Lost'un Yıllar Geçse de Unutulmayan Karakterlerinden Biri: Benjamin Linus

diziyi izlerken her karakterin bir şekilde değiştiğini, dönüşüm geçirdiğini gördük ama benjamin linus gibisini pek görmedik. adam başlı başına bir bilmeceydi. bir yandan acayip manipülatif, soğukkanlı ve stratejik bir dâhiydi; öte yandan içinde ne yaşadığını ve ne planladığını kimse bilemezdi.
Uyarı: Spoiler içerir.
benjamin, çocukken adaya gelen, burada büyüyen ve the others arasında yükselen bir karakter. adaya olan bağlılığı, dizinin her noktasında kendini gösterdi ama işin aslına baktığımızda bu bağlılık, adaya değil, bizzat jacob'a duyduğu inançtan kaynaklanıyordu. bir nevi fanatik bir müridin şeyhine bağlılığı gibi düşünebiliriz. o kadar kendini adamıştı ki, yıllarca jacob'un direktiflerini yerine getirdi ve adeta onun sesi ve elçisi oldu. ama işin ironik yanı şu ki, jacob onu hiçbir zaman umursamadı bile. jacob için benjamin, sadece bir piyondu ve benjamin, hayatını adadığı adam tarafından asla önemsenmedi.
bir sahtekarın en büyük yeteneği, insanları kolayca kendine inandırabilmektir. linus bunu en ince ayrıntısına kadar yapabilen biriydi. çevresindeki herkesi istediği gibi yönlendirdi. jack'i, locke'u, sayid'i, kate'i, richard alpert ve tüm the others üyelerini çok kolay şekilde kandırıyordu. bunu, kimi zaman yalan söyleyerek, kimi zaman doğrudan tehdit ederek, kimi zaman da "senin iyiliğin için" diyerek yapıyor, insanları bir şekilde oyununa dahil ediyordu. linus'un en büyük silahı güvensizlik yaratmaktı, dizi boyunca birini diğerine düşürdü ve her zaman bir şekilde avantaj elde etti. bunu kötü biri olduğu için mi yaptı? yoksa hayatta kalmak için mi? ya da jacob'a olan bağlılığından mı? işte burada linus karakterinin derinliği ortaya çıkıyor. aslında linus bir kötülük timsali değildi, sadece kaybetmek istemiyordu. benjamin'in çocukluğu tam anlamıyla bir kabustu. babası roger linus, benjamin'in hayatını mahveden adamdı. benjamin'in annesi ben'i doğururken öldü ve roger, bu konuda sürekli benjamin'i suçladı, onu sürekli küçük düşürdü, aşağıladı ve oğlunu "keşke onun yerine sen ölseydin" diyecek kadar hiç sevmedi, nefret etti.
bazen bir insanın nasıl bu kadar karanlık birine dönüştüğünü anlamak için çocukluğuna bakmak gerekir. linus da babasından gördüğü sevgisizlik yüzünden güçlü olmak, sözünü geçirmek ve asla küçümsenmemek için kendini bir savaşa ve dava olarak gördüğü jacob'a/adaya adadı. babasıyla olan bağı zaten yoktu, ama tüm bağını kopardığı an, onu gaz sızdırarak öldürdüğü andı. bu sahne, linus'un tamamen the others tarafına geçişini temsil ediyordu. babasını öldürmek onun için bir dönüm noktasıydı çünkü artık geçmişinin yükünü sırtından atmış ve kendisini adaya tam anlamıyla adamıştı. mesela aynı şeyi yani ada için babasını öldürme olayını locke yapamamış ve sawyer'a yaptırmıştı (john'un babası, sawyer'ın hayatını mahveden yani anne ve babasını dolandıran kişiydi) iki taraf da kazançlı çıktı yani bu ölümden. john locke, linus'un tam tersiydi. o, içgüdüleriyle hareket eden, doğaüstü şeylere inanan, kaderine boyun eğen biriydi. benjamin ise tamamen hesapçı ve kontrol manyağıydı. bu yüzden locke'un jacob tarafından seçilmiş kişi olarak görülmesi linus'u derinden sarstı. kendi hayatını jacob'a adamıştı, ona yıllarca hizmet etmişti ama jacob'un locke'u ondan daha önemli görmesi linus için bardağı taşıran damlaydı. işte bu kıskançlık, linus'un locke'u öldürmesine sebep oldu.
düşünsenize, yıllarca birinin her istediğini yapıyor, adeta ona kendinizi teslim ediyorsunuz, fakat o daha yeni birine, sizin yıllarca beklediğiniz görevi veriyor. benjamin, locke'u öldürdüğünde kazandığını düşündü ama aslında kaybetti. çünkü jacob'un gözünde locke gerçekten seçilmiş biriydi ve linus'un bütün çabası boşa çıkmıştı. yıllarca jacob'a tapmış, onun için cinayet işlemiş, yalan söylemiş, insanları kandırmıştı. ama jacob ona alaycı bir şekilde "benim için ne yaptın ki?" dediğinde, linus'un içindeki her şey kırıldı, bunca yıl bir hiç uğruna yaşadığını fark etti ve jacob'u öldürdü. bu ölüm, hem onun hem de adanın kaderini değiştirdi. bir anlamda linus, jacob'un ölümüyle kendisini de öldürdü çünkü onu ayakta tutan şey, jacob'a olan bağlılığıydı. bu ölüm, hem onun hem de adanın kaderini değiştirdi.
benjamin sadece kötü bir adam değildi; içinde trajedi, acı, hırs, pişmanlık ve kaybolmuşluk barındıran biriydi.