Netflix'in En Farklı İşlerinden Biri Olan Kuvvetli Bir Alkış Dizisinin İncelemesi
dizi anne zeynep'in hamileyken meditasyon yapması ve kendisini izleyen eşinin dikkatini dağıtmasına kızmasıyla başlıyor. bu noktada dizinin ilk sahnesi ve son sahnesinin kendini yiyen yılan gibi birleştiğini söyleyebiliriz. çiftimiz bebek için her türlü alışverişi yaptıktan sonra sevişmeyi unuttuklarını fark ediyorlar. zaten bebekle ilgili ismi şu olsun böyle biri olsun gibi sembolik beklentileri de yok. çocuk dünyaya getirmeye değil, "anne ve baba" olmaya odaklı olduklarını sembolize eden bir sahne olduğunu düşünüyorum. çocuk da bu noktada dünyaya yeni gelecek bir insan değil de, onları anne baba yapacak bir nesne, unutulabilen bir teferruat. bu aslında etrafımızda bazı ebeveynliklerde görebileceğimiz bir durum, özellikle de günümüzde. çocuğun bir insan oluşundan ziyade ebeveynin narsistik uzantısı oluşu; giydirilen kıyafetleriyle, sosyal medyada gelen beğenilerle, piyano kursundan bilmem ne kursuna kadar kazandığı her meziyetiyle ebeveyninin temsili olarak parlaması gereken, ebeveyninin ne kadar da harika olduğunu ve iyi iş çıkardığını etrafa göstermesi gereken bir şey. aman ha ilk bölümdeki misafir kadın ve adam gibi boş bir insan olmasın.
anne zeynep ve baba mehmet'in ilişkisi çoğu ilişki gibi açık iletişim ve duygu paylaşımının olmadığı bir ilişki. ikisi de birbirinden duygularını saklıyor, bunu en net anladığımız bölüm de 2. bölüm. çocuk kaybolduğunda paniklememek konusunda birbirlerini baskılamaları, mehmet'in camı açıp panikleyip bir şey olmamış gibi içeri girmesi gibi sahneler bize bunu gösteriyor. ortada bir paylaşım olmayınca da varsayımlar üzerinden bir ilişki yürüyor. hastanede zeynep'in telefonda mehmet'le konuşması sahnesi, aslında onun bu ilişkide tutunduğu bir varsayımdan ibaret. "ya böyle duygusuz gibi falan ama aslında çok duygulu da söyleyemiyor işte" inancına tutunmuş, bu varsayım üzerinden adamı sevmeye çalışıyor. mehmet de belki zeynep'i meditasyon yaparken izlediğinde kafasında benzer varsayımlar canlanıyordur. sevmek zamanı filmindeki gibi, en basit haliyle "beğendiğiniz bedenlere hayalinizdeki ruhları koyup aşık oluyorsunuz" hali yani.
1. bölümde metin'in anne karnındayken konuştuğu karakter kudret'in sesinin dava adamı olarak konuşurken daha gür ve sert, bunun dışında ise ince ve naif olması da insanların belli ideolojiler üzerinden kimlik inşa ettiklerinde kendi kırılganlık ve eksikliklerini bu ideoloji aracılığıyla dönüştürme çabalarını sade bir şekilde anlatan güzel bir detay olmuş. bir şeyi kendinizden ne kadar uzaklaştırırsanız onun hakkında konuşmak daha kolay oluyor tabii. "ben böyle istiyorum" demek, "bütün insanlar böyle istiyor" demekten daha zor, çünkü söylediğiniz şeyin sorumluluğunu bir birey olarak üstlenmeniz gerekiyor.
metin'in bulunduğu rahmin içindeki nesnelere bakalım. barbie bebekler ve oyuncaklar anne zeynep'in çocukluğuna dair bastırılmış bazı eksikleri; topuklu ayakkabı, şort ve telefon zeynep'in bastırılmış kadınlığını/cinselliğini sembolize ediyor bence. takdir belgesi çerçevesindeki kobra ise yine dizinin sonunda önemli olacak olan bir metafor.
yani metin, daha en başından annesinin içine akan gözyaşlarıyla yani bastırılmış duyguları, bastırılmış çocukluğu, bastırılmış cinselliğiyle karşılaşan bir çocuğu temsil ediyor. bütün bu eksikleri tamamlaması beklenen bir kurtarıcı, meditasyonlarla sürüp giden bir arayışı sonlandırması beklenen bir tamamlayıcı olması gerekiyor. kobra fotoğrafına çerçeve olarak neden takdir belgesi çerçevesi kullanmışlar dersek, sanırım bu da annesinin takdirini almanın tek yolunun az önce yazdığım şeyleri başarması ile olabileceğine dair bir spoiler.
3. bölüm en beğendiğim bölüm oldu. çocukla annenin yerde yaptıkları konuşma gayet açık ve etkileyiciydi. anne o kadar yutan bir anne ki, 5 yaşındaki çocuğunu sevgilisine karşı doldurup onun hayatındaki tek kadın olmak istiyor bunu anlıyoruz. hatta babayı da saf dışı bırakıp "dünyaya karşı biz ikimiz" durumu yaratarak çocukla bir olmaya çalışıyor. çocuğun da o konuşmada anne tarafından yutulmamak için çırpınışlarını, "bir müsaade et babam aramıza girsin de bir üçlenelim, yoksa beni yutacaksın" deyişlerini dinliyoruz özetle. psikanalitik anlamda baba işlevi anne ve çocuğu ayırmakta yetersiz kalıyor ve çocuk psikoza doğru gidiyor. hatta genel olarak bütün diziyi kocaman bir psikoz olarak da düşünebiliriz. psikozda sık görülen dilin içine giremeyiş de son sahnede her iki tarafın da birbirinin anlamadığı dilleri konuşmasıyla çok ilişkili geldi.
5. bölüm itibariyle metin kendine dair arayışların peşine düşüyor. dj olmak, ahu ile karşılaşmak gibi şeylerle uğraşacakken dönüp dolaşıp yine anneyle olan ilişkiye dönüyor. annesinin ajite ve manipülatif yaklaşımına teslim oluyor bölüm sonunda. son bölümde ise kendisini portakaldaki vitamin olan özünü ve hep meditasyon yapan annesini harmanlamış şekilde izliyoruz. bu sefer de kendisi bir arayış içinde ama bu arayış yine anne tarafından baltalanıyor önceki bölümdeki gibi. bu kez de annesi onun meditasyonunu bozuyor (eşinin ona yaptığı gibi). katlanır sandalyesini yanına kurup onu emzirmeye devam ediyor, bu sefer kefirle. metin anne karnındayken kadının cinselliğini temsil eden topuklu ayakkabı ve şortun bulunduğu karede altta bir kısmı görünen şeyi de bir katlanır sandalyeye benzettim.
annenin fallik bir nesne olabilecek olan metin'in yılanını okşaması da hem cinsellik barındıran bir metafor, hem de takdirname içindeki yılan görselinde olduğu gibi annenin takdirini aldığının bir işareti.
neyse çok uzattım, sonunda da o yılan tarafından ısırılıp yine "kendini yiyen yılan" gibi başa dönüp anne karnına giriveriyor işte. diziyi tekrar izlersem yine eklemeler yapabilirim. velhasıl değişik bir çalışma olmuş, emeği geçen herkese teşekkürler.