Senaryosuyla İlk Filmi Aratan Organize İşler: Sazan Sarmalı Filminin İsabetli Bir İncelemesi
film, yasa tartışmaları ve sinemalarla yaşanan pay kavgası sonrasında piyasaya çıktı. bu yüzden birçok insan tarafından boykot edildi. ayrıca filmin daha sinemadayken netflix gibi bir platformda yayınlanması sinema salonlarına internetin gümbür gümbür geldiğini gösterdi.
sinema salonları demişken şunu söyleyeyim: aslında ana akım türk sinemasından uzak duruyorum. sebebini de türkiye box office listesine bakarak anlayabilirsiniz. ancak yaşanan tartışmalar filmi merak etmeme neden oldu. bir de hazır netflix'te var zaten diyerek izlemeye başladım. filmi her şeyden bağımsız olarak değerlendireceğim çünkü diğer alanlarda söylenmesi gereken çoğu şey söylendi zaten. o yüzden entry'i okuduktan sonra "sen yılmaz erdoğan hakkında böyle böyle düşünüyorsun zaten ondan eleştirmişsin" demeyin. hazırsanız başlayalım.
Bu kısımdan sonrası spoiler içeriyor.
önce senaryo
film temelinde bir dolandırıcılık hikayesi. ayrıca suçluların dünyasına mizahi bir bakış atıyor. ilk filmden tanıdığımız asım'ın kızı bir şekilde dolandırılıyor. o sırada asım da standart işlerine devam ediyor ve dolandırdığı kişiler kıvanç tatlıtuğ'un canlandırdığı sarı saruhan'a gidiyorlar. asım hem kovalayan hem kovalanan oluyor ve bu genel olarak işleyecek bir fikir gibi görünüyor. peki senaryo işliyor mu? maalesef hayır.
neden işlemiyor? çünkü ilk filmde çalışan mekanizmaların hiçbiri bu filmde yok. ilk filmde asım'ın nasıl dolandırıcı olduğunu ve nasıl çalıştığını izliyorduk. film seyirciyi bilmediği bir dünyaya götürüyordu. hem suçlu tipini çok iyi çiziyordu hem de olaylara mizah katıyordu. bu filmde ise kişiler derinlenmesine incelenmemiş. insan psikolojisine yapılan dokunuşlar yok. mesela ilk filmde tolga çevik'in canlandırdığı superman karakteri kadar derin bir karakter yok sazan sarmalında. bu filmde aynı görevi damada vermişler ama onu da hikayenin dışında tuttukları için karakterin varlığı bir işe yaramamış. ilk filmde tolga çevik'in karakteri yeni bir dünya ile tanışıyordu ve onun bocalamalarını izliyorduk. ayrıca tolga çevik, yılmaz erdoğan'ın karşısında rolünü oynayabiliyordu. damat karakterine ise akılda kalıcı bir sahne bile yazmamışlar. bu yüzden karakter bütün herkesin gölgesinde kalmış.
ilk filme göre en kötü detaylardan biri yılmaz erdoğan'ın canlandırdığı asım karakteriydi. asım ilk filmde derin bir karakterdi aslında. bize usta bir dolandırıcı olarak tanıtılıyordu ve bu vaadini de gerçekleştiriyordu çoğu zaman. yani siz onun gerçekten akıllı bir hırsız olduğuna inanıyordunuz ancak bu filmde herhangi bir ustalığını görmüyorsunuz. daha çok emekliliği gelmiş biri gibi dolaşıyor etrafta. bir de asım ilk filmde ben sevmem o tarzı ama "görkemli bir kaybeden"di. bu filmde ise o afilli abi havası yoktu. çünkü karakter özelinde bir şey anlatılmıyordu. mesela ilk filmdeki şu sahneye bir bakın. bu filmin tümünde bir tane bile böyle sahne yok.
filmde öne çıkan karakter ise kıvanç tatlıtuğ'un canlandırdığı sarı saruhan olmuş. saruhan ilk filmde cem yılmaz'ın canlandırdığı müslüm karakterinin boşluğunu doldurmak için yazılmış. her ne kadar cem yılmaz'ın karakteri daha üst seviyede olsa da bu karakter de gayet iyi. kıvanç tatlıtuğ'un kariyerini çok yakından takip etmiyorum ancak yaptığı işlere saygım var. çünkü zaten adam yakışıklı, türkiye'de kendisini hiç geliştirmese de parasını kazanır. ancak o bu özelliğini bir kenara atıp böyle rollerde oynayabiliyor. bu da tabii ki takdir edilesi bir çaba. umarım daha da iyi yerlere gelir.
ezgi mola da yine takip ettiğim bir oyuncu değil ama birkaç yerde gördüm. kendisi için şunu söyleyeceğim: oyunculuğuna biraz çeşitlilik katması gerekiyor. her yerde aynı karakteri canlandırıyor gibi. belki de kendisinden istenen hep aynı şeydir ancak bu tercih kariyerini uzun vadede kötü etkiler. kıvanç'tan biraz örnek alıp farklı karakterler ile izleyici karşısına çıkması lazım.
filmde beğendiğim bir oyuncu da ata demirer. gerçi kendisi şöyle bir uğrayıp geçmiş ama yine de kendisini görmek güzel. bu filmdeki karakteri eski tiplemelerinden veteriner hekim niyazi gül'ü hatırlattı bana.
gördüğünüz gibi senaryo yeni ya da derin bir şey sunmuyor. hikayenin aksamasının bir nedeni de kurgunun anlatılan hikayeye uymaması. şimdi her filmin kurgusu kendine özgüdür. yani yavaş ilerleyen bir filmde haldur huldur kesme yapılmaz. uzun plan kullanırsınız. nuri bilge ceyhan filmlerinde mesela uzun planlar vardır çünkü hikaye ağırdır. bir dolandırıcılık filmi ise hızlı kurgu gerektirir. mesela cut on action denilen teknik sıklıkla kullanılır. nedir bu cut on action? bir hareket başlar kesilir hareket diğer planda tamamlanır gibi. bu da sahneye dinamizm katar. ancak bu filmde kurgunun tempoya hiçbir katkısı yok. mesela now you see me'ye bir bakın. klip çeker gibi iki saniyede bir kesme kullanmış adamlar. bu filmde ise planları uzattıkça uzatmışlar. ayrıca yine senaryo ile alakalı ancak çok fazla gereksiz sahne var filmde. kurguda filmi kısaltmak isteseniz rahat rahat yarım saatlik kısmını atabilirsiniz. ki bu da filmi bir nebze hızlandırır aslında. çünkü dediğim gibi bir dolandırıcılık konulu komedi filminin hızlı olması gerekir aslında.
filmin diğer bir teknik yönü olan görüntü yönetmenliğinden de bahsedelim
filmin hava çekimlerinin görüntü yönetmeni olan uğur içbak'ın işlerini genel olarak beğenirim aslında. ama bu filmde görüntü yönetimi (jean-paul seresin) adına parlak pek bir şey göremedim. bunun da nedeni türkiye'de oluşan saçma bir trend. şimdi görüntü teknolojisi ilerledi. kabul. insanlar cebindeki ekranlarla bile fhd video izlemeye alıştı. ancak bu bizim çekilen her filmde reklam filmi çeker kabak gibi net, gölgesiz görüntüler kullanmamızı gerektirmez. ilk filme hakim şahane bir sarı renk tonu vardı mesela. bu filmde garip soğuk mavi, gri renkler var. ne gerek varsa. suçluların dünyasını anlatan bir komedi filminde gerçekten kimin aklına geldi böyle bir renk paleti ve ışık kullanmak anlaşılabilir gibi değil. aynısını hakan dizisinde gökhan tiryaki yapmıştı mesela. bu tür hikayelerde bu kadar net görüntülere ihtiyacımız yok gerçekten. biraz daha "kirli" çekimler filme daha çok katkı sağlar düşüncesindeyim.
bir de diyaloglardan bahsedelim
ilk filmde diyaloglar yerli yerindeydi. yani ortaya atılan aforizmalar canınızı sıkmıyordu. bu filmde ise bir edebiyatımız olsun der gibi söylenmişler. o yüzden çok havada kalıyorlar. belki filmin dramatik yapısı bu kadar temelsiz olmasa bu sözler de bu kadar sakil kalmazdı ama destekleyen hiçbir şey olmayınca tabi ortaya böyle bir sorun çıkmış. sanki olay akışını kesip haydi asım bir aforizma söylesin burada gibi bir yapı çıkmış ortaya. organik değil yani yapılan eklemeler.
diyalogların diğer aksayan noktası da yılmaz erdoğan'ın daha önce "tutan" repliklere sürekli gönderme yapmasıydı. tam olarak saymadım ama ben dört defa denk geldim bu yapılana. birincisi saruhan'ın bak tikim var demesi. bu vizontele'de emin'in danimarka'lı kızla yaşadığı şeye benziyordu. ikincisi mecazi cazi mi cazi nedir repliğiydi. üçüncüsü saruhan'ın yaptığı bob marley konuşmasıydı. bu da ilk filmdeki bye bye happiness sahnesine gönderme. şu araba nerede, para nerede repliğinin göndermesini bile filmde iki defa yapmışlar. bir tanesi yetmedi sanırım. bu da biraz ne gülmüştünüz bunlara, hadi bir daha gülün demek gibi. ilkinde güldük çünkü tam yerinde söylenmişlerdi. bunda gülmedik çünkü senaryonun içine bunu da kesin koyalım demişler gibi dağınık şekilde eklenmişler. hatta güven kıraç'ın canlandırdığı karakter ve oğlu vizontele'de şafak sezer ve babasının canlandırdığı karakter gibi yazılmış. bu da bir göndermenin ötesinde kendini tekrar etmeye dönüşmüş tabi.
filmde bir de beni rahatsız eden bir şeyden bahsedeceğim, ürün yerleştirme
ürün yerleştirme kim yaparsa yapsın izleyici tarafından sevilmez. spielberg bile ürün yerleştirme yaptığı için eleştiriliyor. çıta ne kadar yüksek siz düşünün. bu filmde de ürün yerleştirmeler yapılmış ancak şöyle bir fark var. yabancı filmlerde ürün yerleştirmeler hikayeye dahil edilmiyor genelde. yani ya arkada bir yerde tabela falan olur ya ürünü başrolün elinde kısa bir süre görürsünüz gibi. sanırım zaten adama reklam izletiyoruz bari iyice gözüne sokmayalım da fitil olmasın diye düşünüyorlar. türk filmlerinde ise sanırım o kısmı komple reklam ajansına yazdırıyorlar çünkü oyuncular filmi kesip baya diyalogla falan reklam yapıyorlar. bu da gördüğüm en saçma uygulama. daha önce cem yılmaz bu nedenle eleştirilmişti. bu filmde de bu yapılmış.
Spoiler'ın sonu.
film hakkında yazmayı bitirirken sanırım beğendim ya da beğenmedim dememe gerek yok. ayrıca objektif şekilde iyiye iyi, kötüye kötü dediğime inanıyorum. ha bu filmi izlemezseniz bir şey kaybeder misiniz? bence etmezsiniz. ancak türk sinemasının gittiği yeri görmek üzücü diyebilirim. çünkü yılmaz erdoğan kaliteli filmleri büyük kitlelere ulaştıran bir insandı benim gözümde. bu film ise bu kariyere uymuyor. kıpırdanmalar olsa da bizi umutlandıracak bir hareket yok gibi. o yüzden kendi açımdan ana akım türk sinemasından uzak durmaya devam diyebilirim.