Mad Max: Fury Road, Günümüzün Kurak Sinema Ortamı İçinde Abartılan Bir Film miydi?

Post-apokaliptik üçleme Mad Max'in devamı niteliğindeki 2015 tarihli Mad Max: Fury Road, gösterime girdiğinde adeta yere göğe sığdırılamamıştı. Peki bu övgülerin ne kadarını hak ediyordu yönetmen George Miller ve Fury Road?
Mad Max: Fury Road, Günümüzün Kurak Sinema Ortamı İçinde Abartılan Bir Film miydi?

Filmin sinema eleştirmenleri nezdindeki algısı

demode tabirle "sektörün kalbi" abd'deki film eleştirisi tekeli, bu işi yıllardır yapan sinema yazarlarının elinde. ve endüstrinin son yıllarda çıkardığı filmlerden oscar'a layık görülen de, (birdman rezilliği) yerin dibine sokulan da, teknolojinin "hikayenin anlatılmasına yardım eden bir araç"tan "amaca" dönüştüğünü de göz önünde bulundurursak, izleyeni yüzde yüz doyuramıyor. bunun başka birçok sebebi var tabii ki; seyir alışkanlıklarının değişmesiyle üç perdeli senaryo düzeninin stüdyolarca ezberlenmesi, senaristlerin işçi gibi derinliksiz filmler yazmayı alışkanlığa dönüştürmesi, michael bay gibilerinin kolaya kaçıp "yeni nesil bunu istiyor" bahanesiyle görselliği dışında bir olayı olmayan filmler yapıp durması gibi.

ve bu doyumsuzluktan kaynaklı tamah etme durumu, seksenlerde yapılsa kimsenin yüzüne bakmayacağı veya hoş bir anı olarak gülüp geçeceği filmlere gereksiz anlam yüklenmesine vesile oluyor. sektörün durumunun bilincinde olan eleştirmen, günümüz için ortalama üstü sayılabilecek filmlere alkış tutuyor, ardından gelen yazarların çoğu da kendisine katılıyor, bu düşük beğeni eşiği ekşi sözlük'ten reddit'e, slashfilm'den rotten tomatoes'taki okur yorumlarına onlarca siteye yansıyor. sonuçta da elimizde "oooo gitarist", "oooo stunt'a bak, delilik abi bu" gibi yorumlarla beş üzerinden beş (?!) verilen bu gibi filmler kalıyor. zekasını kullananlar bu yüksek puanları hak ederek alıp parsayı topluyor (the lego movie), kartını türdaşlarından farklı oynayanlar "tazelik hissi" ile göze giriyor (captain america the winter soldier), ve dublörler, çöl ortamı, kaliteli görüntü yönetimi gibi avantajlar kullanan, tek bir doruk noktası olarak tasarlanmış mad max: fury road gibi filmler de, yetmiş yaşındaki bir yönetmenin teknik gövde gösterisi oluşunun ekmeğini yiyor. george miller canının istediği gibi bir film yapmış zannediliyor; oysa aslında buradaki amaç, beğeni kriterleri çoktan çökmüş seyircinin ağzını açık bırakıp dikkatini öykünün dışında bir yerlere çekmek.

böyle komplo teorileri bana da hep basit gelmiştir, ama maalesef durum bu. doğru senede vizyona sokulup çapının mislince övülen, önümüzdeki yıl çok az kişinin hatırlayacağı bir film, o kadar. boşlukları fark ettirmemek için "bugün film böyle yapılıyor" dercesine gaza basan miller, zamanın ruhunu yanlış yerinden yakaladığının farkına varamayacak, övgü sarhoşluğuyla kalacak diye üzülüyorum sadece. klişe dışına çıkmak kadın figürleri ön plana almakla da, yol filminin bilinen matematiğini bir baştan sona, bir de sondan başa iki kez kullanmakla da olacak şey değil. matrix tarzı, alışkanlık değiştirici bir kanon gerek bugünkü sinemaya, kap şeklini alan filmler kusursuz gibi sunulduğu müddetçe de tatlı bir hayal olarak kalmaya devam edecek bu.

Hikaye ve kurguya dair

öncelikle, yukarıdaki referansları geri alıyorum. filme uzun uzadıya sinema disiplini vs yorumlar yazmayı da, "abartıldığı kadar iyi bir film değil" yumuşaklığıyla tepkiyi geçiştirmeyi de yine yersiz buluyorum. karşımızda tamamen tribüne oynayan bir film var, bunda hemfikiriz. fakat burada suçlu seyirci kitlesi değil, daha geniş bir alana hitap eden, yukarıda izlemeden referanslarına güvenip de sunduğum ve arz eden ile talep eden arasındaki bağı kurmakla mükellef, aldığı titrin sorumluluğunu taşıması gereken sinema eleştirmenleri. ağız birliği etmişçesine yere göğe sığdıramayanlar ne fanboy ne de cahil cühela kesim. işin korkutucu tarafı bu. aynısını interstellar, guardians of the galaxy gibi filmlerde de yaşadık. tree of life hak getire. koyun sürüsüne dönüşen bana kalırsa ilk evvela bu sahte peygamberler. rüzgarı arkasına alan filmleri yelleyen şerefsizlere sinema yazarı payesi veren dış basının demek ki hiçbir saygınlığı kalmamış. artık bizden önce izleyen, bu sanatın "öz" çocuklarına kulak asmayacağız. alınması gereken ders bu. menfaatleri onları bağlar. bize yansıyan, yetkin ve objektif biçimde değerlendirme yapılmadığıdır.

filmin "atlıları önüne katıp kadir inanır ve melike zobu kovalayan erol taş hikayesi"nden hiçbir farkı yok demek isterdim. maalesef onların bile bir gelişim süreci var. alev saçan gitarlar, gereksiz patlamalar, ordan burdan çalıntı (browning, lynch, jeunet) grotesk tiplemeler, her vampirin hayali hiç bitmeyen "kan bankası", lenny kravitz'in kızı, elvis'in torunu, paralel evrende çöle düşüp obeziteye bağlamış darth vader, bane maskesi ve warm bodies makyajıyla yola devam eden oyuncular (nicholas hoult'u görür görmez hangi tarafa geçeceğini anlıyorsunuz), türk masallarından çıkma bir memesi yerde bir memesi gökte kocakarılar, "araya dali tablosu gibi bir sahne de atalım" çorba kurgusu, normanlardan kopup gelen valhalla... ne çölde geçen film görmemişiz ne post apokaliptik ne de yol filmi. ne öncü olduğu bir alan var ne bu alt türlere iyi bir örnek teşkil ediyor ne de kendi içinde bağımsız olarak bir değer, doyun vadediyor. mel gibson'un neden galada kikirdeyip durduğunu en azından anlamış bulunduk. verdiğimiz paraya ve zamana...

filme giydiren arkadaşımın iki yorumu benim yazdıklarımdan evlâ:

"filmin yarısı gidiş, yarısı dönüş. senaristler işi yarıya indirmiş."
"o kadar suyu harcayacağına bir hayrat koysaydın daha verimli olurdu."

Sinemanın En Güzel Konseptlerinden: Post Apokaliptik Filmlerdeki Retrofütürizm