Kurşun Geçirmez Bir Camla Korunan Mona Lisa Tablosunun İncelemesi

Paris'teki Louvre Müzesi'nde, kurşun geçirmez bir camın ardından meraklı gözleri selamlayan dünyanın en ünlü tablosu Mona Lisa hakkında bilmek isteyeceğiniz her şey.
Kurşun Geçirmez Bir Camla Korunan Mona Lisa Tablosunun İncelemesi
Fotoğraf: Flickr/David Samuel Santos

yıl 1502. leonardo da vinci uzun bir sürenin ardından floransa'ya geri dönmüştü ve bunu duyan varlıklı kişiler sipariş vermek için kapısını çalmaya başlamışlardı bile. bunlardan biri de zengin ipek tüccari francesco de giocondo'ydu ve karısının portresini yaptırmak istiyordu. teklifi kabul eden leonardo, sanat tarihinin en meşhur eserlerinden biri olan mona lisa'ya 1503 yılında başlamış oldu böylece. 


tıpkı son akşam yemeği adlı eserinde olduğu gibi bu tabloyu yaparken de yeni teknikler yaratmanın peşindeydi. bize bakan, canlı gibi görünen bir portre! hümanizmin resim sanatındaki yansımalarını doruk noktasına taşıyacak bir eser için farklı uygulamalar arayan leonardo, giorgio vasari'ye göre tablo üzerinde tam dört yıl çalışmıştır.

Son Akşam Yemeği

insan, sanatın doğayı nasıl sadakatle taklit edebileceğini görmek isteseydi bu portreden kolayca anlayabilirdi, çünkü burada leonardo her canlı ayrıntıyı ustaca yapmıştı. gözler doğal parıltısına ve nemine sahipti. gözlerin çevresinde, icrada en büyük nezaketi gerektiren o pembe ve şeffaf tonlar mevcuttu. kaşlar tümüyle doğaldı, bir yerde gür çıkmış, başka bir yerde seyrelmişti, derinin gözeneklerine uyuyordu. burun çok zarif bir şekilde resmedilmişti, gerçek hayattaki gibi pembe ve narin burun delikleri vardı. yüzün ten renklerine dudakların kırmızısıyla katılan ağız, boyanmış gibi değil, kanlı canlı görünüyordu. boğazının çukuruna bakınca, damarların attığına yemin edebilirdi insan.


vasari'nin notlarında en çok vurgusu yapılan ve dikkatimizi çeken şey, gerçeklik. peki, eseri bu kadar gerçekçi kılan ne? ve leonardo'nun ebat olarak küçük sayılabilecek bir tabloya bunca zaman ayırmasının sebebi nedir? iki sorunun da cevabı, mona lisa'nın sfumato tekniğiyle resmedilişidir. uygulaması zor ve sabır gerektiren bu tekniği, resim üzerine inceleme adlı eserinde şöyle açıklıyor leonardo:

resim yaparken kaba dış hatlar kullanmayın, onları yumuşak ve ince hâle getirin.
gölge ile ışığın birleştiği yerde renkler çizgi gibi değil, bir sis bulutu gibi olsun.

ressamın bu beyanını tam olarak anlamak için resme yeniden bakmanız gerekecek. arka planı görüyor musunuz? figürün ardındaki manzaradan bahsediyorum. ne kadar bulanık bir görüntüsü var, değil mi? bu bulanıklık esere mistik bir atmosfer sağlıyor. leonardo, çizgiden ziyade bir sis bulutu yaratmaktan söz ederken tam da bunu tarif ediyor. sfumato tekniğiyle bugün kameralarımızdaki odak ayarı sayesinde yarattığımız flu atmosferi elde ediyor, ana figüre gerçekçi bir görünüm kazandırabiliyordu. böylece tabloya baktığımızda yaşayan birini gördüğümüz illüzyonuna kapılıyoruz. gerçek gözlerin gördüğü, gerçek bir dünya...


bu teknikle birlikte kontur dediğimiz ve figür ile objeleri birbirinden ayırmamızı sağlayan çizgiler de yok olmuştur. resimdeki figür hacim kazanır, gerçekliği artar ve havanın nesneler arasında dolaştığı hissine kapılırız. artık leonardo'yu bir tabloyla dört yıl uğraştıranın ne olduğunu biliyoruz. aslına bakarsanız, dört yıldan da fazlaydı... sfumato tekniği ile renklerin daha saydam görünmesini sağlamak için çok uğraşmıştı leonardo. renklerin üzerine sulu ve ince bir boya sürerek resimdeki tüm çizgileri kaybedene dek çalışmayı sürdürmüş, bunu yaparak uzakta duran nesne ve figürlerin daha solgun ve puslu görünmelerini sağlamıştır.

mona lisa'nın bir diğer önemli özelliği ise rönesans resim sanatının kurallarından biri olan piramidal formda oluşudur. perspektif ve oran-orantı sorunlarını incelikle ele alan leonardo, eserin merkezinde piramidal bir görüntü yakalamıştır. bu hem resmi anıtsallaştırır hem de gözü yormadan düzgün bir perspektif sağlar.


eserin en önemli ve yenilikçi özelliklerinden biri ise yağlıboya ile yapılması. italya'da yağlıboya kullanarak resim yapan ilk sanatçı da leonardo da vinci olmuştur. yapılmayanı denemekten kaçınmayan sanatçı, yağlıboyayı tahta üzerine uygulamış, saydığımız tüm bu özellikler bir araya gelince ortaya anıtsal, gerçekçi ve mistik bir rönesans eseri çıkmıştır.

mona lisa, tüm unsurlarıyla tam bir rönesans resim sanatı örneğidir ve kadın figürlerin resmedilişindeki gelenekselliği kırıp bu anlayışın alt üst eder. mona lisa'nın ilk bakışta anlaşılması güç olan yüz ifadesi de bu tasvir tercihine dayanmaktadır; sfumato tekniği, figürün dudaklarında da etkisini göstermektedir. kaldı ki eserin bu kadar çok konuşulmasına sebep verenlerden biri de figürün dudaklarından başlayıp tüm yüzüne yayılan gizemli ifadedir. bu, izleyici için büyük bir çekim merkezi yaratmaktadır. tabloya doğru çekilir ve çözemediğiniz bu ifade karşısında öylece kalırsınız. üzgün mü? yoksa mutlu mu? vasari’nin notlarında mona lisa'nın ruh hâline ilişkin şöyle bir detay var:

çok güzel bir kadın olan mona lisa'nın resmini yaparken, modelinin keyfi dört
örtlük olsun ve genellikle portrelerine yüklediği melankoli uzak dursun diye, şarkıcı ve çalgıcıları ya da soytarıları çalıştırmıştır. sonuç olarak leonardo'nun bu resminde öyle boş bir gülümseme vardır ki insana özgü olmaktan çok, tanrısal görünür. resmi görenler, figürün gerçeği kadar canlı olduğunu fark ederek şaşırıyordu.

gördüğünüz üzere, o dönemde yaşayıp resmin yapılışına şahitlik eden vasari, gülümsemeyi hiç de bizim gibi "gizemli" bulmuyor. leonardo'nun kadını güldürmeye çalıştığını söylüyor ve bunu yaparak da tanrısal bir görüntü yakaladığını anlatıyor. tam adı lisa gherardini del giodondo olan kadının gülümsemesi için leonardo'nun uğraş vermesi, her zaman ilgi çekici bir detay olmuştur. hatta cesare maccari'nin "leonardo da vinci, mona lisa'yı çiziyor" adlı eserinde de bu olay görülebilir. bu resim 19. yüzyıla aittir ve neredeyse üç yıl sonra yapılan eserde bile vasari'nin söyleminin etkili olduğu görülüyor:


göz ardı edilemeyecek olan başarı ise ağız bölgesinin bu kadar iyi yansıtılmasıdır. açıkçası ben resim yapabilen biri değilim ama gombrich'in ve yakın çevremdeki ressamların söylediğine göre ağız resmetmek oldukça zormuş. çünkü bir figürün ifadesi iki şey ile veriliyormuş: göz ve ağız kenarları. bu noktaları daha loş ve yumuşak yapan leonardo, belirsiz bir ifade elde etmiştir. ressam bu eseri yapmaya başladıktan sonra epey oyalanmış ve bir türlü bitirememiş, hatta yaşamı boyunca sürekli yanında gezdirmiştir. zaten bunun için oldukça uygun boyutlara sahip: 77 cm x 53 cm.


peki, mona lisa neden sahipsiz kaldı? neden hiçbir zaman bitirilemedi ve leonardo onu hayatının sonuna dek yanında taşıdı? bunlar yanıtı hâlâ bulunamamış sorulardır. mona lisa'nın kim olduğu konusunda bir fikre sahibiz artık, fakat nasıl bir kadın olduğunu ve leonardo'nun onu güldürmek için neden bu kadar çaba harcadığını bilmiyoruz. tablodaki küçük detaylara bakarak çözmeyi deneyelim: dikkatle bakınca figürün başında siyah bir tül olduğunu görüyoruz. bu tabloya hayat veren lisa gherardini'nin 1499'da kızını kaybettiği ve resmedildiği dönemde hâlâ yas tuttuğu, tülü de bu yüzden örttüğü söylenir.

birinin tam manasıyla gülümseyememesi için çok haklı bir sebep. yas tutarken gülümsemek için çaba sarf eden bir kadına baktığımı ve leonardo'nun bu kadar küçük detaylarla büyüleyici bir biçimde yansıttığı mimikleri düşünmek, beni şifreler ya da dayanağı belirsiz gizem arayışlarından daha çok etkiliyor. öte yandan, mona lisa'nın başındaki tül, dönem kıyafetlerinin sıradan bir parçası. yani sadece yas tutanlara mahsus bir aksesuar değil. dolayısıyla bu varsayım boşa da düşebilir. bir başka teoriyi de uzak bir ihtimal olmasına rağmen ilginçliği nedeniyle aktarmak istiyorum:

giocondo'nun italyancadaki karşılığı "neşeli biri"dir. hâl böyleyken mona lisa'nın ismine farklı bir gönderme yapmak istediği için tuhaf bir şekilde gülümsediği söylenir. tablo hakkındaki en yaygın efsanelerden biri de figürün gözlerine ve tablonun geneline dağıtılmış bazı harflerle rakamlar olduğudur. ancak bu söylemlerin tamamı kurgudur. eserin ahşap üzerine yağlıboya olduğundan bahsetmiştik. bu resmin yapılışından kısa bir süre sonra yağlıboya kullanımı yaygınlaşmaya ve farklı tuvaller yapılmaya başlanmıştır. sebebi de ahşap üzerine uygulanan boyanın zaman içinde kılcal çatlaklar oluşturarak deforme olmasıdır. leonardo'nun tablosundaki bozulmalar, bugün l ve s harflerine ya da 7 ve 2 rakamlarına benzetilerek üzerinden birtakım efsaneler yaratılmaktadır. ancak bunların gerçeklikle uzaktan yakından bir alakası yoktur.


birkaç paragraf önceki soruya geri dönelim. hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığınız mona lisa'yı sıradan bir yerde görseydiniz ilginizi bu kadar çeker miydi? ya da çalınmasaydı bu kadar etkili bir üne sahip olur muydu? dadaizmin babası marcel duchamp, 1900'lerin başında bunları düşünmeye ve kalıplaşmış binlerce yıllık sanat kültürüne meydan okumaya başladı. duchamp'ın o yıllarda sorduğu en güzel sorulardan biri, "sanat eseri, sergilendiği yer yüzünden mi bir sanat eseri olarak görülür?" olmuştur. 1919 yılında yaptığı bıyıklı mona lisa adlı eser, bütün bu mona lisa curcunasına sert bir eleştiri niteliğindedir. tablo 1911'de çalınmış, 1914'de louvre müzesi'ne geri konmuştu. olaydan beş yıl sonra duchamp'in bu tabloyu resmedişinden, mona lisa karmaşasının hâlâ sürdüğünü çıkarabiliyoruz. bu arada, duchamp imzalı eserin bir diğer adı "l.h.o.o.q" kısaltmasıyla yazılmıştır ve "kızın ateşli kalçaları var" anlamına gelmektedir.

leonardo da vinci, son akşam yemeği ve mona lisa gibi büyüleyici eserlerinin yanı sıra bilimsel çalışmalarıyla da ünlü, muhteşem bir dehadır. bilime ilgi duyan bir sanatçı olarak gelecek nesillere bir şeyler bırakmayı amaçlayan, yaşadığı dünyanın gizemini aralamaya çalışan biridir. yine de kendisine yakıştırılan "büyük mucit" etiketi, gerçekler göz önüne alınınca bir hayli abartılıdır. dönemin en iyi matematikçisi ve anatomi uzmanı ile çalışan da vinci, eserlerinde bu iki alandan da faydalanmış ve rönesans'ın en önemli sanatçılarından biri olmuştur. dahil olduğu her alanın merkezinde resim yapma yeteneği vardır. aydınlanma çağında ortaya çıkan hümanizm ve perspektif gibi konuları kusursuzca ele alan sanatçının eserlerine bu gözle bakmalı, halihazırda inanılması güç olan yetenek ve sanatına farklı işlevler yüklemekten uzak durmalıyız.

uygarlığın ayak izleri - celil sadık