Kimilerine Göre, Bugüne Kadar Çekilen En İyi Basketbol Filmi: He Got Game
he got game, 1 mayıs 1998 tarihinde vizyona giren bir hollywood filmidir. yönetmenliğini spike lee'nin yaptığı filmin başrollerinde denzel washington, ray allen, milla jovovich ve rosario dawson gibi isimler bulunmaktadır. konu olarak; hapse girmiş bir babanın, potansiyelli ve daha şimdiden ünlü olan basketbolcu oğlu jesus shuttlesworth'un üniversite seçim kararı dönemini anlatmaktadır. film, 25 milyon dolarlık bir bütçe ile çekildi box office'in verilerine göre 21.5 milyon dolarlık hasılat yaptı. he got game'in imdb puanı ise 24 temmuz 2020 tarihi itibarıyla 6.9 puandadır.
filmin çekilme hikayesine, murat murathanoğlu'nun sports digitale isimli kanalda yapmaya devam ettiği "bir zamanlar amerika, ray allen" bölümünden bir anekdotla başlamış olalım. filmin çekilme hikayesi ve daha doğrusu ray allen'ın bu filme dahil olma hikayesi şöyledir:
"new york knicks fanatiği ünlü yönetmen spike lee, o yıl bir basketbol filmi çekmek istedi. bu filmin, gelmiş geçmiş en iyi basketbol filmi olmasını istiyordu. bu konuda iddialıydı. denzel washington ile anlaşmıştı ama filmde o'nun oğlunu oynayacak kişiyi arıyordu. hâlâ lisede gibi görünen ama genç bir nba yıldızı olan birisini istiyordu. 4 mart 1997 tarihinde milwaukee bucks, madison square garden'a konuk oldu ve maçı en önden izleyen spike lee de orada olmanın fırsatını kullandı. o gün ray allen'a, "beni mutlaka ara. senin bir deneme çekimi yapmanı istiyorum." dedi. sezon birince, ray allen deneme çekimlerinde müthiş bir potansiyeli olduğunu gösterdi. bunun üstünde spike lee, ray allen'a bu işi ciddiye alıp, alamayacağını, tüm yazını bu filme ayırıp, ayıramayacağını sordu. ray allen da 'evet' cevabını verince, spike lee o'nun için bir hoca tuttu. 3. denemenin sonunda, sinemada hiç tecrübesi olmayan ray allen, denzel washington gibi bir usta oyuncuyla aynı sahneyi paylaşabilecek konuma gelmişti. ray allen filmde muazzam bir performans ortaya koydu ve film, sinemaya girer girmez bir basketbol klasiği halini aldı. ray allen, tüm gün film çekimleriyle uğraşıyordu ama günde 2 saat de film setinde gerçekten basketbol antrenmanı yapıyordu. hem tüm gününü basketbola ayırması, hem de gerçekten basketbol antrenmanı yapıyor olması ve başarılı bir film çıkartıp, iyi değerlendirmeler alması, ray allen'ı çok mutlu etmişti. bu filmin ardından sinemalarda birkaç farklı filmde daha rol aldı."
filmi genel olarak değerlendirecek olursam, benim için muazzam bir filmdi. tabi biraz da o filmden neler beklediğinize bağımlı olarak değişiyor bu değerlendirme sistemi. çok üst düzey bir filmde beklemediğiniz şeyler olunca verdiğiniz puan 8 civarına inerken, çerezlik veya ortalama bir filmde ortalama senaryolar ve oyunculuklar olsa bile beklentiye bağlı olarak 10 puan verebiliyorsunuz. aslında bu film benim için ortalama değil, bayağı klasikleşmiş bir basketbol filmidir. zaten murat murathanoğlu'nun önerdiği filmler ve belgeseller listesinde de bulunmaktadır. izlemekte geç kaldığımın farkındayım ama açıkçası coach carter'ı beğendiğim kadar beğendiğimi söyleyebilirim bu filmi. yeri geldiğinde düşündüren, yeri geldiğinde duygusallaştıran, yeri geldiğinde güldüren, yeri geldiğinde de heyecanlandıran bir yapısı var. film için dram ya da macera veya komedi demek çok zor. film tamamıyla "realite" ve "spor" filmidir. nasıl hayatın ve sporun içinde gülümseme, acı, dram, keder, sevinç varsa, bu filmin içinde de her şey mevcuttur.
Uyarı: Bu noktadan sonrası spoiler içerir.
film, aslında ncaa oyuncularının veya lisede bulunan oyuncuların yaşadıklarını birebir anlatmakta. oyuncuların neler yaşadığını, nasıl dönemlerden geçtiğini, takımların o oyuncuları almak için neler yaptığını öğrenmek amacıyla da seyredilebilir. anlatılanlardan, tecrübelerimizden ve çıkan haberlerden gördüğümüz üzere, amerika birleşik devletleri'nde gerçekten yetenekli lise veya kolej oyuncuları, bazı nba oyuncularından daha bilinir durumda olabiliyor. örneğin; michael jordan, kobe bryant, lebron james, zion williamson gibi oyuncuları daha draft olmadan basında duyuyorduk. hatta yanılmıyorsam lebron james'in oynadığı maçlar bayağı televizyonlarda yayınlanıyordu. bunun yanı sıra okuduğumuz nba basketbolcularının otobiyografilerinde de görüyoruz. koleje giriş zamanında gerçekten önemli bir eleme yapmaları gerekiyor. oyuncu ne kadar iyiyse, o kadar fazla yerden de spor bursu alabiliyor.
ancak amerika birleşik devletleri'nin sporcu bursları olayını gerçekten beğeniyorum. sporcularına sadece spor yapmalarını değil, aynı zamanda derslerini geçmeleri üzerine çalışmalarını da teşvik ediyorlar. mesela shaquille o'neal'ın otobiyografisi olan shaq uncut'da, basketbolda başarılı olsalar bile belirli bir notun altına düşen basketbolcuların, notlarını düzeltene kadar basketbol ile ilgilenmelerinin kısıtlandığını görebiliyoruz. hatta oyuncuların liseden değil, üniversiteden geçerek nba'e girmeleri tavsiye edilir, liseden gelen oyunculara farklı bir gözle bakılırdı. burada da bu olaylara gayet güzel bir biçimde temas ediliyor.
bunların yanı sıra, ray allen'ın oynadığı jesus shuttlesworth karakteri birçok yönden ray allen'ı yansıtıyor. tabii o dönemler, ray allen daha yeni nba'e girmiş bir basketbolcuydu. bu yönleri çok fazla biliniyor muydu, emin değilim; lâkin biliyoruz ki ray allen çok fazla duygularını ön plana çıkartmayı sevmeyen, tam bir "poker face" tarzına sahip, okumayı ve üniversite öğrenimini önemseyen bir insandır. burada can vermiş olduğu jesus shuttlesworth da bu yönlerden ray allen'ın gerçek hayattaki karakterine benzemektedir. belki de ray allen daha ilk rolü olmasına karşın bu yüzden bu kadar başarılı bir iş çıkarttı.
ben bu filmi herkese öneririm ama özellikle basketbol ve spor filmlerini seviyorsanız, muhakkak izlemenizi tavsiye ederim.