Metropol İnsanlarını Giderek Etkisi Altına Alan Hastalıklı Yaşam Tarzı: Kaliforniya Sendromu
türkiye'de açık ara farkla istanbul mutantlarında daha çok görülen sosyal kanser.
sendroma bu ismin verilme sebebi ise kaliforniya'da odağın zevk ve para olması. beraberinde doyumsuzluğun, tüketim çılgınlığının, hayatın anlamını sekste ve eğlencede aramanın, topluma kayıtsız kalmanın, parasal ve hazsal şeyleri ilahlaştırmanın gelişiyle, eyalet halkının psikolojik bozukluklarda, hatta sendromun yol açtığı en son durak olan intiharlarda başı çekmesi.
bu sendrom 4. aşamalı olarak gerçekleşiyor:
ilk adım zevki kurtarmak (hedonizm),
ikinci adım ben merkezcil yaşam,
üçüncüsü yalnızlaşmak,
ve kaçınılmaz son olan mutsuzluk.
ne kadar tanıdık geldi değil mi? özellikle istanbul gibi tüketim odaklı, anlık zevklerin prim yaptığı şehirlerde yaşayanlar, aşağıda, satır aralarında kendilerini görecekler.
kaliforniya sendromu dediğimiz bu şey, aslında hastalıklı bir yaşam tarzı. ana felsefesi ise hedonizm yani hazcılık. eğlenceye ve bedensel hazlara aşırı düşkünlüğün olduğu, para kazanmaya ve harcamaya odaklı bu yaşam tarzında kişi, üretir ve tüketirken yorgunluğunu eğlence ile atar. hatta eğlencenin yorgunluğunu bile eğlence ile atar. doyumsuzluğun getirisiyle yeni arayışlar içine girer ve kendisine uçuk alternatifler üretir. hatta bu alternatiflerin uçukluğu düşünce sınırlarını bile zorlar.
kişinin asıl önem verdiği zevk olduğu için, kendisi haricinde herkese kayıtsız kalıp komşusu açlıktan ölse bile 'bana ne' der. topluma karşı duyarsızlaşarak sadece kendini düşünen, toplumsal hedefleri önemsemeyen, sadece kendine para harcayan, yardım etmeyen kişiliklere bürünür.
yukarıda yazdığım gibi istanbul gibi tüketim odaklı şehirlerde daha çok görülen bu sendrom yüzünden kişi, mutsuzluk yerine sahte mutluluğu tercih ediyor. çevresindekilerin ne mal olduğunu bilse bile yalnızlaşmamak için kendini aşırı eğlenceye veriyor. seksi, yaşamın amacı olarak görüyor. sorumsuzluğu da beraberinde getiren sendromla kişi evliliğe ve sorumluluk sahibi olmaya sıcak bakmıyor. benliğini yücelttiği için anne, baba ya da evlat olabilmek zor geliyor. kendisinin önemini ve konforunu düşünen kişi, eşi hasta olduğunda ona bakmak istemiyor, 3 yaşındaki çocuğu yaramazlık yaptığında ona vakit ayırıp doğruyu yanlışı göstermek yerine tahammülsüz davranıp öfkeleniyor.
kişi, sadece günü kurtarma odaklı yaşadığından somut bir hedefi olmuyor, hayatı bedensel zevklerden ibaret görüyor. kendisini insan yapan değerlerden uzaklaşıyor, merhamet duygusundan yoksun, insanları küçük gören egoist bir robot haline geliyor.
sendromun neticesinde en büyük problem, yalnızlığın hayat tarzı haline gelmesi. çevresinin sahte olduğunu bilmesine rağmen mutsuz olmamak için riyakar çevresiyle gün kurtaran kişi bir gün duvara tosluyor ve eşim, dostum dediği kişilerce terk edildiğinde yalnızlıkla yüzleşiyor. depresyonla birlikte mutsuzluk kaçınılmaz oluyor. mutsuzluğu unutmak için yeniden eğlence arayışı içine giriyor.
kişi, mutluluğu toplam mutluluk olarak düşünmüyor, anlık mutluluğu ilahlaştırıyor. 'canımın istediğini yapamayacaksam niye yaşayayım ki.' diyor. bedene atfedilen önem ve tatminsizlik duygusuyla kişi hayatı yaşanmaz olarak tanımlıyor ve hayatın manasız olduğunu düşünerek intihar ediyor. “hayatta tatmadık zevk bırakmadım. artık yaşamanın bir anlamı kalmadığını düşünüyorum.” diyerek intihar eden, henry ford’un oğlu edsel bu duruma güzel bir örnektir.
hedonist tatminleri yüksek kişilerin daha çok risk altında olduğu bu sendromda kişi asla tatmin olmuyor. mesela en yüksek tatmin orgazmdır. o da 8 9 saniye sürüyor. tatmini devam ettirmek için yollar aranıyor. hızlı yaşantı, çılgın ve yüksek sesli müzikler tatmine ulaşamamanın ifade biçimi. önceden insanlar 3-5 şeyle mutlu olurken şimdi 15-20 şeyle bile mutlu olmuyor. o şeyleri alamadığında yine tatmin olmuyor. bedene, estetiğe atfedilen önem yüzünden gerçek değerler üretilmediğinde kişi bunları kaybedince mutsuz oluyor. güzelliği yüceltiyor kişi, 40 yaşına geldiğinde ilahlaştırdığı bedenin geçici olduğunu fark edince intihara kadar sürükleniyor. kendini sadece işiyle özdeşleştirmiş bir ceo'da emekli olunca kalp krizi bile geçirebiliyor.
bunların altında yatan en büyük sebebse kişinin 'ben burdayım, ben varım' deme biçiminin dışa vurumu. gerçek yaşama atılan bir bireyin kapasitesi belliyken toplumun o bireye atfettiği şeyler ağır olunca kişi, hayal kırıklığına uğruyor, öfke geliştirme ve geri çekilme gibi durumlara yöneliyor. depresyonla birlikte suçluyu ararken kendini es geçen birey, tüm yükü dış dünyaya, ötekine atıyor ve ötekiyle yarışa giriyor. kendisinin kıymetinin bilinmediğini, anlaşılamadığını başkasının onun önüne geçip kendisini engellediğini düşünüp haset, suçluluk gibi duygulara bürünüyor. bunun sonucunda kendini oyalayacak şeyler arama, eğlence, düşünmeden keyif almaya çabalama, ben merkezcilik giriyor devreye. bu da kişi için bir savunma mekanizması aslında.
bunun için nasıl önlemler alınabilir üzerine birçok araştırma ve faaliyet de mevcut. kaliforniya'da bununla ilgili sosyal projeler başlatılmış. insalara rastgele iyilik yapmalarını teşvik eden kurumlar kurulmuş. mesela bir lise öğrencisi yaşlı, engelli, yardıma muhtaç bir insana yardım edip bunun sonucunda puan toplayıp okuldan mezun oluyormuş.
diğer bir alternatif ise nörobilimin bağımlı kişiler üzerinde 12 adım tedavisi. madde kullanıp vazgeçmiş kişiler, kullanan kişilere yardım ettiklerinde müthiş haz alıyorlar. yüksek bir değere hizmet ettiklerini anladıklarında beyinlerinin ödül bölgesi harekete geçiyor. yardım ettiği kişi mutlu olunca o da mutlu oluyor. maddenin beyinde yaptığı değişiklik ile kişiye yardım ederken ki duydulan haz karşılaştılınca beyindeki aynı bölgenin aktif olduğu gözlemleniyor. kişi böylece bencil bir duygudan kurtularak 2 kişinin mutlu olduğu durumları tercih etmeyi öğreniyor. alarak değil vererek mutlu ediyor. doğu felsefesinde olduğu gibi.