Naziler 2. Dünya Savaşı'nı Kazansaydı Ne Olurdu? Diyen Roman: Yüksek Şatodaki Adam

Usta bilim kurgu yazarı Philip K Dick'in alternatif tarihe dair güzel bir örneği olan bu romanı, aynı zamanda bir Prime dizisine de uyarlanmıştı. İkisini de şöyle bir inceleyelim.
Naziler 2. Dünya Savaşı'nı Kazansaydı Ne Olurdu? Diyen Roman: Yüksek Şatodaki Adam

harika bir kitaptır. çok basit bir temel üzerine yazılmıştır: "naziler ikinci dünya savaşı'nı kazansaydı ne olurdu?" dizisiyle kitabının karşılaştırmasını yapmak hem zihin açıcı hem de ikisi arasındaki derin farklılıkları ortaya koyacaktır diye düşünüyorum. aşağısı spoiler içerebilir.

Uyarı: Spoiler içerir.


philip k. dick bu alternatif tarih sorusunun cevabını popüler kanının aksine mevcut dünya düzeni nasılsa, o biçime getirerek çözüyor. yani kapitalist bir dünyadayız, sermayenin gücü tüm dünyayı etkisi altına almış ve sömürü düzeni devam ediyor. bence sanayi devrimi sonrasında yeni dünya düzeninin ne olursa olsun bu şekilde oluşacağını varsayıyor. sanayi devrimi ve ikinci dünya savaşı bitince teknoloji müthiş bir atılım yapıyor ve kıtalar arasında roketle seyahat edebiliyorsunuz. fakat dizide bu durum söz konusu değil. 1960'ların teknolojisi ve araçları baz alınarak çekilmiş bir atmosfer var.

dizide işgal altındaki amerika gri ve karanlık tonda çekilmişken, berlin sahneleri söz konusuysa daha aydınlık, beyaz ve açık mavi tonda olduğunu görüyoruz. yine generallerin evleri aile hayatları beyaz ve aydınlık sahnelerken; amerikalılar karanlık ve gri atmosferde kalıyorlar. kitapsa komple size karanlık bir atmosfer sunuyor. sanki merdiven altındasınız ve üzerinizde baskı varmışçasına kitabı okuyorsunuz.

yine kitapta almanya ağırlıklı değil, japonya ağırlıklı bir olay örgüsü izliyoruz (nazi sells) dizideyse bu durum tam tersi.

kitapta ana karakterler diziden daha az: juliana, frank, tagomi ve joe black bulunuyor. fakat dizide ana karakterimiz john smith ve olaylar smith ile juliana ekseninde ayrı ayrı vuku buluyor. belki de en büyük farklılık bu olabilir. kitapta ed ve childan yine var ancak frank'in hikayesiyle ilintililer. dizideki gibi bağımsız ve orijinal değiller. sanırım philip k. dick amcamız çok üzerlerinde düşünmemiş. dizi yapımcıları smith karakterini o kadar ön plana çıkarttılar ki metro reklamlarında bile smith görünen yüz kendisidir.


dizide john smith'in aile hayatı oldukça fantastik. kendisi dönek bir amerikan subayı ve arkadaşlarına sırt çevirmiş ve hatta arkadaşlarını nazi üniforması giyerek yakalamış, tutuklatmış ve öldürmüş bir adam. amerikan subaylığını bıraktıktan sonra naziler'den daha büyük nazi oluyor ve hatta yeni hitler'e dönüşüyor ancak çocuğu sakat ve engelli. çocuğunu da öldürmemek için ve olayın duyulmaması için elinden geleni yapıyor. pis ve aşağılık bir adam ancak aynı zamanda bu aşağılık durumu biraz darwinist bir biçimde açıklanıyor: "çocuğum ve eşim için ortama uyum sağlamak zorundaydım." dizideki en güzel şey ve en etkili karakter keisnlikle john smith. sırf bu karakter uğruna dizi iyi ki değiştirilmiş diyebiliyorsunuz.

kitap almanya üzerinde çok durmadığı için yine hitler'in nazilerin başında yaşadığını varsayarak kurgusuna devam etmiş ve ana karakterler heydrich, goring and goebbels orijinallilerini korumuşlar. dizide bir darbe ile başa gelen ve joe black'in babası olan heursmannkitapta bulunmuyor. martin bormann yine hem kitap hem dizide bulunuyor ancak dizideki martin bormann ile kitaptaki bormann arasında dağlar kadar fark var. dizinin kırılım noktaları bormann'ın üzerinde kurulduysa da kitapta bu kırılımlardan kırıntı dahi yok.

dizide juliana ve direnişçiler kaybolmuş, gizemli, kimin çektiği belli olmayan alternatif evrenler içeren haber makaraları toplarken romanda böyle bir şey yok. romanın içinde the grasshopper lies heavy adındaki bir kitapta almanların kaybettiği hikayeler anlatılıyor. dizinin belki de görsel bir şov olmasından dolayı bu detayın eklenmesi çok akıllıca ve şık olmuş.

dizide tagomi geleceği görmek için ı chingyapar. kitapta juliana ve frank de bu metodla fallarına bakıyorlar.

dizide de romanda da naziler ve japonlar birbirine güvenmiyorlar. dünya ikiye bölünmüş olabilir ama iki devlet de birbirlerinden çekiniyorlar (dizide bariz alman üstünlüğü var) ve ancak barışı atom bombasıyla sağlıyorlar. sanırım bugünkü dünyanın özeti de bu; barış atom bombalarıyla sağlanabiliyor. bu noktada kubrick'in dr. strangelove'ını anmadan geçemeyeceğim.

Spoiler'ın sonu.


tüm bunları bir kenara bırakırsak dizi ve kitap hakkında söyleyeceğim iki kelam lafım var

birincisi kitap hakkında. kitap bence çok başarılı ve popülizmden uzak bir şekilde yazılmış ancak kısa hikaye ile tamamlanamamış bir roman arasında kalmış. karakterler arasındaki geçiş çok dağınık ve güzel formüle edilmemiş. philip k. dick belki de romanı yazarken sıkıldı ve bu karanlık atmosferi daha fazla ilerletmek/yaşamak istemedi. çünkü kendisi naziler'den iğrendiği için romanda sadece komple afrika'daki siyahilerin naziler tarafından soy kırımla yok edildiğini bir satırla anlatır. ne sistematiğinden bahseder ne de bunun amacından ki zaten amaç belli değil midir? bu açıdan romanı başarılı bulmadığımı söylemem gerek. çünkü fazla tasvir yok, aksiyonu kısa kalmış ve heyecanını yitirmiş bir kitap ortaya çıkmış.

ama kitabın ortaya koyduğu fikir özünde muhteşem ve kurduğu atmosfer olağanüstü. kitabı okurken sanki sayfalar grileşiyor ve atmosferde kayboluyorsunuz. romanın fikrinin bu yüzden etkisi altında kalıyorsunuz.

ikincisi dizi hakkında. dizinin ilk iki sezonu çok başarılı. harika bir cast, muhteşem bir atmosfer var. farklılıklar çok sert ama çok güzel kotarılmış. özellikle obergruppenführer john smith üstün bir performans göstermiş ve diziyi farklı bir boyuta getirmiş.

ancak ikinci sezondan sonra işler değişiyor ve dizi alenen halının ortasına sıçıyor. hikaye başı boş bir noktaya evriliyor ve bariz bir amerikan propogandası izlemeye başlıyoruz. tamam amerika'da direnişçiler var ama ya avrupa? peki ya asya? avustralya? hiç mi direnişçi yok, hiç mi gerilla savaşları olmuyor? yahudiler kendi aralarında gizli gizli toplanırken müslümanlar, hindular nerede? istenilseydi yapılabilirdi ve ikinci sezon sonrasında dizi kendisini çok daha iyi bir notaya götürebilirdi. çakılıp kaldığı nazi devlet ünvanları yüzünden ilerleyemeyen, son sezonu vasat altı bir sezon ile kendisini bitirdi. salakça bir aşk hikayesi, saçma bir amerikan propogandası ve boş yere harcanmış paralel evren vurgusu dizinin kendi kuyruğunu yemesine sebebiyet vermiş.

özet geçecek olursak kitabı zor okunan ve detayları akılda kalmayan güzel bir romanken dizisi ikinci sezondan sonra sürekli inişe geçmiş ve dip noktada bitirilmiş bir hikaye olarak karşımıza çıkıyor. yine de alternatif tarih sevenler ve bilim kurgu aşıkları için üzerinde düşünecek bir şey arayanlar için hazine değerinde zaman geçirgeçleri olarak görüyorum.

dizisini izledikten sonra kitabını okumak daha cazip gelecektir diyerek yazımı burada bitiriyorum.