İstanbul, Veba Salgınından ve 90'lardaki Fare İstilasından Kedileri Sayesinde mi Kurtuldu?

Öncelikle muhtemel bir yanlış anlamayı düzeltelim: Osmanlı da zamanında vebadan nasibini almıştı ancak nedendir bilinmez, "Anadolu halkı vebadan etkilenmedi" gibi bir düşüncenin hakim olduğunu görebiliriz. Ekşi Sözlük'te de beslediğimiz kedilerin fareler üzerinden yayılan vebadan insanları koruduğundan bahsediliyor. Bunu ve İstanbul'un fare sorunuyla uğraşan günümüz New York'u gibi olmamasının sebeplerini açıklamış Sözlük yazarı "shinigami ryuk".
İstanbul, Veba Salgınından ve 90'lardaki Fare İstilasından Kedileri Sayesinde mi Kurtuldu?
iStock


öncelikle, avrupa veba salgını ile kırılırken biz kediler sayesinde kurtulmadık

aslında kurtulduğumuz düşüncesi nereden çıktı onu da bilmiyorum. osmanlı, kara veba başta olmak üzere bir çok veba fırtınasından payını aldı. bu olayların sonucunda bir kamu sağlığı sistemine kavuştuk. vebadan ölenlerin kayıt altına alınması, istatistik tutulması, temizliğe verilen önemin arttırılması sayesinde belki avrupa'ya nazaran "hafif" atlattık diyebiliriz. bir asırdan uzun süren veba maceramız, kimi salgınlarda günde 1000 kişi kaybetmişken ne kadar hafif kabul edebilirseniz artık.

veba salgınları, 16. yüzyıl süresince de istanbul'u adeta esir almayı başararak, şehirde yıkıcı sonuçların yaşanmasına sebep oldu. 1591- 1592 yılları arasında şehri esir alan veba salgınından dolayı günde yaklaşık olarak 325 kişinin ölmüş olduğu düşünülmektedir. padişahın dahi, kendisini salgından esirgemek üzere sarayını terk etmek zorunda kaldığı bu zaman diliminde şehirdeki çoğu dükkan kapatıldı ve ayrıca mahkumlar salıverildi.

16. yüzyılda olduğu gibi 17. yüzyılda da halil inalcık'ın verdiği bilgilere göre istanbul, 1625, 1637, 1648, 1653, 1673, 1765, 1792, 1812, 1837 ve 1845 ile 1847 yıllarında salgın hastalıklara karşı verdiği savaşta önemli ölçülerde nüfus kaybına uğradı. 1592 ve 1648 yılları arasında meydana gelen ve oldukça etkili olan salgınlar, günde yaklaşık olarak 1000 kişinin ölmesine neden olan büyük salgınlardı.

osmanlı kayıtlarında, 1637'de gerçekleşen veba salgını "büyük taun", 1655'de şehre hakim olan veba salgını ise "şiddetli taun" olarak isimlendirilmektedir. osmanlı salgın hastalıklar tarihi söz konusu olduğunda, gerçekleştirilen istatistik veriler göstermiştir ki, erken 16. yüzyıl ile 19. yüzyıl ortalarında en az bir osmanlı vilayetinde vebaya rastlanmıştır.

veba, 16. yüzyılda dünya üzerinde sadece belli bir dönem süresince etkili olduğu halde, 17. yüzyılı neredeyse tamamen kapsayacak bir biçimde şiddetli olarak hissedildi. 17. yüzyıl kahire'sinde ise, toplamda 18 vebalı yıl yaşandı. istanbul'da 1625 yılında etkili olan veba salgınında ise 200.000'den fazla kişinin öldüğü tahmin edilmektedir: 18. yüzyıl boyunca veba, akdeniz coğrafyasında etkili olamaya devam etti.


gelelim fare meselesine

özellikle istanbul için konuşuyorsak sosyal mecralarda yazılanların büyük kısmı zırvalık. doksanlı yılların başında istanbul bir sıçan cennetiydi. kedi popülasyonu da bugünden az değildi. bugün istanbul'un göbeği kabul edilen bir muhitte klozette iki kez sıçan bulmuşluğum, sıçarken götümü ısıracaklar paranoyası yaşamışlığım var. yani hayatım boyunca istanbul'da yaşadım da fare görmedim diyen insanın en fazla 2000 doğumlu olması lazım.

istanbul bir türk şehiri olduğu zamandan beri bu şehirde kediler var. fare sorunu ise yirmi yıl kadar önce çözüldü. bizde belediyeler 1994 civarında topluca haşereyle mücadele işine giriştiler. çok enteresandır, bu işin tepesine binen ve çözüme ulaştıran da recep tayyip erdoğan'dır. sanırım hayatının en faydalı dönemi istanbul belediye başkanlığı yaptığı dönemdir. zaten buradan aldığı artı puanlarla devletin başına taşıdı kendisini. neyse konumuz o değil.

o dönem belediyeler, evlere özel fare zehirleri dağıttılar. bodrum katlarını ilaçladılar, her yere yeşil kapsüllü zehir bıraktılar. bizim öyle içinde ninja kaplumbağalar yaşayacak kanalizasyon sistemlerimiz olmadığı için ilk olarak bu ufak yapıları zehirlemek zor olmadı. çöpler halkalı civarından kaldırılıp düzenli temizlik başlayınca fare sayısı azalmaya başladı. o dönem hız kazanan yeni inşaatlar ve eski binaların yıkılmasının da büyük etkisi var. halk zaten canından bezdiği için her türlü operasyona destek verdi ve sayılarını azaltmayı başardık. doksanlı yıllarda belediyelerin aldıkları bir kenara halka satılan fare kapanı ve zehirlerinin araştırması yapılırsa gerçek ortaya kabak gibi çıkar.

bugün hala beyoğlu bu sorunlarla uğraşıyor. çok fazla eski yapı var ve kimsenin pek sikinde olmadığı için birçok binada fare sorunu var. meydandaki dönercilerde, istiklal üzerindeki bir kaç restoranda kendi gözümle fare göreli henüz birkaç sene oldu. "ne yapalım eski bina, çözüm bulamıyoruz" diyorlar.

demek istediğim fareyle baş edemeyen avrupa şehirleri ayrı bir mesele, bizim şehirlerimizin türk/osmanlı/müslüman gen/gelenek/din hayvan sevgisi yüzünden faresiz vebasız olduğuna inanmak ayrı mesele. ne vebadan kediler sayesinde kurtulduk ne de bu şehirlerimiz yüzyıllardır faresiz böceksiz değillerdi. kendi payımıza düşeni zamanında yaşadık.