Kimsenin Görmediğini Görüp Herkesin Gördüğü Şeyi Göremeyen Yengeç Burcu Erkeklerinin Dünyası

Sözlük yazarı "teke tekte gel", yengeç burcu erkeklerini güzel bir dil yaratarak etraflıca anlatmış. Buyrunuz.
Kimsenin Görmediğini Görüp Herkesin Gördüğü Şeyi Göremeyen Yengeç Burcu Erkeklerinin Dünyası
iStock.com


bir adam düşünün ki, kafasını kaldırıp etrafa, dünyaya baktığında, insanları anlamak için kendini harekete geçirdiğinde, hal-hareket-tavır-jest gibi şeylerden bile manalar çıkarsın, insanları beden dillerinden okusun. her edindiği izlenimi kafasının bir köşesine zımbalasın, mıh gibi çaksın. gördüğü her şey onu etkilesin, iyi ya da kötü farketmeyecek şekilde ama etkilesin. hatta kendisiyle hiçbir alakası olmayan talihsiz olaylara sırf tanıklık etmiş olması bile onda günlerce, aylarca çöküntülere sebep olsun. en güzel anında flashbackler yaşayıp yine o felaket anına dönsün. evet, işte yengeç burcu erkeğinin semptomlarından sadece bir tanesi bu şekilde. bir adam düşünün ki, yalan söyleme sanatında kullanılan pantomimi çok iyi bildiğinden, çoğu zaman karşısındaki insanın konuşurken ne anlattığıyla değil, anlatırken yüzünün, vücudunun girdiği hallerle ilgilensin. o insan lafını bitirene kadar "ne zaman yalan söyleyecek acaba" diye düşünüp dursun sürekli kafasında.

bu adamın annesine olan düşkünlüğünü asla hafife almayın. ne zaman birileri canını yaksa, kalbini kırsa, hayal ettiği kadar sevilmese, içinin tertemiz olduğunu bilen annesinin onun tüm yaralarını ne kadar mükemmelce sardığını, onu nasıl tedavi ettiğini bilin. çünkü o bu kadar ve böyle sevmeyi, annesinin kendisini sevme şekline baka baka, bunu yıllarca izleye izleye öğrenmiştir.

bu insanlar kendilerine yakıştırılan "duygusal" sıfatını hakaret olarak telakki etmekte haklıdırlar çoğu zaman, çünkü duygusal falan değildirler, duyguların ta kendisidirler, duyguların vücut bulmuş halidirler. bu adamları aşıkken izlerseniz, bazen yaptıkları şeylerin, sergiledikleri hal ve hareketlerin adeta bu duyguları tanımlayan resimli ansiklopedilerdeki figürler gibi olduğunu göreceksiniz. aktördürler, fakat asla rol yapmak için yapmazlar bunu, kendilerine ilişkilerinde çok kapsamlı bir rol biçerler ve o rolü gerçekten yaşarlar. ilişki bittikten sonra bile hatta.


insanları çıkardıkları seslerden çok, ses çıkarırken büründükleri hallerden okurlar. yani biri onun gözlerinin içine baka baka rahatça yalan söylerken, bu erkek o esnada ona anlatılan şeyi dinlememektedir bile, karşıdakinin kirpiklerindeki, dudak uçlarındaki, göz bebeklerindeki, elmacık kemiklerindeki ani hareketlenmelere, orantısız büyüme-küçülmelere kenetlenmişlerdir. true romance filminde christopher walken'ın bahsettiği "yalan söylerken insanların yaptığı pantomim"i en ince detaylarına kadar biliyorlardır çünkü, hatta bazıları iki gözünü birden kapamış haliyle bile sizin pantomiminizi okur, sesinizdeki titremelerden bile görür, koklar ve hisseder yalanı.

kendi iç dünyasında inşa etmiş olduğu o yüksek surlu kalede o kadar huzurludur ki, o kalenin burçlarının tepesinde dikilip dünyayı, insanları gözlemlemek en sevdiği şeylerden biri olmuştur çoktan. yalnızlığı bu yüzden asla boş, kaybedici bir yalnızlık olmamıştır. sadece hasar gören hissiyatını tamire almıştır, kendi kendinin cerrahlığını yapmakta, kendi kendini ameliyat etmektedir o esnada. mükemmeliyeti değil, samimiyeti arar. hiçbir şeyin mükemmel olmadığını, her kusurun samimi şekilde ifade edildiğinde, ona gösterilip paylaşıldığında, hatta ona emanet edildiğinde çoğu üstün özellikten çok daha değerli hale geleceğine inanır. yaralarına, acılarına sımsıkı tutunarak yaşaması hep bu sebeptendir. kanayan yarasını gizleyen insanları çok kolay tespit eder, dışardan mükemmel görünürken içten içe paramparça olan insanların taktığı maskeleri delerek bakar o insanların suratına ve bu delici bakışlar o insanları hep rahatsız eder. bu rahatsızlığı hissettiği an o insanla paylaşmak istediği her şeyi tekrardan saklar ve geriye çeker kendini, çünkü artık o insanın bunları hak etmediğine kesin olarak kanaat getirmiştir.


konuşkanlığı, mizaha düşkünlüğü hobi gibidir, sevdiği kişiyle tek kelime konuşmadan, sadece bakışarak saatleri harcamak ona içi en dolu konuşmadan bile çok daha zevkli gelir. sevdiği kişinin üzerine düşme, onu koruyucu melek gibi izleyip koruma takıntısının altında bulunan sebep, onunla geçirdiği her saniyenin onun için hayattaki en önemli ve değerli şey oluşudur; o yüzden tek bir kılına gelecek zararı hayal etmek bile kahreder onu ortada ters giden hiçbir şey yokken. bu adamın en mutlu anında birden donuklaşması, bir anda beyninin o karanlık bölümünün onu ele geçirip, kötü ihtimalleri düşündürmeye başlayarak boğmasındandır onu, bunu hissettiğiniz an onu kolundan tutun ve o girdaptan dışarı doğru çekin, bunu size asla söylemez fakat içten içe yardım çağrısı yapar sessizce çığlıklar atarak. onu bu girdaptan kurtardığınız an ise size aptal aptal bakar, bu aptallığı iyi okuyan biri bunun yüzde yüz teslimiyet isteğinden geldiğini görebilir. size bırakmak ister kendini, isterseniz çarmıha gerin, işkence edin ona o andan itibaren, umrunda olmayacaktır çekeceği acı. siz onun sürekli gizlediği yıkılmazlık kalkanını aralayıp aslında iç dünyasında nelerle boğuşmakta olduğunu keşfetmiş, onun için çok çok özel olan bir bölgede yer almışsınızdır çünkü o andan itibaren.

ona hediyeler almanıza, şımartmanıza gerek bile duymaz, sadece o yatakta uzanmış halde boş boş tavanı izlerken siz de yanına uzanın, eline göğsüne dokunun, temas edin ona. o anın derinliğini veya manasızlığını birlikte yaşayın, ona o esnada sükunetinizle eşlik edin, bunu farkettiğinde zaten en değerli hediyeyi almış gibidir kendince, çünkü siz hayatınızın bazı dakikalarını sadece ve sadece ona ayırmış, dış dünya ile olan tüm bağınızı koparmış, sıkıntı, keder, ne varsa hepsini bir kenara bırakmış, ona bakarak bunları önemsemediğinizi ona göstermişsinizdir. evet, tebrikler, işte yengeç erkeğinin o kalesini fethettiniz. gördüğünüz gibi hiç de sanıldığı kadar zor değil bu adama ulaşmak. sadece normal insanların kullandığı yaygın ve sıkıcı iletişim tekniklerini sevmemekte, seveceği kişiyle arasında sürekli konuşulmayan, sessizlik ilkesi üzerine kurulu fakat aslında sesle ifade edilenlere kıyasla çok daha fazlasını ifade etme kapasitesi olan bir dil arayışındadır ve bu dili sürekli kendi kendine konuşmaktadır zaten kendi iç dünyasında, sizin bu dili öğrenmeye hevesli oluşunuzu görmesi yetecektir size obsesyon seviyesinde bir yakınlık hissetmesi için. emin olun hiçbir fedakarlığa, özveriye gerek yok, sadece ona ulaşmak, onu anlamak istediğinizi gösterin ona, çünkü hep yanlış anlaşıldığını, ne kadar uğraşırsa uğraşsın istediği etkiyi bırakamayacağını düşünür o. dikkat edin, anlamanız değil sizden beklediği, sadece anlamak için bir çaba gösterdiğinize tanıklık etme isteği ihtiyacı olan şey.


onu anlamak inanın ki hiç zor değil, en basitinden onun sevdiği bir şarkıyı onunla birlikte dinleyin, o dalıp gitmişken onun gözlerinin içine bakın ve kafasından neler geçtiğini anlamaya çalışın, o zaten size kafasında kopan kasırgayı seve seve gösterecektir ama bunun sizi incitmemesi için tüm varlığıyla da mücadele edecektir. bu adamın içinde olan biten çoğu şeyin çaresi, tedavisi mümkün değildir. zaten buna emin olduğundan, bunun tedavisinin peşinde de koşturmaz, sadece bu halinin anlaşılmasını ister. kendisine bu melankoli halinde bir saniyeliğine bile eşlik etmişseniz, sizi hayatınız boyunca sürecek olan buhranlarınızda bile asla yalnız bırakmayacaktır artık. incinmiş, canı yanmış, kırılmış varlıklara karşı beslediği sempati ve yakınlık ömür boyu sürecektir, çünkü acı çeken varlıkların acılarını temsil edişinde bir zarafet, bir estetik görmektedir her zaman ve buna garip bir hayranlık beslemektedir.

size kendisini nelerin incitebileceğini her zaman üstüne basa basa söyleyecektir, hataları affetmeme konusundaki katı tutumu hep bu yüzdendir. güven denen şeyin bir insanın diğerine "bana güven" demesiyle oluşan bir şey olmadığına, sadece ama sadece sihirli, gizli bir şekilde iki insan arasında kendiliğinden oluşup geliştiğine inandığındandır bu da. yaygın kanının aksine birilerine güvenmesi uzun bir süreç gerektirmeyebilir her zaman, bazen beş dakika önce tanıdığı birine karşı hissettiği güçlü çekim de onu güvenmeye sevk edebilir kolaylıkla. bu adamın beş duyu organına itibarı yoktur, gözlerini kapar ve dış dünyayı görmeye yarayan gözlerini kafasının içine çevirir, hissettiği her şeyi adeta bir sinevizyon sistemi gibi kafasında oynatır, o görüntülerden yapar tüm çıkarımlarını.


işte, boş bulduğu her zamanda, eline geçen her fırsatta size yönlenmekte, sizle ilgilenmekteyse, bilin ki kafasında oynayan o filmin baş rolünde siz varsınız demektir. o anlardan birinde yanınıza gelip size selam vermesi, sizle gayet alelade bir konu hakkında konuşması bile bu sebepledir. size çok sıradan, çok önemsiz görünen o konuşmalar o esnada onun beynine satır satır, kelime kelime, harf harf işlenmektedir. yirmi sene sonra bile ilk tanışmanızda aranızda geçen konuşmadaki en hatırlanmayacak, en ufak detayları bile size tekrardan hatırlatarak sizi şoka uğratabilir. onun için "küçük şeyler büyük şeylerdir" aslında.

kendinizi ona teslim ettiğinizde, en ağır, en acı dolu anlarınızdan bile size kendinizi dünyadaki en özel kadınmış gibi hissettirecek şeyler çıkarabilir, gösterebilir, onun özel yeteneğidir bu, sadece kendinizi ona tamamen teslim ettiğinize emin olmasıdır bunu yapmasındaki ön şart. siz teslim olduğunuzda, o size karşı sadece bedenen ve ruhen teslim olmayacaktır, sahip olduğu, elinde olan her şeyi de size vermekte hiçbir sakınca görmeyecektir. o yüzdendir ki bu adamı kandırmaya, aldatmaya, kerizlemeye asla kalkışmayın, mantığın donduğu noktalarda gözlerini kapayıp sizin herkesten sakladığınız, kafanızın en dip, en kuytu, en karanlık köşesine itelediğiniz o pisliğe dik dik bakacak ve adeta "bu ne ha, bu ne?" diye sizin gözünüze gözünüze sokacaktır onu, ve bunu haklı olmasının verdiği üstünlükle, bütün potansiyelini ortaya koyarak yapacak ve size o anı zehir edecektir, sizi adeta ürkütecektir duygu denen şeyle ne kadar iç içe ve ona ne kadar hakim olduğu gerçeği.


bu adamın hayatındaki en trajik nokta da, size onu kandıramayacağınızı ispatlarken, size karşı koymayıp, sizin onu kullanmanıza, kandırmanıza göz yummasıdır işte. çünkü o andan itibaren onun için kaybedeceği veya kazanacağı şeylerin bir önemi kalmamış, her tuğlasını tırmana tırmana, kendi elleriyle yerleştirdiği o yapı, üzerine balyozla vurulan kristal bir vazonun paramparça oluşu gibi dağılmıştır. yani onun içinde hissettiği kayba kıyasla, sizin o noktadan sonra ondan alacaklarınız, ona kaybettirecekleriniz aslında hiçbir şeydir. size sırtını dönmek istemese de kendini zorlaya zorlaya bunu yapacak, ve sessizce yoluna yürüyecek, bunu yaparken de gölgesini sizin asla farketmeyeceğiniz, görmeyeceğiniz ama size hep yakınlarda bir yerlerde duracak şekilde bırakacaktır.