Mutlu Olmayı Bir Türlü Beceremeyen İnsanların Ortak Özellikleri

Mutlu olmak üzerine düşündürücü bir görüş bildirisi.
Mutlu Olmayı Bir Türlü Beceremeyen İnsanların Ortak Özellikleri
The Pursuit of Happyness (2006)

mutlu olmayı beceremeyen insanların ortak özelliği mutlu edilmeyi beklemektir...

bir film repliği hatırlıyorum, öyle söylüyordu kadın, "mutluluğu ömrüm boyunca bir hediye gibi bekledim..."

bazı insanlar mutluluğu gökten düşecek bir yıldız gibi bekliyor, göz kamaştıran bir mucize gibi... bazıları da şık bir hediye paketi gibi başkalarından, özellikle kendilerine yakın olan insanlardan... mutlu olamadıkları için o insanları suçluyor, hırpalıyorlar...

insanın mutluluğunun başkasına bağlı olması, başkasının ellerine teslim etmesi hazindir...

mutlu olamayanların bir diğer özelliği de kendisiyle, kendisinden ve kendisinde olanlardan hoşnut olamamak

inanması güç ama, asla tek başına kalamayanlar var. "mutluluk kendi kendine yetenlerindir." diyordu schopenhauer.

mutlu olmak, insanın kendi başına başaracağı bir şey... başarı olarak tanımlamak da doğru olmayabilir... içsel bir şey mutluluk, sizde varsa vardır, yoksa, zor... nicolas chamfort'un dediği gibi, "kendimizde bulmak çok zor, başka yerde bulmak imkânsızdır."

çok anlam yükleniyor mutluluğa, bu nedenle bekleniyor. geldi mi, geçti mi, ya gelip geçtiyse..
mutluluk beklendiğinde, godot gibidir, gelmez, bazen korkulan olur; yanımızdan geçip gidiverir, fark edilmez.. kimse mutluluğun kısacık bir an, küçücük bir bahane olacağına inanamıyor.

osho'ya düşkün biri değilimdir. fakat sadece mutluluk ile ilgili değil, başkalarına, başka canlılara olan yansımamızı da ifade eden şu sözleri değerlidir:

"yaşam, ufacık şeylerden, küçük mutluluklardan oluşuyor. hiçbir şey büyük ve kutsal değil..
yaşam bir bardak çayı yudumlamak, bir dostla sohbet etmek, sabah yürüyüşe çıkmaktır, ama illa belli bir yere doğru değil, amaçsız, son belirlemeden hareket etmektir. böylece herhangi bir noktadan geri dönebilirsin. yaşam sevdiğin birine yemek hazırlamaktır; kendine yemek hazırlamaktır, çünkü kendi bedenini de seviyorsun; elbiselerini yıkamak, yerleri silmek, bitkileri sulamaktır. yaşam işte bu ufak şeyler, ufacık şeyler. bir yabancıya merhaba demek, hem de hiç gerek olmadığı halde, çünkü onunla hiçbir işin olmayacak. bir yabancıyı selamlayabilen bir insan bir ağaca da merhaba diyebilir, bir çiçeğe de; kuşlara şarkı söyleyebilir. kuşlar her gün şakır ve sen bugüne dek bunu hiç dikkate almadın, ama bir gün onların çağrısına cevap vermelisin. sadece küçük şeyler, küçücük şeyler... yaşamına saygı göster. bu saygı sayesinde başkalarının hayatına da saygı göstereceksin."

mutluluğu büyütmek kadar mutluluk takıntısı yani sürekli mutluluk arayışında olmak, mutlu olup olmadığını sorgulamak mutlu olmayı güçleştiren özelliklerden. eh, biraz mutsuz oluverelim, ne olur; hani şu bildik klişe vardır ya, mutsuzluğu yaşamadan mutluluğu tanıyamaz insan.

gerisi, bildiğimiz şeyler, belki de bilmediğimiz...

3000 yazı yazan birinin kaç kez "mutluluk" dediğini tahmin etmek bile zor. mutluluğun nasıl biri olduğumuzla, değerlerimizle ilgili olduğunu, bencil ve hırslı olanların, hayatlarını başarı, almak- kazanmak-elde emek üzerine inşa edenlerin, sevgi ve iyilikte "ne kadarsa o kadar" diyerek ölçü gözeten, fiyat ve miktar biçenlerin mutlu olamadığını öğrenmek zaman alıyor.
aşağı yukarı yolun yarısına geldiğimizde, çoğu şeye dair tüm bildiklerimizi yeniden öğreniriz.

insan artık maddi bir varlık... manevi dediğimiz değerler, arkaik bulunuyor. en kibarından, nostaljik...

kazanmak, başarmak üzerine kodlanan çocukluğumuz mutluluğu es geçmiştir. bu yüzden mutluluğu bulmak bize kalır, epey gecikmiş olarak... başarı nedir? bir çocuk masalı, aslında büyükler için bir el kitabı aynı zamanda, "başarı, sevmektir." diyordu. sevilmeden sevebilmenin, karşılık gözetmeden iyi olabilmenin "hastalık" olarak görülmesi, hastalıktır.. insanın, insan yanını yok eden bir hastalık... tabii ki, kariyer önemlidir, emek değerli, her ikisinin de mutlu ettiği zamanlar vardır. lakin, ister istemez genelleme yapıyoruz bazen, madde üzerine, madde ve başarı ilişkisi üzerine kurulan bir hayat, ıskalanmış, ziyan edilmiş bir hayattır denebilir. zira yaşanan sahte mutluluktur. önce bol bol kahve- sigara sonra anksiyete krizleri ve antidepresan tiryakisi olunuyor.

mutsuzluk tıpkı yalnızlık gibi, saklanamıyor

kocaman kahkahalar, neşeli gibi görünen muhabbetler, kafamı boşaltıyorum aktiviteleri mutsuzluktan. dağa taşa kendini vurmalar, bilumum bağımlılıklar, dağıtmalar, mutsuzluktan... bir palyaço maskesine sahip olabilirsiniz ama mutsuzluğu mutluluğa dönüştüren bir maske yok.

yaşadığımız dünya bitip tükenmeksizin mutsuzluk üreten bir fabrikadır. insan dış dünyadan, yaşadığı ülkeden, yakın ve uzak çevresinden bağımsız mutlu olamaz... bir halk mutsuzsa, mutlu olmak zordur. mahalle baskısından başlayarak, özel hayata müdahalenin olağan sayıldığı, özgürlüğün bir lükse dönüştüğü, gelecek endişesinin olduğu bir hayat mutsuz eder...

bakıyorsunuz, her şey mutsuz olmak için... fakat siz varsınız, kendiniz. konu mutluluk olduğunda, size kendinizden başkasından fayda yok. kim ne derse desin, epey eleştiriliyor çünkü, mutluluk biraz pollyannacılıktır. bu, bardağın dolu tarafı da olabilir, sahip olduklarınızla yetinmek de..

daha önce, mutluluğa ilişkin, kim bilir kimlerden onlarca söz ve görüş, psikolojik analiz yazmışımdır eminim; bu kez kazancakis'in mutlulukla ilgili, kendisini tarif eden, çok sevdiğim şu sözlerini hatırlatmak istedim, özünde osho'nun söyledikleriyle benzerlik taşıyor:

"mutluluğun, basit ve açık bir şey olup bir bardak şarap, bir kestane, kendi halinde bir mangalcık ve denizin uğultusundan başka bir şey olmadığına aklım yattı. yalnız, bütün bunların, mutluluk olduğunu insanın anlayabilmesi için basit ve açık bir kalbe sahip olması gerekiyor."

sadelik ve içtenlik... 1900'lerin ortalarına kadar belki, şimdilerde ise, sanırım en olmayacak şey... bu özelliklerden uzaklaştıkça, mutluluk da uzaklaşıyor. denizin uğultusu yerini mutsuzluğun uğultusuna bırakıyor.