İnsanı Üniversiteden Soğutmaya Yeten Başa Çıkılamaz Bir Gerçek: Akademisyen Egosu

Üniversiteden yolu geçmiş herkesin bildiği bir durum. Gerek aldıkları eğitim, gerek akademik başarılar derken bazı akademisyenler önceliklerinden birinin de öğrenciler olduğunu unutuyor. Hal böyle olunca da ortaya kocaman bir ego ve karşısında bezmiş bir öğrenci çıkıyor.
İnsanı Üniversiteden Soğutmaya Yeten Başa Çıkılamaz Bir Gerçek: Akademisyen Egosu
iStock.com


aşağıdaki fotoğraftan görülebilecek ego.


akademisyenin ünvanının yanı sıra eğitimini tamamladığı okullara göre de değişen egodur. örnek vermek gerekirse texas doktoralı hoca sana senden önce selam verir, mit doktoralı hocayla yurtdışında yüksek lisans doktora hakkında konuşursunuz, başka bir yurtdışı doktoralı hocanın yanında odasında havadan sudan sohbet edersiniz; diğer yandan lisans yüksek lisans doktorasını aynı okulda tamamlamış, en son makalesini fi tarihinde yayınlamış bir dinozora selam verdiğinizde selam vermekten imtina eder, allahın bir anadolu üniversitesinden gelmiş araştırma görevlisi siktiriboktan bir bölüm dersiyle ilgili soru sordunuz diye trip atar. bu durumun sosyolojik bir açıklaması varsa keyifle dinlerim.

örneklerin hepsi aynı okul ve bölüme aittir.

genelde öğrenciyi ters köşeye yatırmak, stresten gebermesini zevk alarak izlemek olarak tezahür eder.


senin asıl işin neydi, öğretmek, unuttun mu? hahaha çalışsınlar ama iğrenç sorular hazırlayayım ki bi bok beceremesinler zihniyeti sana anca beddua getirir.

çok sinirliyim sözlük. yüksek lisansta bile nelerle uğraşıyoruz.

bana bir anımı hatırlatmış başlık. kısaca açıklamak istiyorum.

türkiye'de lisans öğrenimi süresince hiç bir hocamdan burada bahsedildiği gibi egoist bir yaklaşımla karşılaşmadım yani 6 profesör ve sadece bir hocanın burnu çok havadaydı, sürekli televizyon programlarına katılmasından dolayı, onunla da selamımı dahi kesmiştim onun dışında her hocamız ilgiliydi, her öğrenciye karşı. motivasyon mektubu isterseniz hemen yazarlardı, dersler hakkında konuşmak isterseniz, işlerini bırakır sizinle saatlerce konuşurlardı. her konuda saygıyı hak ediyorlardı.

ancak erasmus yaptığım sırada alanımızda dünyaca ünlü bir hoca ile bir gün, bir konu hakkında konuşmak için randevu almıştım ve kapısında onu beklerken tam saatinde gelip bana vaktini ayırmıştı. konuştuğumuz sırada kendisinin az önce şehrin belediye başkanıyla toplantıda olduğunu ve onu bırakıp benimle konuşmak için geldiğini söylemişti. öğrenciye verilen değerin bu kadar yüksek olduğunu gördüğüm zaman gözlerim doldu. kendisinin hala her makalesini okurum, öyle bir saygı ve sevgi duyuyorum.

torpilli ve sikik yardımcı doçentlerde en çok olandır. hakkıyla ve kıdemli profesör olanına doğru gidildikçe azalır.

attığın maillere cevap verecek düzeyde insaniyeti olmayan kişilerin egolarıdır. dünya yı bir sınıftan ibaret sanırlar. yüksek lisans ve iş hayatını bin bir zorlukla bir arada yürütmeye çalışırsınız. ancak bu onların umrunda değildir. onlar için önemli olan kafanı sıraya vurarak uyusan bile önlerindeki yoklama kağıdına imza atmaktır.

ben geçen sene yaz okuluna başlarken görmüştüm en büyüğünü, nasıl yani diye öylece kala kalmışımdır. insanın sinirlerini fazlasıyla bozan bir şey. insanın içinde ders çalışma arzusu eksilere götürendir aynı zamanda. 

hiç unutmam adam resmen ilk derste ben sizi götünü yırtsanız dahi geçirmeyeceğim, hele büte hiç güvenmeyin demeye çalıştı açık açık. o zaman pek sallamamıştım, nasılsa elimden geleni yapacağım geçeceğim diye. öyle de olmadı tabi. vizede dalga geçti, vizem iyiydi ama finalden 4 alabildim anca. siniri "yaz okulunda maliye politikası dersi alınır mıymış, öyle kolay öğrenilir miymiş bu ders" düşüncesinden kaynaklıymış. amk herifi dönem içinde çok güzel anlattı ondan ikinciye aldık çünkü koca sınıf. haydi tamam finalde de sıçtık bari büt yani bi' ihtimal düşüncesi sonra. 

büte girdim normalde çarşaf gibi kağıtlarla gelen hoca sınıfa elinde boş kağıtlarla geldi. tahtaya fosforlu yeşil kalemle 2 soru yazdı, sınıf o kadar kalabalıktı ki, sorunun zorluklarını bir kenara bırak, soruyu yazamayanlar dahi oldu en başta. hoca da alttan alta güldü. kimse yapamayınca ee içeride oturmanın pek de bir mantığı yok yani, dışarıyı izlemek de bir yere kadar. bütler açıklandı herkes 25 almıştı. şimdi ne desem yakışır ama bence en iyi yakışan (bkz: orospu çocuğu)

temelinde, kendinden önceki akademisyenlere(hocalarına) karşı korku ve onlara duyduğu göstermelik saygı yatar. bu nedenle pek sağlıklı değildir.


zaten dikkatli bakarsanız göreceğiniz şey; bir akademisyene geçmişinde ne kadar fazla köpek çekilmişse egosunun bugün o kadar yüksek göründüğüdür. göründüğüdür diyorum çünkü egosu en yüksek görünen bile karşısında dişini geçiremeyeceği birini gördüğünde mental olarak eski günlerine geri döner.

güzel sanatlar fakültelerinde az rastlanan durumdur.

bu yüzden seviyorum bu fakülteyi. o atölyelerde beraber çaylar içilir, o çamurlu ellerle yemekler yenir... herkes aynı duyguyu yaşar, keyiflidir. hocanız bir abiniz ya da ablanızdır, en önemlisi arkadaşınızdır.

edit: bazı kadın hocalar hariç

ego değil komplekstir. hayattaki varı yoğu elindeki bilgi birikimi, oturduğu koltuk olabilir. o yolda kaç gece uykusuz kalmıştır. ilişkilerinde başarısızdır, yeteri kadar duyarlı olamayacak kadar insanlardan korkuyordur. onlara karşı tek silahı not verdiği için görebildiği saygı ve çekincedir. bir sürü sebep sayılabilir. tabii bir de öğrencilerin ne tip sorularla kapıyı çaldıklarına bakmak lazım. bazen beklentinizi yüksek tuttuğunuz insanlar underrated çıkabilir. boş boş sorularla gelinmesin diye terslemiş olabilir, hakkı vardır.