Ken Loach Sinemasını Özel Kılan Şeyler Nelerdir?
ken loach... kendisine dair en sevdiğim durum kamerasının tamamen görünmez oluşudur. ken loach derdini müthiş anlatır; kendisini dışarıda tutar ve olabildiğince gözlemler. onun filmlerini seyrederken karşınızdaki çerçeveyi birinin yönlendirdiğini unutursunuz. anlattığı politik ya da toplumsal konuların her kesimden seyirciye rahatlıkla ulaşabilmesinin temelinde de bu vardır. seyirciyi filmin içine sokar ve oraya hapseder. yine aynı sebepten filmleri, açılıştan finale kadar dikkatleri sürekli üzerine çeker. neredeyse belgesel seviyesinde doğallığa ulaşabildiği için seyircinin filmdeki dünyaya tamamen dalmış hissetmesini ve zaman zaman gerçekliği unutmasını da sağlar.
ayrıca az sayıda yönetmenin sahip olabileceği olağanüstü bir filmografiye sahiptir
riff-raff'te inşaat işçilerini, the navigators'da demiryolu işçilerini, ladybird ladybird'de altı çocuğu birden sosyal hizmetler tarafından elinden alınan bir annenin mücadelesini ve hikâyesini, kes'te saflık ve masumiyetin sinemaya en iyi aktarılmış hâliyle küçük bir çocuğun dünyaya bakışını, land and freedom'da ispanya iç savaşı'nı ve çok daha fazlasını, the wind that shakes the barley'de irlanda'nın bağımsızlık mücadelesini ve elbette daha fazlasını, i daniel blake'te emekli bir işçinin sistemle olan kavgasını, raining stones'ta yoksul bir aile babasının kızına bir elbise alabilmek için bile ne kadar mücadele vermesi gerektiği üzerinden sıradan insanların yoksulluklarını, my name is joe'da bağımlılıkları olan ya da kurtulmaya çalışan işsiz, çaresiz, seçeneksiz, yoksul insanları anlatır. ki bu yönetmenin filmografisinin sadece bir kısmını oluşturur. ancak nasıl bir zenginliğe sahip olduğunu anlamayı mümkün kılar.
kendisine dert edinip sinemasına dahil ettiği konular, olaylar ve kişiler gerçek hayatın bir parçasıdır
bu sebeple tıpkı loach'un kamerası gibi o kişiler de hayatın içinde görünmezdir; işçiler, emekçiler, emekliler, bekâr bir anne, hayatın başlangıcındaki küçük bir çocuk, özgürlük arayışındaki sıradan insanlar, adaletsizliğe ve eşitsizliğe maruz kalanlar... ken loach filmlerinde kahramanlar olmadığı gibi kahramanlıklar da yoktur. herkes başının çaresine bakmak zorundadır. verilen kavgalar genellikle sistemledir. sistem sıradan insanların hayatını zorlaştırmak için ne kadar çabalarsa, insanlar da o kadar çabalamak zorunda kalır. buna rağmen filmleri kasvete hapsolmuş değildir. zaman zaman kafkaeskleşen fakat oraya tamamen kanalize olmayan bir tarzı vardır. loach'un kendine has mizahı hemen her filminde kendisini belli eder. büyük sıkıntıları olan iki işçinin gündelik konuşmasında bile fark edebilir ve ''evet'' dersiniz, ''şu durumda bile gülmeyi ve gülümsetmeyi başarıyorlar.'' bu, adeta loach'un imzalarından biridir.
loach'un sinemasında dikkat çeken diğer husus da tartışma sahneleridir
politik ve toplumsal meseleleri ele aldığı filmlerde daha belirgin olmakla birlikte, filmlerinde karakterlerin bir araya gelip tartıştıklarını görebiliriz. işçileri anlattığı filmlerinde dahi bu sekanslar yer alır. konular filmlerine göre toplumsal, kişisel ya da gündelik olabilir. loach, karakterlerine tartışma alanı açarak herkesin fikirlerini özgürce söyleyebilmesini önemser. aynı şekilde beş altı kadar işçinin bir araya gelip gündelik konuları konuşması ve geyik yapmasını da önemser. çünkü bunlar da hayatın bir parçasıdır. bu sekansları seyretmesi de keyifli olduğu gibi ayrı bir deneyimdir.