizi nereye götürdü bilmiyorum. beni turunç koyuna ya da kaş'a götürebilir. ben de bilmiyorum. yola çıkınca öğreneceğim.

kalacağınız yere vardınız. odaya girdiniz. sessizlik, yalnızlık..önce hızla bir denize girmek gerek. benim ayağım suya girmeden tatilim başlamaz. sonra duş ve uyku. istediğiniz kadar. gezilecek, görülecek yer listesi falan asla yok. uyanınca güzel bir restoranda iyi bir yemek. tadını çıkararak. güzel bir müzik eşliğinde. yanınızda iyi bir kitap. ben yerken okumayı çok severim. şarabımı yudumlar, kitabımı okur, bir yandan her lokmanın tadını yavaş yavaş alarak yerim..

sonra sahilde yürürüm. kimse olmaz o saatte. kulaklığım olmadan çıkmadım tabii. iyi bir müzik. ay ışığı. bir yerde oturup denizi izler, düşünürüm. saatler geçirebilirim orada.

sonra odama giderim. turunç'a gitmişim çünkü orada kocaman balkonlu odaları olan bir butik otel vardı. oradayım. balkonda oturup manzarayı izlemeye devam ediyorum. şaraba devam. kitaba devam. çocukları arıyorum. yatmadan mutlaka konuşurum. iyi geceler konuşması. özledim onları. özledim sizi diyorum. ama iyiler keyifleri yerinde.

telefonu kapatıp balkondaki hamağa uzanıyorum. sigaramı içip dünyayı insanları düşünüyorum. hayatı. bize dayatılan şeyleri. tatilin nasıl olması gerektiği bile belirlenmiş. erken rezervasyonlu aile tatilleri, kalabalık oteller, yalnızlığa asla izin yok, sürü takip edilmeli. yok öyle diyorum, yok öyle.. gülümseyerek uykuya dalıyorum.

hayatta 4-4-2 yerine 1-2-1 taktiğini uygulamaya çalışmaktır.

1 kişi çıkılır tatile, her şey yolunda giderse 2 kişi tatil yapılır ve eve yine 1 kişi dönülür.
görüldüğü üzere orta sahayı kalabalık tutmak bu taktikte de çok önemlidir.

offff, tek başına tatile çıkmak bir insan evladının yapabileceği en güzel şey...

2007 senesinde tecrübe ettim. boşanma arifesinde, binbir duygu ve düşüncenin sıra ile beynimi ve kalbimi ele geçirip, dünyanın gürültüsünü çıkarıp, vücuduma türlü işkenceler yaptıkları bir dönemdeydim. iki haftada 7 kg vermiştim. uyumuyordum, yemek yemiyordum, sigara ve çayla besleniyordum. bir arkadaşım "gel biraz uzaklaşalım buradan" dedi, yok, kimseyi çekecek halim yok ama o zamanlar. kendi sesime tahammülüm yok ki, "biz" kelimesi tüm anlamını yitirmiş, aslında herşey anlamını yitirmiş. çok sevmişim ve haksız bir penaltıyla boktan bir gol yemişim, öyle bir sert vurmuş ki o, top ağları delmiş geçmiş. ağları onarmak lazım, eee bunu da yalnız yapmak lazım. minik bir çanta hazırladım zar zor kaldırarak güçsüz düşmüş kollarımı. uzun bir zaman sonra otobüse bindim ilk kez. biz beş yıl boyunca hep arabayla çıktık tatillere çünkü, her güzel manzarada durduk, ben sigara içtim, o resim çekti. garip garip yollara girdik, köyleri gezdik hep ısrarımla, hiç tanımadığımız insanların çayını içtik. otobüsle öyle değil ama seyahat, kuralları var bir kere, bir rutinin içindesin, duracağı ve dolayısı ile duracağın, yemek yiyeceğin ve hatta tuvalete gideceğin yer belli. daha kalkmadan otobüs pişman oldum, daha o anda zul geldi bana... ama yenik düştüm uykuya ve gözümü açtığımda cennet bildiğim yerdeydim, kaş'ta... iki gün odadan çıkmadım, sadece çayın yerini bira aldı, bir de uyumayayım daha çok içip daha çok ağlayayım diye kahve elbette... o iki günün sonunda büyükçakıl'a gittim, iki ay önce onunla denize girdiğimiz yerde. yalnız ama tuhaf şekilde iyi hissettim. denize girdim, açıldım, çoook açıldım ki tek başıma asla açılmam ben, korkarım, ama "tek" olmanın hayatıma getireceklerinin ve götüreceklerinin muhasebesini yapmak için denizin ortası kadar iyi bir mekan yoktu aslında. tuhaf bir sessizlik ve insanı sarmalayan sonsuzluk hissi hem ölüme yakınlaştırıp hem yaşam vaadediyordu. deli gibi ölmek, hırsla yaşamak istiyordum. paketlerce içilmiş sigaranın tüm etkilerine rağmen hızlı hızlı kulaç atarak yaşamayı seçtim ben. o andan itibaren yine eski ben oldum, "neyiniz var" diyen herkese anlattım, başta ağlayarak, sonlara doğru beni tanıyanların gayet iyi bildiği son derece gürültülü kahkahalarımla... yemek yemeye başladım ve yine dans etmeye, çünkü dans etmezdi o, sevmezdi... iki gün ölüydüm evet ama kalan dört günde geri döndüm dünyaya. hem de kendime büyük sözler vererek... bir daha kimsenin beni kandırmasına asla izin vermeyeceğime yemin ederek... ay tabii ki tutamadım sözümü, kandım, eee kandıkça açıldı dikişleri yaralarımın, kanadı... ama bir daha asla eskisi kadar acımadı...

demem o ki, tek başına tatile çıkmak var ya, öyle çok derdin devasıdır ki... dünyaya hükmedecek kadar güçlü hissedersiniz bir an, sonra geç saatte yalnız yürürken tedirginliğe bırakır yerini... insan olmanın güzelliği bu değil mi zaten? anlık değişimleri... bu değişimleri sorgulamadan sadece keşfettiğinizde kendinizi buluyor ve çok seviyorsunuz. şimdi artık yaş gelmiş neredeyse kırka... etrafımda birkaç gereksiz ve tutarsız insan dışında güvenden bir çember var benim. keyifli kısmı da bu bizim yaşların. yanlarında kendiniz olabildiğiniz insanlarla çevrili olmak... dolayısı ile ben nereye güvenli çemberim oraya. bir de zaten şu saatten sonra hangi hakemin haksız penaltısına susarım, hangi şutun kaleme girip ağlarımı parçalamasına izin veririm ki, bir defans yaparım, üstüne hücuma geçer gol atarım, bu da yetmezse topu keser atarım be...