Londra'da Yaşayan Bir Ekşi Sözlük Yazarının Orada En Çok Rahatsız Olduğu Şeyler
londra'yı çok severim, çok da memnunum buraya geldiğim için ama bu yazı tamamen negatif yanlarına odaklı olacak.
kiralar ve ev yokluğu
bunun için günlerce konuşulur da yine bitmez. bu şehirde yediğimiz kira kazığının eşi benzeri yok.
rutubetli, küflü evler için millet birbirini çiğniyor. odalar £1000-1100 e gidiyor eğer on kişi ile paylaşmıyorsanız. bak oda diyorum, öyle tek başına daire ya da müstakil ev falan hiç açmayalım o konuyu.
ev satın almak zaten matematiksel olarak mümkün değil bekarsanız. iki kişi bile £100k üzerine çıkması lazım eğer deptford da önünde hoparlörlü evangelist papazı olan daire istemiyorsa.
hadi kirayı verdiniz, ev sahibi her sene zam gömüyor. "market rate" diye dilinizi eşşek arıları soksun e mi? evden çık dedi mi bir ay, hadi iki ayın var en iyi.
hayır bari evler iyi olsa, kutu gibi, farelerin tavanlarında halay çektiği, yan komşunun breaking bad operasyonu çektiği yerler.
ingilterede korkunç bir ev sahipliği baskısı var, zaten her ortam eninde sonunda senin mortgage ne kadar, ev bakıyorum, ev satıyorum muhabbetine dönüyor bir yerden sonra.
toplu taşıma adabı tam bir dram
öyle tabii çocukluğumuzdan beri propagandaya maruz kaldığımız için fötr şapkalı kuyruklu fraklı beyefendiler, tüllü şapka giyen viktoriyan leydiler hayal ediyoruz ama gerçekler bambaşka.
öncelikle bu otobüste yemek yeme konusuna değinmek istiyorum, özellikle akşamları otobüslerde mc donalds kokusu, kebap kokusu hep denk geliyor. la konserve kutusundan haşlanmış fasulyeyi kafaya diken gördü bu gözler.
ayakları koltuklara koyma ikinci ayar olduğum konu, uyarıçam diyorum çoğu tip sakat karnıma rambo picagini yemeyeyim diyorum.
hoparlörden müzik dinleme ve tekelonla yedi ceddi ile konuşma. güney londra'da yaşadığım için en sık gördüğüm şeylerden bu. jamaıkalı auntie tüm hayat hikayesini anlatıyor kafam beton gibi bütün gün sahte gülümsemeli ingilizlerle uğraşmışım iki kafa dinleyeyim yok.
sarhoşlar falan aslında çok sarmıyor ama kafa dumanlı ekip bazen gerilim yaratabiliyor.
restoranlardaki servis ücreti
pandemiden önce de vardı ama pandemide masa servisi nedeniyle bir girdi hayatımıza çıkmak bilmedi.
her restoran artık çakıyor %12.5 hatta bazıları utanmadan bahşiş istiyor. dedim ağa bu ne iştir, amerika mı burası? hadi onu geçtim, barda bira alıyorsun ona service charge var?
üç gün glasgow'a gittim, hesap geliyor, service charge arıyor gözüm; dedim garsona hata mı var? yok, biz onu almıyoruz dedi kız, bana da mal herhalde bakışı attı.
servis ücreti olmadığı için her restoranda ağa gibi saçtım %20'leri, beş poundları.
yani kısacası restoran ve barlarda her şeye %12.5-15 arası fazla ödüyorsunuz.
ha lafa gelince "yea service charge i çıkart" ama pratikte sürekli müdavimi olduğun yerde peer pressüre bu, garsona diyorsun oflayarak amk cimrisi bakışıyla yeni adisyon getiriyor. bunu iki kere yaparsın üçüncüde kahvene tükürürler
sakin ama sakin burada gelip service charge i savunmayın ağır söverim.
ben çok içmesem de içki çok pahalı
bazı yerlerde tek kişilik yemek parasına single gin&tonic satıyorlar.
buna çözüm yok, mekanların tüm karı burdan onlar da vergiydi giderdi eziliyor sonra bize çakıyorlar
geçen bir mekanda kokteyl içtik, £20 ama kokteyli görsen ağlarsın lezzetli ama yirmi pound ne la?
toplu taşımaya döneyim. çok pahalı kardeşim
fare freeze oldu güya ama günlük çap e çaktılar gene yüzde beş çap zammını.
dünyanın en iyi toplu taşıma sistemlerinden birisi ama şu night tübe işini bir türlü yapmadılar o yüzden herkes tavuk gibi saat 11-12 de eve kaçıyor.
grevler ve tamiratları da ekleyeyim. central line geçen aralıktan beri kritik durumda, acil durum saatlerine göre çalışıyor (yani az servis, kısa trenler)
la central line dediğim şehrin can damarı bu arada hani öyle tırışka bir şey değil.
suç oranı hep artışta, telefon hırsızlığı gündelik olay, polis bakmıyor bile
tutanak tutup sigortadan işte paranı diyorlar.
güney londra zaten cs2 haritası zaten her ay brixton da birileri birilerine sıkıyor, pala takıyor.
çoğunluğu da gencecik çocuklar, işte bakıyorsun 17 yasında çocuğu parkta bıçakladılar yok arabadayken pompalıyla vurdular.
ne var abi bizim türkiye fatkli mi demeyin, burada hiç alışık olmadıkları olaylar bunlar.
ama reel istatistiklere baktığında londra güvenli sayılır, midlands da falan çok beter şehirler var.
londra yapısı gereği arkadaşlık kurması zor bir şehir
eğer işyeriniz kalabalık değilse ya da hobileriniz öyle sosyal değilse çok izole kalmak mümkün.
hadi kurdunuz diyelim, millet aniden yok evlendim kente taşınıcam, yok üç ay tatildeyim, yok ben artık yeni grup buldum falan derken eriyip gidiyor arkadaşlık.
millet koşu klüpleri, yok bouldering, hiking sürekli bir çaba içinde ama zor işler.
e bu kadar negatif, ne demeye yaşıyorsun diyenler için de olumlu taraflarını yazarım bir ara ama şu içimdeki zehiri dökeyim dedim sabah councilden gelen aidat yazısını görünce.