Libya İç Savaşı'nın Ortasında Kalan Bir Türk'ün Soluk Soluğa Okuyacağınız Kaçış Hikayesi

logosunu görünce güvendeyim hissi veren markalardan biri, benim için türk hava yolları'dır
nedenini anlatayım.
2011 yılının başında libya'nın misurata şehrinde çalışıyordum. şubat sonu arap baharı libya'da patladı ve bir iç savaşa dönüştü. olaylar misurata'da çığrından çıkmaya başlayınca şirkete bilet aldırıp ben gidiyorum aga çektim. bir diğer çalışan ile birlikte tanıdığımız bir libyalıya biraz para verip bizi tripoli havalimanına kendi arabası ile götürmesini söyledik. ana yoldan değil ama kendi bildiği yoldan götürmesi kaydıyla kabul etti. ana yolun tamamen karşıt gruplar tarafından kontrol edildiğini ve çatışma alanına döndüğünü söyledi. biz de bir şey diyemedik, tamam dedik.
hemen tripoli'den istanbul'a uçak seferlerine baktık. bir tek ertesi günün akşamına yer bulabildik. şirketi zorlayıp pahalı da olsa bileti aldırdık. ama onlar bana bileti gönderemeden internet şebekesi çöktü. biletsiz bir şekilde bir gün öncesinden yola çıkıp havalimanına gitmemiz gerekiyordu. misurata'da polis karakolları ele geçirilmiş, cephanelikler boşaltılmışken, elbette orada kalmaya devam edemezdik ve el mahkum havalimanına doğru yola çıktık.
yoldayken bizim libyalıya bir telefon geldi. "ara yollarda da eli silahlı adamlar yol kesiyormuş. yoldan çıkmamız lazım" dedi. biz tabi zaten gergin bir şekilde yol alıyorduk, iyice gerildik. ve bir süre sonra yolumuz elinde kalaşnikof olan gençler tarafından kesildi. hepimizi araçtan çıkarttılar. bizim libyalı "bunlar türk, havalimanına götürüyorum" dedi. en azından bize öyle dediğini söyledi. bu arada gençler silahları bize doğru tutuyordu elbette. pasaportlarımızı istediler. o arada türkiye libya'da kaddafi'yi destekleyen açıklamalar yapıyordu, "nato'nun orada ne işi var dönemi..." apar topar çıktığımız için birer küçük valiz almıştık yanımıza. bagajı açtırıp valizlerimizi açmamızı istediler. bizim libyalı kaş göz yapıp aç çabuk yaptı bana. açtım ben de. playstation 3 vardı bavulda ama üzerini kitaplarla ve kıyafetlerle kapatmıştım. neyse ki kitapları ve kıyafetleri görünce altını açtırmadılar. bizim libyalı ile birkaç kelime daha konuşup bize yol verdiler. derin bir nefes aldık. bizim libyalı türk olduğumuz için bize dokunmadıklarını söyledi. başka ülke vatandaşı olsak her şeyimizi alabilirlerdi ve uçağa binemez durumda kalabilirdik belki de, bilemiyorum.
havalimanına geldik ama ortalık tam bir kaostu
her ülke kendi vatandaşlarını kurtarmaya çalışıyordu ve insanlar tanıdıklarının yanında kalmaya çalışıyorlardı. allah'tan yanımızda biraz su bisküvi gofret vs. getirmiştik çünkü havalimanında yiyecek içecek bir şey alma şansımızın olmadığını gördük. asker ve polis düzen kurmaya çalışıyordu ama havalimanı ana baba günüydü oturacak hatta ayakta duracak yer yoktu. tuvaletin önünde bir bank gördük ve onu çeke çeke tuvaletin biraz uzağına götürdük ve kendimize sahiplendik. ne de olsa en az 36 saat oradaydık ve bir şekilde dinlenmemiz gerekiyordu.
hiçbir telefon ve internet şebekesi çekmiyordu, kimseye nerede olduğumuzu ne yapacağımızı söyleyemiyorduk. ailem tedirgin bir şekilde beni merak ediyordu (onlara her şey yolunda hiç problem yok vs. diye palavralar sıkıyordum günlerdir, kaldığımız yerden ayrılana kadar). şans eseri havalimanındaki bir temizlikçinin telefonu her nasılsa çekiyordu ve insanlar ona para verip onun telefonuyla ailelerine haber veriyordu. ben de aileme havalimanındayım ilk uçakla geleceğim dedim kısaca. ama bu dediğime kendim bile inanmıyordum. ayrıca aynı telefondan şirkete bizim biletleri bize eposta atmalarını söyledik. bir şekilde bir yerde print ederiz diye umuyorduk. temizlikçiye parasını verip, çıktı işini halletmeye çalıştık. ben artık dayanamayıp biraz uyudum, o sırada diğer arkadaş nasıl olduysa bir görevliyi ikna etmeyi başarmış ve biletleri çıktı almış. ama yıl 2011, öyle online boarding pass falan hak getire libya'da. check-in yapmak lazım ama check-in kontuarları kapalı. uçak gelecek mi bilmiyoruz, gelirse nasıl bineriz bilmiyoruz. allahım hatırlayınca gerildim şimdi.
neyse elimizde biletlerin çıktıları uçak saatini beklemeye başladık. sanırım 50 saate yakın bekledik toplamda. ama uçağın geldiği haberini almıştık bir şekilde konuştuğumuz kişilerden. kendimizi güvenlik kontrolünden geçirmemiz ve bir şekilde gate'e atmamız lazımdı. o an inanılmaz bir şey yaptık ve libyalı bir ailenin içine karıştık. ikimiz birer küçük çocuğun elinden tutarak aileyleymişiz gibi yaparak onlarla birlikte güvenlikten ve pasaport kontrolünden geçtik. gate'i bulduk ama gate'te görevli bizi içeri almıyordu. boarding pass'imiz yok diye. evet yoktu, sadece biletimiz vardı. o sırada başka bir görevli gelip ona bir şeyler söyledi, fırsattan yararlandık ve yanından içeri girdik, noluyor falan dedi ama diğer görevli ona telaşlı telaşlı bir şey derken bizi salmaya karar verdi. inanılmaz bir şekilde her şey yolunda gitmişti ve gate'e girmeyi başarmıştık.
kendimizi gate'e attığımızda bizim gibi türk aileleri gördük. herkes perişan bir haldeydi. çoluk çocuk ailecek gelenler vardı. düşünemiyorum neler yaşamışlardır bu noktaya gelene kadar. uçağı beklemeye başladık. orada da en az 2-3 saat beklemişizdir. sonra bizi shuttle'lara almaya başladılar. ortada ne uçak vardı ne de başka bir şey. nereye götürüyordu bunlar bizi. herkes birbirine bakmaya başladı shuttle içinde nereye gidiyoruz diye. havalimanından uzaklaşıyorduk sanki. sağda solda askeri araçlar belirmeye başladı. uçaksavarlar, ağır makineli araçlar vs...
sonra bir dönemeçten döndük ve karşımızda türk hava yolları uçağının kanadındaki kırmızı thy amblemi belirdi. hayatımda yaşadığım en büyük rahatlamalardan biriydi. meğer bizim uçağı askeri güvenlik çemberine almışlardı. teker teker uçağa bindik, kapıda bizi thy'nin operasyon müdürü karşıladı. hoş geldiniz geçmiş olsun hadi geçin kalkacağız birazdan dedi. ben bizzat geldim, olaya yerinde müdahale etmek için, alabileceğimiz kadar kişiyi alıp kalkacağız dedi.
yerlerimizi aldık. benim yerim yoktu, biletimde yazan koltuğun eşi bir koltuk yoktu bu uçakta. beni apar topar boş bir yere oturttular, dolmuş doldurur gibi. sonunda uçak taksi yaptı ve kalktı. artık akdeniz üzerinde olduğumuzu anlayınca tüm endişelerim boşaldı ve büyük bir ağırlık çöktü bana. o an uyumuşum. uyandığımda inmek üzereydik atatürk havalimanı'na. inince aileme haber vermem gerekiyordu. rahatlamaları lazımdı. uçaktan indiğimizde onlarca thy çalışanı koridor yapmış bizi alkışlıyordu. inanılmaz bir andı benim için.
hemen annemi babamı aradım. dedim ben istanbul'dayım taksiye atlayıp geleceğim eve, merak etmeyin. asıl sen merak etme, tüm aile havalimanında seni bekliyoruz çıkışta dediler. ağlamamak için zor tutuyordum kendimi. tam o anda ağzımın içine bir mikrofon sokuldu. gözüme de spot ışığı açıldı. gazeteciler neler yaşadınız anlatın, hayati tehlike yaşadınız mı vs diye soru yağmuruna tutmaya başladılar. ya bi s*ktirin gidin diye bir bağırmışım. akşama tv kanallarında benim videomu koymuşlar libya'dan gelenler gergin diye... gerginim tabi amk...
çıkışta ailem beni bekliyordu. saatlerdir oradalarmış. hepsine sarıldım. ama thy'nin o kuyruktaki amblemini gördüğüm anda yaşadığım mutluluğu ve güvende olduğum hissini bugün bile unutmadım ve asla unutmayacağım...
Bazı eklemeler
ekşi sözlük'te bu hikayeyi okuyup geçmiş olsun dileği ileten herkese teşekkürler. bugün gülerek anlatıyorum bunları ama o günler neler çektiğimi bir ben bilirim... havalimanında başıma gelen ama yukarıdaki yazıda bahsetmediğim, ilginizi çekeceğini düşündüğüm bir olaydan bahsedeyim, bonus olsun.
havalimanında geçirdiğim süre boyunca birçok kişi ile tanıştım ve konuştum. bir tanesi de libyalı iyi giyimli ve mükemmel ingilizce konuşan bana kendini ingilizce öğretmeni olarak tanıtan birisiydi. bayağı lafladık, neden bu savaş çıktı, nasıl çözülür vs. bana sen ne düşünüyorsun diye sordu. halkın ne istediğini söyleme özgürlüğü olmalı dedim. ama burada olan şeyin halkın kendi kendine yaptığı bir şey olduğunu sanmıyorum dedim. çünkü olayların başlamasına bir gün kala tüm amerikalılar ve çinliler tüm işlerini, ofislerini, iş makinelerini geride bırakıp buhar oldular dedim. önceden haber almış olmaları lazım dedim. haklısın dedi, bir süredir kaddafi ve kabile şefleri arasında görüşmeler devam ediyordu dedi. ülkeyi üçe bölme seçeneği masadaydı. güney, doğu ve batı şeklinde. bunu kaddafi önerdi dedi. dedim çok ilginç. ama nato ve batı kaddafi'yi tamamen ortadan kaldırmak istedikleri için bunu sabote ettiler dedi. o zaman kaddafi ülkesini dış güçlerden mi kurtarmaya çalışıyor dedim. evet aynen öyle, kurtarabildiğini kurtarmaya çalışıyor dedi.
konuşmamızdan sonra uçağının kalkacağını söyleyip bavullarıyla birlikte gözden kayboldu. ben de arkadaşımın yanına dönüp ona anlattım olanları. aradan bir süre geçti ve gözüm havalimanına giriş yapan birine takıldı. bu az önce benimle konuşan ingilizce öğretmeni olduğunu söyleyen libyalıydı. aynı kıyafetler ama farklı valizlerle tekrar terminale giriş yapmıştı. o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü ve onun bir ingilizce öğretmeni olmadığını, ajan olduğunu anladım. libya'da böyle sivil ajanlar çok bilinen ve karşılaşılan bir durumdu ama ben tamamen unutmuştum bu durumu ve bu adamla bayağı konuşmuştum. korkudan altıma yapacaktım çünkü o an beni kolumdan tutup atabilirlerdi içeri pekala. nitekim o dönem kaddafi'ye kaddafi demek bile suç sayılıp insanlar cezalandırılabiliyordu. o yüzden biz ona aramızda "amca" derdik.
saatler boyunca korkudan ne yapacağımı bilmeden bekledim. aynı adam terminale birkaç kez girdi çıktı ama bir daha yanıma hiç gelmedi. bugün o söylediklerini düşünüyorum da, belki de haklıydı. iç savaş o kadar da iç bir savaş değildi belki de. fitili yıllar öncesinde ateşlenmişti. arap baharı dediğimiz şeyin tamamen iç meselelerden doğmamış olabileceğini ve bugün bölünmüş libya'yı düşününce, vay anasını diyorum. göz göre göre olmuş her şey, ne zaman patlayacağı önceden ayarlanmış saatli bomba gibi...