Mustafa Kemal'in Anadolu Hareketi’nin Sıfırdan Yazdığı Türkiye Hikayesi
30 ekim 1918'de, osmanlı padişahının temsilcileri, mondros limanı’nda demirli ingiliz amiral gemisinde amiral calthorp ile teslim şartlarını görüşüyordu. bu anlaşmayla birlikte, 31 ekim saat 12.00 itibarıyla savaş sona erdi ve osmanlı devleti silah bırakmak zorunda kaldı. bu sırada anadolu’da, elindeki sınırlı imkânlarla yedinci ordunun başında sonuna dek direnen mustafa kemal, bu zorunlu ateşkesi istemeyerek de olsa kabul etti.
istanbul’da, imparatorluğun dağılmasını tartışan çeşitli gruplar arasında görüş ayrılıkları yaşanıyordu; türk halkı güçlü bir devlet olma umudunu yitirmişti. bazı kesimler ingiliz mandasından yarar beklerken, diğer bir grup osmanlı’nın geriye kalan topraklarında amerikan himayesini sağlama çabası içindeydi.
mustafa kemal, durumu değerlendirmek üzere hemen istanbul’a geldi ve padişah vı. mehmet vahdettin ile görüştü. rahatına düşkün ve temkinli olan padişah, ondan dikkatli davranmasını istedi. fakat bir yandan da çanakkale kahramanından çekiniyor istanbul’da bulunması, vahdettin’i tedirgin ediyordu. bu nedenle kısa süre sonra mustafa kemal, samsun ve çevresindeki düzeni sağlama göreviyle ve dokuzuncu ordu müfettişi unvanıyla anadolu’ya tekrar gönderildi.
mustafa kemal’in ordu müfettişi olarak gönderilmesinde padişahın ve sadrazamın bazı kuşkuları olmuş, fakat bu göreve onu gönderen dahiliye nazırı (içişleri bakanı) ali kemal bey tarafından endişeler giderilmişti. atama 2 mayıs 1919’da yapıldı, 18 mayıs’ta da hükümetçe onaylandı. bu görevle birlikte, doğudaki kolordular mustafa kemal’in komutasına veriliyor, ancak valilere doğrudan emir verme yetkisi bulunmuyordu.
bu sıralarda durum çok kötüydü. istanbul, itilaf devletleri tarafından işgal edilmişti ve trakya’nın işgali yunanlılar tarafından gerçekleştirilmekteydi. fransızlar suriye’yi ve güney anadolu’nun bazı bölgelerini işgal ederken, ingilizler güneydoğu anadolu’yu kontrol altına almıştı. italyanlar ise güney anadolu’da antalya ve çevresini işgal etmişti. türklerin elinde ise orta anadolu’nun çorak topraklarından başka yer kalmamış gibiydi. buna ek olarak, yunanlılar da 15 mayıs 1919’da izmir’e çıkarma yapmıştı.
mustafa kemal, bandırma vapuru ile istanbul’dan yola çıkarak 19 mayıs 1919’da samsun’a ulaştı. ayak basar basmaz, vatanseverleri kendisiyle birlikte mücadeleye davet etti. direniş güçlerini bir araya getirmek amacıyla bir kongre düzenleme hazırlıklarına başladı. 22 haziran 1919’da yayımladığı resmi bir bildiriyle istanbul hükümeti'ni eleştirerek vatanseverleri sivas’ta toplanacak olan kongreye çağırdı.
amasya genelgesi adı verilen altı maddelik bildirinin ilk maddesinde, 'vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir. merkezi hükümet, itilaf devletleri'nin etki ve kontrolü altında bulunduğundan, üzerine aldığı sorumlulukların gereklerini yerine getirememektedir' denilerek hükümet açıkça eleştirilmiş; ardından, 'milletin istiklali, yine milletin azim ve kararıyla kurtarılacaktır' ifadeleri yer almıştır.
amasya genelgesi'nin yayımlanmasından sonra, padişah sultan vahdettin, mustafa kemal’in derhal istanbul’a dönmesini istedi, ancak mustafa kemal buna uymadı.
bunun üzerine istanbul hükümeti, 8 temmuz 1919’da mustafa kemal’i ordu müfettişliği görevinden azletti. dahiliye nazırı ali kemal’in önerisiyle azledilen mustafa kemal’in durumu, bir genelgeyle valiliklere bildirildi. bu genelgede, ingiltere temsilcisinin talebi ve ısrarıyla azledildiği belirtiliyordu. 8 temmuz'da ise yıldız sarayı’ndan gelen emirle, mustafa kemal’in memuriyetine son verildiği ve istanbul’a dönmesi gerektiği kendisine bildirildi. aynı gece erzurum’da telgrafhaneye çağrılan mustafa kemal, padişah ve harbiye nazırı’nın ısrarlarına rağmen askerlikten istifa ettiğini açıkladı. buna rağmen, 15. kolordu komutanı kazım karabekir, 'emrinizdeyim' diyerek mustafa kemal’e desteğini bildirdi. ayrıca, vilayât-ı şarkiye müdafaa-i hukuk cemiyeti’nin erzurum şubesi de onu başkanlığa seçti.
olaylar bu şekilde gelişirken, özellikle müttefik devletler, mustafa kemal’i ve başlattığı hareketi başlangıçta ciddiye almıyor, onu asi olarak tanımlıyorlardı. ingiltere ise anadolu’daki direnişin başarılı olamayacağını düşünüyordu. ancak vatanseverlerin inancı ile toplanan erzurum kongresi, 23 temmuz 1919'da türklerin yaşadığı ana vatanın asla terk edilmeyeceğini, fakat arap ülkelerinin elden çıkarılabileceğini ilan etti. rumlar bu karara saygı göstermeye yanaşmayınca, onların bu durumu bir şekilde kabul etmeleri gerektiği düşünülüyordu. mustafa kemal ise yeniden askerliğe dönmeyi düşünmekteydi. 4 eylül 1919’da toplanan sivas kongresi, erzurum kongresi'nde alınan kararları kabul ve ilan etti. mütareke şartlarına boyun eğen istanbul hükümetinden ürken padişah, kürtlerden oluşan birkaç birliği sivas kongresi’ni dağıtmak üzere gönderdi, ancak mustafa kemal, bu saldırıları küçük bir kuvvetle püskürttü.
bu dönemde istanbul, müttefik devletlerin askerleri tarafından kontrol ediliyor, osmanlı sultanına ise kendi ülkesinde istenmeyen bir misafir gibi davranılıyordu. ingiltere, kendi çıkarlarına uygun ve emirlerine itaat edecek bir sadrazamı göreve getirtti. müttefiklerin baskısına karşı koyamayan sadrazam ve şeyhülislam, anadolu hareketini dünya önünde ihanet olarak niteleyip kınamak istediler. mustafa kemal, ihtilal lideri olarak "istenmeyen adam" ilan edildi. şeyhülislam dürrizade abdullah, 11 nisan 1920’de yayımladığı fetvada mustafa kemal başta olmak üzere ihtilal liderlerinin öldürülmesinin farz olduğunu duyurdu. sadrazam damat ferit de bu fetvalara dayanarak anadolu hareketini lanetleyen bildiriler yayımlıyordu.
bunun üzerine mustafa kemal, 12 eylül 1919’da sultan vahdettin ve itilaf devletleri’nin güdümündeki istanbul hükümetiyle olan ilişkisini kesti. nutuk’ta bu olayı şöyle anlatır: "ayın on ikinci günü merkezi hükümetle irtibat kesildi… milli güvene sahip bir meşru hükümet kuruluncaya kadar sivas’ta heyet-i temsiliye, haberleşme ve temsil makamı olacaktı." ancak, damat ferit’in görevden alınarak yerine ali rıza paşa’nın getirilmesiyle iletişim yeniden başladı.
mustafa kemal'in öldürülmesini meşru kılan fetvalara karşılık, anadolu’daki din bilginlerinden istanbul hükümetini eleştiren fetvalar alındı. 150’den fazla müftünün imzasıyla yayımlanan bu karşı fetvalarda, milli mücadele’nin hak yolunda olduğu, bu mücadelede ölenlerin şehit sayılacağı belirtiliyor, buna karşı çıkanların mahkûm edileceği ifade ediliyordu. halifelik ve saltanat makamının esaret altında olduğu vurgulanıyordu.
bu durum üzerine sultan vahdettin, bir harp divanı kurdurarak mustafa kemal hakkında idam kararı aldırdı. istanbul birinci örfi idare harp divanı, 11 mayıs 1920’de mustafa kemal, kara vasıf bey, ali fuat paşa, dr. adnan adıvar, halide edip adıvar ve rüstem bey hakkında gıyabi idam kararları verdi. padişah, bu kararları 24 mayıs'ta onayladı.
mustafa kemal, ulusal kurtuluş hareketi adına vergi toplamaya başlamış, bu sürece direnen memurları ise cezalandırmıştı. bu dönemde birçok milletvekili ve gönüllü anadolu’ya geçerek kurtuluş hareketine katıldı. ancak, tüm gelişmelere rağmen milletvekillerinin çoğu, istanbul dışında bir yerde toplanacak bir meclisin meşruiyetine tam olarak inanmıyordu. bu inançla ve istanbul’un işgal altında olmasına rağmen, meclisi istanbul’da toplama girişiminde bulundular. ilk toplantılar henüz yapılmıştı ki ingilizler, meclis'i basarak milletvekillerini tutukladı ve bir kısmını malta’ya sürdü. kaçmayı başaranlar ise anadolu’ya geçip mustafa kemal’e katıldı.
mustafa kemal, anadolu’da seçim yapılmasını sağladı ve 23 nisan 1920’de ilk millî meclis olan büyük millet meclisi’ni topladı. meclis başkanlığı’na da kendisi seçildi. meclis başkanı aynı zamanda hükümetin de başkanı olarak kabul ediliyordu. mustafa kemal’in sunduğu ve meclis’in kabul ettiği bir önergeye göre, "meclis yasama ve yürütme yetkilerini kendisinde topluyordu. hükümet, meclis içinden seçiliyor ve meclis başkanı hükümetin de başkanı oluyordu. meclis’in üstünde bir güç tanınmıyordu. padişah ve halifenin durumu ise, cebir ve zorlamadan kurtulduklarında meclis tarafından değerlendirilecekti." bu kararla birlikte artık istanbul hükümeti tanınmıyor, halife-padişah’ın durumu ise "yabancıların elinde esir olduğu için" ileride değerlendirilmeye bırakılıyordu.
20 ocak 1921’de kabul edilen ilk teşkilat-ı esasiye kanunu’na göre "türkiye devleti, büyük millet meclisi hükümeti adıyla anılır." bu hükmün kabul edilmesiyle istanbul’daki hükümete kesin bir darbe vuruluyor; istanbul’da bir hükümetin olmadığı ve böyle bir hükümetin tanınmadığı yeni anayasa ile resmen açıklanıyordu. bir hafta sonra, mustafa kemal, sadrazam tevfik paşa’nın londra konferansı’na türkiye’nin davet edildiği ve osmanlı temsilcileri arasında ankara temsilcilerinin de bulunacağına dair telgrafına şöyle yanıt verdi: "istanbul’da meşru ve hukuki bir heyet bulunmadığından itilaf devletleri yalnız ankara hükümetini muhatap alabilir." aynı telgrafta, ankara hükümeti tanınmadığı takdirde "padişah’ın durumunun da sarsılabileceği" uyarısını da açıkça dile getirdi.
bu gelişmeler, mustafa kemal’in osmanlı sultanı ve istanbul hükümetine karşı ilk büyük darbesiydi. bu sırada izmir’e yerleşmiş olan yunanlılar, anadolu’ya karşı saldırıya geçmişti. itilaf devletleri, yunanistan’ı “anadolu’daki ihtilalcileri yok etmekle” görevlendirmişti. aynı zamanda ingilizler de boğaz’ın anadolu yakasına çıkarma yapıyordu.
görünüşe göre her şey bitmiş gibi duruyordu. bu zor günlerde, halife-padişaha körü körüne bağlı bazı köy hocaları ve dervişlerin kışkırttığı muhafazakâr köylüler, mustafa kemal’e karşı ayaklanıyordu. mustafa kemal, onlara “din düşmanı” ve “hilafet düşmanı” olarak gösterilmişti. bu köylüler çeteler hâlinde birleşmiş, bazıları ise düşmanla doğrudan işbirliği yapmaktaydı. birçoğu istanbul tarafından “hilafet ordusu” adı altında, dini ve halifeliği koruma iddiasıyla oluşturulan düzensiz bir ordu içinde toplanmıştı.
anadolu hareketine karşı bu isyanlar, sivas kongresi günlerinde başlamıştı. bunlar önce ali galip’in kışkırttığı kürtlerin hareketi, bayburt’un hart nahiyesinde sahte peygamber ilan edilen şeyh eşref’in isyanı, konya’da bozkır isyanları gibi münferit olaylardı. ancak, yedi sekiz ay içinde padişahın, istanbul hükümetinin ve ingilizlerin çabalarıyla ayaklanmalar yaygınlaştı ve büyük isyanlara dönüştü. en önemlileri marmara bölgesi’ndeki anzavur isyanları, bolu, düzce, gerede isyanları, yozgat’ta çapanoğulları isyanı ve konya’daki delibaş isyanıydı. bu ayaklanmalar 1919’un sonları ile 1920 sonları arasında olmuş, hepsi bastırılmış ve isyancıların liderleri idam edilmiştir.
aynı dönemde, 10 ağustos 1920’de, bir sabah sultan’ın sevr antlaşması’nı imzaladığı haberi geldi. bu antlaşma ile türkiye adeta ölüme mahkûm edilmişti. sadece arabistan, suriye, güneydoğu anadolu ve filistin’i kaybetmekle kalmıyor, trakya’yı, izmir ve ege bölgesi’ni, italyan işgalindeki güney anadolu’yu da düşmanlara bırakıyordu. türkiye, yalnızca kuzey ve orta anadolu’da küçük bir toprak parçasına çekilmeye zorlanmış, istanbul ise manda yönetimi altına alınacaktı. bu, türklerin yüzyıllar boyunca büyük fedakârlıklarla ve kan dökerek kurduğu, uygarlığını geliştirdiği imparatorluğun yıkılışı anlamına geliyordu. osmanlı hanedanının son padişahı olan vı. mehmet vahdettin ise artık mustafa kemal’in tarihten sileceği bir gölgeden başka bir şey değildi.
bu umutsuz günlerde mustafa kemal, altı yüzyıllık imparatorluğun yıkıntıları arasında, anarşiyle, iç çatışmalarla, yunan istilasıyla, ermeni ve kürt isyanlarıyla mücadele etmek zorundaydı. önce çeteler yok edildi, ardından halifenin “şeriat ordusu” dağıtıldı. fransızlar geri püskürtüldü, italyanlar ise bölgeden çekilmek zorunda kaldı. yunanlılar, 10 ocak 1921’de mustafa kemal’in silah arkadaşlarından ismet paşa tarafından inönü’de durduruldu. on gün sonra meclis toplandı ve çok önemli kararlar alındı; egemenliğin kayıtsız şartsız millete ait olacağı yeni ilke kabul edildi. artık padişahın adı neredeyse anılmıyordu. millet meclisi’ni mustafa kemal yönetiyordu ve bu sırada ismet paşa, arkadaşları arasında sivrilmeye başlamıştı. 1 nisan 1921’de, inönü’de yunanlılar kesin bir yenilgiye uğratılarak yeni bir zafer kazanıldı.
bu dönemde itilaf devletleri, mustafa kemal’e bir anlaşma teklifinde bulundular, ancak mustafa kemal bu teklifi reddetti. sevr antlaşması’nı kesin olarak tanımadığını açıkça ilan etmişti.
yunanlılar sakarya vadisinde türklere son ve öldürücü darbe indirme hazırlığı yaparken yunanlılar, sakarya vadisi’nde türklere son ve öldürücü darbeyi indirme hazırlığındayken, meclis’teki çekişmelerden ve anlaşmazlıklardan bıkan mustafa kemal, 5 ağustos 1921’de kürsüye çıkarak şunları söyledi:
“türkiye bir kere daha ölüm tehlikesiyle karşı karşıyadır. zaman harekete geçme zamanıdır, tartışmalarla oyalanma zamanı değildir. başkomutanlık yetkilerinin, meclis’in tüm yetkileriyle birlikte bana verilmesini talep ediyorum.”
bir gün önceki gizli oturumda yoğun tartışmalar yaşanmış, muhalif milletvekilleri mustafa kemal’i meclis’in yetkilerini ele geçirmeye çalışmakla suçlamışlardı. milletvekilleri, mustafa kemal’in diktatör olmasından çekiniyorlardı. mustafa kemal’in nutuk’ta belirttiğine göre, bu muhalifler onun, yenilmiş bir ordunun başında başarısızlığa uğramasını istiyorlardı. ancak mustafa kemal, 5 ağustos’taki konuşmasında "askerim, ardımdan gelmeye kararlıdır" diyerek meclis'te kararlı duruşuyla tam yetkiyi aldı.
türkleri yok etme hayali kuran yunanlılar, mustafa kemal’in direnişinin son ve etkisiz bir çırpınış olduğuna inanıyordu. onlara göre bugün türk ordusunu yenmek, yarın ankara’yı ele geçirmek demekti; hatta anadolu’da yunan kolonileri kurma fikri bile düşleniyordu. bu sebeple savaş, her iki tarafın da sonuna kadar kazanma azmiyle girdiği bir mücadeleye dönüştü. günlerce süren bu kanlı savaşın sonucunda yunan saldırısı zayıfladı. iki tarafın da cephanesi tükenmiş, askerler aç ve susuz kalmıştı. ancak türk ordusu, vatanı kurtarmanın verdiği sevinçle doluyken yunanlılar cesaretlerini kaybetmişti. 12-13 eylül 1921’de yunan ordusu sakarya nehri’ni geçerek 300 kilometre kadar batıya çekildi. geçtikleri köy ve kasabaları yakıp yıkmalarına rağmen bu, mustafa kemal ve ordusunun direniş adına sergilediği mücadele gerçek bir zaferdi.
fransızlar bu zaferin önemini kavradılar ve 20 ekim 1921’de eski fransız bakanlarından franklin bouillon, mustafa kemal’le türkiye ile fransa’yı dostça bağlayacak bir anlaşma imzaladı. anlaşmaya göre fransa, suriye üzerindeki mandasını sürdürmekle birlikte kilis, maraş ve diyarbakır'dan, yani güneydoğu anadolu’dan çekilecekti.
mustafa kemal meclis’i korumak istiyordu, ancak milletvekillerinin bir kısmı savaşı kaybetme korkusu içindeydi. bazıları, daha büyük bir yenilgiye uğramadan, silahları bırakmayı ve olanla yetinmeyi tercih ediyordu. ancak mustafa kemal onları dinlemedi ve büyük bir çaba sarf ederek, ülkenin tüm yoksulluğuna rağmen 200 bin kişilik bir orduyu hazırlayıp silahlandırdı.
26 ağustos 1922’de taarruza geçti ve düşmanı kesin olarak yok etmeye karar verdi. ordusu, izmir’e kadar ilerledi ve birkaç gün sonra, büyük kısmı ateşe verilmiş olan izmir kurtarıldı.
mustafa kemal, barışın sağlanması için anadolu’nun, istanbul’un, boğazlar’ın ve trakya’nın kayıtsız şartsız türkiye’ye bırakılmasını şart koştu. 9 eylül’de izmir’e giren mustafa kemal, 11 ekim’de mudanya’da bir mütareke imzaladı. mustafa kemal’in temsilcisi refet paşa, 18 ekim’de istanbul’a geldiğinde büyük bir coşkuyla karşılandı. ertesi gün itilaf devletleri komiserleriyle görüşen refet paşa, ankara hükümetinin istanbul hükümetini tanımadığını bildirdi. ingilizler direnişe devam etse de fransızlar uzlaşma yoluna gitmenin kaçınılmaz olduğunu anladılar ve 12 kasım’da, lozan’da barışı sağlamak için bir konferans düzenlenmesine karar verildi. ingilizler, bu konferansa istanbul ve ankara’dan iki ayrı heyetin katılmasını istiyordu. meclis bunu öğrendiğinde ankara’da büyük bir gerginlik yaşandı ve mustafa kemal, son darbeyi vurmanın zamanının geldiğine karar verdi. saltanatın kaldırılması artık kaçınılmazdı.
mustafa kemal atatürk, nutuk'ta bu durumu şöyle anlatır:
“28 ekim 1922’de itilaf devletleri, lozan’da açılacak barış görüşmelerine davet etti. hâlâ istanbul hükümetini tanıyarak onu da konferansa davet ediyorlardı. bu müşterek davet, saltanatın kaldırılmasını kesin olarak gündeme getirdi.”
padişah mehmet vahdettin başka bir kurtuluş yolu düşünemiyordu. gerekirse mustafa kemal’i sadrazam veya başbakan olarak hükümetine almayı bile önerdi. ancak mustafa kemal bu teklifi kesin bir dille reddetti.
30 ekim 1922’de büyük millet meclisi’nde bir toplantı düzenlendi. sert sözler ve ağır eleştiriler birbirini izledi. tartışmaların sona erdiği anda mustafa kemal, hemen oylamaya geçilmesini istedi; ancak milletvekilleri kabul etmediler ve öneriyi ertesi gün toplanacak bir komisyona havale ettiler.
1 kasım’da toplanan komisyonda, din adamlarından biri kuran’dan, islam tarihinden ve bağdat ile kahire’deki eski halifelerden bahsederek uzun bir konuşma yaptı. mustafa kemal, sabırla ve sessizce tüm konuşmaları dinledi. ardından birden ayağa kalkarak şöyle konuştu.
“mesele, durumu ve şartları doğru anlamaktan ibarettir. bu ayrılık, ne pahasına olursa olsun gerçekleşecektir. burada toplananlar, bu ayrılığı doğal karşılarsa her şey yolunda gidecektir; aksi takdirde, değiştirilmesi imkansız olan bu karar hiçbir şekilde değiştirilmeyecektir.”
milletvekilleri, yasa tasarısını destekleyen ve büyük millet meclisi'ni derhal toplantıya çağıran raporu imzaladılar. mustafa kemal, kürsüde koşulları kesin bir dille açıkladı ve şöyle dedi: "bütün türkiye artık ankara hükümetinin idaresi altına girmektedir. çünkü türk milleti, istanbul hükümetini tarihe mal olmuş bir şahsın saltanatına dayanan, geçmiş bir dönemin kalıntısı olarak görmektedir."
bu son sözlerinden sonra mustafa kemal, kararın açık oylamaya sunulmasını teklif ederek, meclisin bu kanunu oy birliğiyle kabul edeceğine inandığını belirtti. tartışmalar arasında yapılan oylama sonucunda, meclis başkanı, büyük millet meclisi'nin oy birliğiyle aldığı kararla saltanatın kaldırıldığını ilan etti. ancak daha sonra bu kararın oy birliğiyle alınmadığını öne sürenler de oldu.
yüzyıllardır süren osmanlı saltanatı böylece sona ermişti. mustafa kemal'in temsilcisi istanbul'da yönetimi devraldı. son osmanlı padişahı sultan vı. mehmet vahdettin, bir ingiliz gemisine binerek 16 kasım 1922'de istanbul'dan ayrıldı.
osmanlı sultanı aynı zamanda halifeydi ve bütün müslümanların dini lideriydi. ancak 18 kasım 1922’de büyük millet meclisi tarafından abdülmecid halife olarak seçildi. daha önce diyanet işleri başkanı vehbi hoca, vahdettin’in halifelikten alınması için bir fetva hazırlamış, ardından yeni halife seçilmişti.
mustafa kemal, türkiye'yi bir din devleti olmaktan çıkararak laik ve modern bir devlet haline getirmeyi düşünüyordu. imparatorluk anlayışından millet kavramına geçmek istiyordu. laik bir türk devleti hedefi doğrultusunda, bu hedefe adım adım ilerlemeyi uygun buluyor; böylece güçlü bir dini engelle karşılaşmadan yoluna devam etmek istiyordu. ancak din adamları, son günlerin yaklaştığını düşünerek tetikte bekliyorlardı. bir gün mustafa kemal, meclis kürsüsünden şöyle seslendi:
"meclisimiz, bütün islam dünyasını içine alacak bir iktidar arayışında değildir. türk milleti ve meclisimiz, kaderini halife sıfatını taşıyan bir devlet başkanına emanet edemez. bu kişinin siyasetten çekilmesiyle islam dünyasında kargaşalar çıkacağını iddia edenler varsa, yalan söylüyor."
buna rağmen abdülmecid, son padişah mehmet vahdettin’den sonra halife sıfatıyla istanbul'da bulunuyordu. abdülmecid sakin ve kendi halinde biriydi; ancak etrafında bir direnişçi grup oluşmaya başlamıştı. bu grubun başını, eski düzenin adamları çekiyordu.
mustafa kemal, zamanın değerini iyi bilen bir lider olarak, o anda halifeyle uğraşmaya müsait değildi. lozan’da türkiye’nin yıllar sonra batılı devletlerle eşit düzeyde bir masa başında bulunacağı, oldukça önemli bir konferans yaklaşmaktaydı. bu konferansta, koşullarını dünkü düşmanlarına kabul ettirmek zorundaydı. lozan antlaşması, 24 temmuz 1923'te imzalandı. savaş resmen sona ermiş, türkiye hak ettiği barışa ve özgür bir geleceğe yeniden kavuşmuştu.
mustafa kemal, 28 ekim’de meclis’ten bir kabine kurulmasını istedi. ancak çeşitli hiziplerin çatıştığı meclis, kabineyi kuramayacağını anlayarak mustafa kemal’den yardım bekledi. mustafa kemal ise meclis'te cumhuriyet'in ilan edilmesini teklif etti. muhalefet bile bu teklife açıkça karşı çıkamadı ve teklif ittifak oylarıyla kabul edildi. mustafa kemal, oylamaya katılan 159 kişiden 158’inin oyuyla türkiye cumhuriyeti’nin ilk cumhurbaşkanı seçildi.
mustafa kemal, köklü bir yenilik hareketi başlatmak istiyordu; ancak halifelik varlığını sürdürdükçe bu yenilikler tehlike altındaydı. eski düzenin adamları, muhafazakârlar ve din adamları, osmanlı saltanatını yeniden canlandırma umuduyla halifeye sıkı sıkıya bağlanıyordu. halife, istanbul'da müslümanların coşkuyla desteklediği bir simge haline gelmiş, sarayından her çıkışında kalabalıklar peşine düşüyordu. türkiye dışında da müslümanlar, halife lehinde bir tavır içindeydi. halife, kendisine gerektiği kadar saygı gösterilmediğinden yakınıyor, istanbul’a gelen milletvekili ve bakanların onu ziyaret etmediğini dile getiriyor, bağımsız bir bütçe talep ediyordu.
mustafa kemal, kararını yakın silah arkadaşı ismet inönü’ye şöyle açıklıyordu:
"fransızlar, reformlarından bir yüzyıl sonra bile, kendilerine asırlarca hükmetmiş hanedan mensuplarını memleketlerine sokmamaya kararlıdırlar. biz ufukta mutlak iktidar güneşinin yeniden doğacağı günü görmek ve cumhuriyetimizi kendi aç gözlü emellerine feda etmek isteyen saltanat mensuplarıyla yakınları hakkında tereddüt gösteremeyiz. halife, kim olduğunu ve yetkisinin sınırlarının nerede sona erdiğini bilmeli ve bu halinden memnun olmalıdır."
mustafa kemal, halifeliği kaldırmaya kararlıydı. beklenen fırsat ise hindistan’dan gelen bir mektupla çıktı. iki islam lideri, ağa han ve emir ali, halifeyi destekleyen bir mektup gönderdi. mustafa kemal, mektubu meclis'e sundu. meclistekiler öfkeyle karşılık verdi. mustafa kemal, “işte!” diye haykırdı, “asırlardır hilafet bizim kanımızla güç ve kudret kazandı.”
halk fırkası’nın bölge komiteleri, halife ve yabancı ajanlara karşı yoğun bir propaganda başlattı. istanbul gazetelerinde yayımlanan ağa han’ın mektubu, hükümet tarafından cezalandırıldı. meclis, cumhuriyet karşıtı ve eski rejimi geri getirme amacı güden her türlü girişimin ölüm cezasıyla cezalandırılmasını kabul etti.
mustafa kemal, hilafetin kaldırılmasını ve halifenin yurt dışına çıkarılmasını planlıyordu. meclis, mustafa kemal’in ardındaydı; tutucu ve ilerici herkes mustafa kemal’i destekliyordu. o gece istanbul valisine emir verildi. halife, meclis’in kararından derhal haberdar edilecekti.
3 mart 1924’te hilafetin kaldırılması kararı alındı. halife abdülmecid, sultan abdülaziz’in ikinci oğluydu ve ikinci dünya savaşı’nın sonlarına doğru paris’te vefat etti.
mustafa kemal, istanbul hükümetini ve saltanatı ortadan kaldırmayı başarmıştı. şimdi, imparatorluğun kalıntılarından çağdaş bir devlet kurmaya; kılık kıyafetten, yazıya, eğitimden, toplumsal yaşamı düzenleyen yasalara kadar her alanda devrimler gerçekleştirerek türkiye’yi modernleştirmeye yönelmişti. mustafa kemal, türkiye cumhuriyeti'ni geleceğe taşıyan en büyük liderdir.