İsmet İnönü Hükümeti, Nasıl Oldu da 2. Dünya Savaşı'na Türkiye'yi Sokmamayı Başardı?

Türkiye, 1939-1945 arasında bütün Avrupa birbirini gırtlaklarken nasıl bundan uzak kalmayı başardı?
İsmet İnönü Hükümeti, Nasıl Oldu da 2. Dünya Savaşı'na Türkiye'yi Sokmamayı Başardı?

ismet inönü, ikinci dünya savaşı'nda türkiye'yi taraf olmaya zorlayan adolf hitler ve müttefik devletler'e hiçbir şekilde boyun eğmeyen ve türkiye'yi bir uçurumdan kurtaran diplomasi ustasıdır. ayrıca ikinci dünya savaşı'nın o zorlu günlerinde bir ekmek kuyruğunda "paşam bizi ekmeksiz bıraktın" şeklinde sitem eden bir çocuğa "evet sizi ekmeksiz bıraktım ama babasız bırakmadım!" şeklinde muhteşem bir cevap vermişliği vardır.

bazen sessiz kalmak bile bir savaş taktiği olabiliyor

türkiye'nin ikinci dünya savaşı'ndaki tavrı tam da bu sessizlik üzerine kuruluydu. ama bu sessizliğin altında öyle yoğun bir diplomasi trafiği, öyle ince hesaplar vardı ki, bugün bile ismet inönü'nün savaş dönemi boyunca uyguladığı diploması ustalığını takdir ediyoruz. adolf hitler'in yani nazi almanyası'nın ve müttefik devletler'in türkiye'yi kendi yanlarına çekmek için nasıl uğraştıklarını, bu uğraşların perde arkasını, gizli pazarlıkları, istanbul'a gelen nazi yetkililerini, almanya'ya giden türk subaylarını, goebbels'in istanbul turunu, churchill'in baskılarını ve ismet inönü'nün bu baskılara karşı satranç gibi oynadığı dış politikasını anlatacağım.

1939'da savaş patladığında almanya, tüm avrupa'yı adım adım yutmaya başlamıştı

polonya gitti, fransa gitti, sıra ingiltere'ye gelmeden önce hitler'in bir planı vardı: doğu'da sovyetler'le çatışmadan önce arkasını sağlama almak. o yüzden balkanları, orta doğu'yu, kafkasları kapsayan bir güvenlik şeridi yaratmak istiyordu. bu şeridin kilit taşı ise türkiye'ydi. almanya için türkiye sadece stratejik bir bölge değildi; boğazlara hâkim, ortadoğu'ya kapı, sovyetlere komşu ve osmanlı'dan kalma askerî geleneklere sahip bir ülkeydi. hitler'e göre türkiye savaşa almanya'nın yanında girseydi, sovyetler arada sıkışıp kalacak, ingilizler ise akdeniz'de boğulacaktı. yani hitler'in kafasında şöyle bir denklem vardı: “türkiye bizimle olursa, ingilizler süveyş'e kadar çekilmek zorunda kalır, sovyetler iki cephede savaşır, savaş bir yılda biter.” bu yüzden almanya, 1940'tan itibaren türkiye'yle yoğun bir diplomasi trafiğine girdi.

13 nisan 1939 yılında, yani savaş patlak vermeden hemen önce, nazi almanyası'nın en önemli propaganda ustası joseph goebbels istanbul'a bir ziyaret gerçekleştirdi.


bir nazi bakanı durduk yere niye istanbul'a gelsin? çünkü istanbul o dönemde sadece türkiye'nin değil, bütün dünyanın gözünün üzerinde olduğu bir şehirdi. casus kaynıyordu resmen. goebbels'in istanbul'a gelişi bir ziyaret gibi görünse de asıl amacı propaganda ve nabız yoklamasıydı.


istanbul'da alman dostu gazetecilerle, siyasetle içli dışlı iş insanlarıyla görüştü. türkiye kamuoyunun almanya'ya ne kadar yakın olduğunu, halkın savaş konusundaki nabzını ölçtü. otellerde, lokantalarda, hatta vapurlarda kulağını dört açtı. yani türk halkının alman heyetine karşı olan tutumunu gözlüyordu, fakat tek gözleyen o değildi, milli istihbarat teşkilatı goebbels'in ziyaretinden haberdardı ve onu gözlem altına aldı.


bu ziyaretler sürerken, türkiye de boş durmadı. 1941-42 yıllarında almanya'ya askerî ataşeler, subaylar, bakanlar düzeyinde heyetler gönderildi. bunların arasında en dikkat çekeni, dönemin genelkurmay başkanlığı'ndan gönderilen askerî heyetti. cemil cahit toydemir, hüseyin hüsnü emir erkilet subaylar almanya'yı ziyaret ettiler ve bizzat hitler'le görüştüler.


bu görüşmelerdeki hedef; almanların savaş düzenini, teknoloji ve taktiklerini yerinde görmekti. türk subayları, doğu cephesi'ni gezdi, hatta bazı alman kışlalarında eğitimlere bile katıldı. hitler, türk askerî disiplinine hayran kaldığını açık açık dile getirdi. hitler'in türkiye'ye ilgisi olduğu gibi, türkiye tarafında da nazi almanyası'na karşı halk ve üst düzey bazı isimler derin sempati besliyordu. öyle ki, 1936 yılında berlin'de düzenlenen olimpiyat sırasında türk sporcular adolf hitler'e nazi selamı vererek sevgi ve saygılarını göstermişti.


bu ziyaretlerde, almanlar türkiye'ye modern silahlar, tanklar, hatta uçaklar verme teklifinde bulundu. ama her zaman “kendi saflarına katılma” şartıyla... işte o kırmızı çizgiydi. türkiye o çizgiyi aşmadı. hitler'in derdi sadece askeri değil, ideolojikti de. kafasında, italya'yla birlikte türkiye'yi de yanına alarak akdeniz'i bir "mihver gölü" haline getirmek vardı. zaten italya'yla birlikte türkiye'ye çeşitli baskılar yapılıyordu. özellikle 1941'de balkanlar'a alman ordusu girip yunanistan'ı işgal edince, türkiye'nin sınırları adeta nazi ordularıyla burun buruna geldi. bu sırada von papen, türkiye'de almanya'nın büyükelçisi olarak görevdeydi. türkiye'yle savaş dışında ama almanya'ya yakın bir duruş geliştirmek için adeta cambazlık yaptı. von papen, ankara'da saygı gören bir diplomattı. ama ankara'daki ingiliz büyükelçisi sir hughe knatchbull-hugessen ile kapışmaları meşhurdur. fakat türkiye ne zaman savaşa girecek gibi olsa, ismet inönü ortaya çıkıyor ve bunu engelliyordu. yani ismet inönü bu dönemin gerçek başrolüdür. yani adam bir yandan hitler'le, bir yandan churchill'le, bir yandan da stalin'le muhatap oldu. hepsi türkiye'yi kendi yanına çekmek için bastırdı. ama inönü hepsine “evet” der gibi yapıp, aslında “hayır” dedi. 1941'de almanya'yla bir dostluk antlaşması imzalandı. ama hemen ardından ingilizlere “merak etmeyin, bu sadece zaman kazanmak için” mesajı verildi. aynı yıl, sovyetler'le de bir saldırmazlık paktı imzalandı. türkiye o dönemde resmen diplomatik bir ip cambazıydı.


1943'teki meşhur kahire konferansı'nda ismet inönü, churchill ve roosevelt ile görüştü


müttefikler “almanya zayıfladı, artık bizimle savaşa girin!” şeklinde bastırıyordu. fakat ismet inönü “türk ordusu savaşa hazır değil, ülkemizi ateşe atamam!” şeklinde bu baskıları göğüslüyordu. bu cevap churchill'in hoşuna gitmedi ama saygı duydu. çünkü herkes türkiye'nin bu “dengede kalma” politikasını anlıyordu. hem almanya'ya meyletmeden, hem de ingilizleri karşısına almadan bir dış politika izlemek; kolay iş değildi. savaş sona erdiğinde türkiye, savaşın galipleriyle aynı masadaydı. 1945'te almanya'ya ve japonya'ya savaş ilan etti. bu savaş ilanı savaşın sonunda ve sembolikti ama bu ilan sayesinde birleşmiş milletler'in kurucu üyelerinden biri oldu. bu hamle, türkiye'nin batı'yla entegrasyonunu hızlandırdı. sovyet tehdidinin giderek arttığı bu dönemde, türkiye kendini bir kez daha doğru bir pozisyonda buldu. 1952'de nato'ya girdi. bu girişi hazırlayan en büyük hamle ise, savaşa girmemek olmuştu. çünkü eğer almanya'nın yanında savaşa girseydik, savaştan sonra işgal edilmiş, bölünmüş bir türkiye olacaktık. türkiye, ikinci dünya savaşı gibi dünyanın en kanlı savaşında tarafsız kalmayı başardı. ama bu tarafsızlık öyle "kenarda oturduk" gibi bir şey değildi.

göz göze geldiğimiz taraf adolf hitler'di. türkiye'yi kazanmak için propaganda bakanlarını, generallerini, diplomatlarını yolladı. bizden askerî heyetleri berlin'e davet etti. ama ismet inönü ve ekibi, adeta diplomasiyle dans ederek türkiye'yi bu büyük savaşın dışında tuttu.