İstiklal Caddesi'nin 1996 Yılındaki Nostalji Bombası Yaşatan Görüntüleri

İstiklal Caddesi'nin 2000'li yılların başındaki fotolarını görmüş olabilirsiniz ama 90'ların tam ortasındaki bu görüntüler çok daha nadir. Buyrun.
İstiklal Caddesi'nin 1996 Yılındaki Nostalji Bombası Yaşatan Görüntüleri

İşte o görüntüler

rahmetli efsane belgeselcimiz süha arın'ın belgesellerini restore edip günümüz kalitesinde yayınlamasıyla tanıdığımız yeğeni evren arın, arşivden yine harika bir cımbız yapmış ve bizlerle paylaşmış... doksanları iliklerimize kadar hissedeceğimiz harika bir nostlaji.

benim favorim şark muhallebicisi'nin alüminyum vitrin ve kapısı oldu. bir anda geçmişe ışınlandım... hayır ağlamıyorum. gözüme doksanlar kazağı ve montu kaçtı.

edit2: o yıllarda ben ankara bebesiydim. istiklal'i ilk keşfettiğimde yıl 2005 ya da 2006 falandı sanırım. videoda kış kasveti, doksanlar melankolisi hakim. 2005'lerde gittiğimde videodakinden de daha güzeldi. ankara'dan gelen biri için film seti gibi gelmişti bana cadde. o ağaçların olduğu, her yerinden kültür sanat mozaiği fışkıran avrupalı turist dolu rengarenk istiklali görmüştüm.

crossing the bridge izleyip, siyasiyabend hayranı olduğum yılların güzel beyoğlu'su yaşanıyordu o dönem... hiçbir şey yapmadan tüm günü istiklal, tünel, galata mevkinde sağa sola hayran hayran bakarak dolduruyordum.

rüya gibiydi bence. o zamanlar emo'lardan şikayetçiydi herkes. araplaşma hiç yoktu. o son geçiş sürecindeki istiklal'e aşık olmuştum. sonra birkaç sene gelmedim ve ilk kez 2017 de yine gördüm.

2005-2008-9'lardaki istiklal'i beklerken karşılaştığım manzara karşısında gözlerime inanamamıştım. o ağaçlı rengarenk istiklal nerede, bu gezi sonrası gri arap istiklal'i nerede... donup kalmıştım. şu an artık düzenli gidiyorum istanbul'da yaşadığım için. açıkça diyebilirim ki 2017-18 yıllarındakinden daha iyi durumda bence, bariz düzelme var.

seyrederken bir an "ulan burada şimdi, bu aşırı sevimsiz soğuk yağışlı istanbul gününde kendimi okuldan çıkmış üstümde forma ile istiklal'de zibidilik yaparken görmeyeyim" diye düşündüren görüntüler...

ama belli ki hafta sonu çekilmiş çünkü saat 14.00 itibariyle çil sürüsü gibi istiklal'e dağılan öğrenci güruhu yok. paydosu ilk veren italyan (ve iko; italyan kız ortaokulu) olurdu, sonra işte alman, st pulchérie, st benoit avusturya filan devam eder ve istiklal bir anda her türlü zibidiliğin, hamburgerin, dönerli sandviçin, (dikkat ne dürüm ne de tavuk dürüm filan gibi şeyler demiyorum. o zamanlar dürüm denilen hadise bugünkü gibi tüketilen bir yiyecek değildi), kumpirin (balık pazarı'nda) ve cidden müziğin peşindeki dağılmış formaları, burlington çorapları, devlet liselerine göre gayet "uzun saçlı" ergen öğrencilerle dolu olurdu . çoğunluk eve susmayan vırvır konuşan ortaokul öğrencileriyle dolu servisle dönmek gibi loser bir hareket yapmayacak kadar büyümüş öğrencilerdi ki genelde bu okullarda okuyanlar liseyi 19 yaşında bitiriyordu (fransız okullarındaki iki yıl hazırlık veya italyan ve alman aslında fen liseleri olduğu için lise 4 yıldı). yani çoğunluk istiklal'den ev yollarına ulaşıyordu ki, bu da ya tünel'e binip karaköy ve karşıya vapur ile geçiş ya da taksim'den yine bostancı, kadıköy, nişantaşı, beşiktaş, yeşilköy, bakırköy dolmuşları ile oluyordu. belki levent-etiler hattındakiler taksim'den 559c hisarüstü'ne biniyorlardı. ha istinye sarıyer, büyükdere hattındakiler ise mecbur atatürk kütüphanesi'nin oradaki minibüse biniyordu ya da araba ile dönüyordu ki evet yine okuldan 19 yaşında mezun olunca okula arabayla gelmek gibi bir durum vardı o dönem.

wendys'in açılışı gibi bir durum var ki görsellerde. ama wendy's daha önce açılmamış mıydı istiklal'de? göremediğim mekanlardan pizza hut ki o zaman aşırı pahalıydı ve istiklal'in başındaki borsa o dönem için efsane buluşma yerlerinden biriydi. sabah erken açılır, akşam geç kapanır; öyle ki sabah hocalar öğrencileri borsa'dan toplardı. gramafon da mesela görsellerde yok, geceleri caz kulübüne dönüşen, gündüzleri cevizli rokforlu salatasıyla yine bu 17 + öğrencileri toplayan mekanın simit sarayı'na dönüşmesi belki istiklal'ın ne kadar varoşlaşacağının göstergesiydi.

okeyciler tamam da, asıl bilardocular vardı. ya şu elhamra'nın 2. katındakinin adı şampiyon bilardo? neyse işte ya elhamra'da ya da başka bir pasajda 2. katta bir yerdi ve az önce saymadığımız ve zaten okula forma ile gitmeyen galatasaray'ın bütün öğrencileri bu bilardocuda olurdu (çalışkan olan azınlık ve kız öğrenciler ise zaten bunların dalga geçmelerine aldırmadan okula gidiyor ve üniversitede fransızca öğretmenlik dışındaki bölümleri kazanıyordu) ve yine bunları da müdür muavinleri bu bilardocudan toplardı.

kıssadan hisse görüntülerdeki özgünlüğün, kimliğin, kentli yaşam özgürlüğün kayboluşu ise siyasal islam denilen vebanın sonucudur. en kısa zamanda siyasal islamcılarla onlara hizmet eden islamcı ve sözde laik lümpenlerin gümbür gümbür ölmesini dilesek az bile dilemiş oluruz.

istiklalin istiklal olduğu yıllar

üniversiteye hazırlandığım sene. taksime geldiğimde, önce istiklalden galatasaray lisesine kadar iner, dönüşte mephisto'ya uğrar (hala aynı yerinde) haftalık karikatür dergimi alırdım. biraz da kitapları karıştırırdım. ah o yeni kitap kokusu yok mu. bayılırdım. devam eder şimdi yerinde mi bilmiyorum yukarı çıkarken solda bereket döner vardı; orda karnımı doyurur, meydana doğru giderdim. hey gidi 96; güzel zamanlardı.

aznavur pasajının önündeki kemancının torunu video'ya yorum yazmış

“00:55 deki keman çalan kişi benim dedem marko ivriz. kendisi avusturya-macaristan kraliyet korosunda eğitim alıp 12 sene görev aldıktan sonra türkiye'ye göçüp çeşitli opera ve orkestralarda çalıştıktan sonra zeki müren'in ekibinde 25 sene emek vermiş bir sanatçıdır. zeki paşa öldükten kendini emekliye ayırsa da sanatından ayrı kalamadı. şu an hala hayatta, yaşamını avusturya viyana'da 109 yaşında sapa sağlam devam ettirmektedir. babası istanbullu rum kastello apolai, annesi de sefarad yahudisi madam afrom'dur.”

o tarihte üniversitenin üçüncü sınıfındaydım

kahvede okey oynayan gençlerle akrandım.

çiçek pasajı'ndan çeyrek ekmek midye tava alıp, onu yedikten sonra kahvede de bir sıcacık çayla ısınıp robinson kitapevi'ne gider, yolda muhakkak paganini bülent'e rastlayıp onu birazcık dinler, dönerken metropol'den bir cd alırdım. rebetiko'ya meraklıydım. beyoğlu o kara-mavi müziğin ruhuna çok uyardı.

o zamanlarda insan olmanın, genç olmanın, yaşıyor olmanın kıvancı vardı.

tadını çıkarmış olduğuma mutluyum.