Orta Çağ Avrupa'sında Yol Kesip Haraç Toplayan Soylular: Raubritter

raubritter, orta çağ almanyası'nda kalelerine çekilmiş, yolları kesen, tüccarları soyan ve geçişten haraç alan silahlı soylulardır. ancak bu figür, salt geçmişin marjinal bir karakteri değil; devletin henüz tam teşekkül etmediği, hukukun parçalı işlediği, şiddetin ise özelleşmiş aktörler eliyle kullanıldığı bir ara rejimin ürünüdür. raubritter, çöken feodal gelir sisteminin ortasında, merkezi otoritenin zayıflığından yararlanarak kendi mikro egemenliğini tesis eden bir aktördür: bir nehir geçidi, bir dağ patikası ya da bir orman yolu üzerinde zorla kurulan rant düzeninin temsilcisidir. ne tamamen kanunsuz, ne de bütünüyle meşru; hukuki gri alanların içine yerleşmiş bir güç biçimidir. ancak, raubritter'i yalnızca tarihi bir figür olarak değil; şiddet, meşruiyet ve rantın tarih içindeki yeniden dağılım biçimi olarak da ele almalıyız. çünkü her ne kadar kaleler yıkılmış, zırhlar paslanmış olsa da, raubritter zihniyeti şekil değiştirerek yaşamaya devam ediyor. bugün fiziksel yollar yerine dijital altyapılar, kale yerine platform tekelleri, yol vergisi yerine erişim komisyonları gerçeğiyle karşı karşıyayız. gücün boşlukta doğduğu, geçişin kontrolüyle rant üretildiği her düzlemde, eski dünyanın yağmacı şövalyeleri, yeni çağın algoritmik baronları olarak geri dönüyor olabilir.
raubritter, almanca kökenli bir terim olup kelime anlamıyla “yağmacı şövalye” ya da “soylu eşkıya” demektir. raubritter terimi, 18. yüzyılda literatüre giren bir kavram olsa da, 13.-14. yüzyıl alman tarihi bağlamında kök salan bir toplumsal fenomeni tanımlar. feodal düzenin çözülme döneminde ekonomik sıkıntı içindeki küçük soyluların başvurduğu bu yol, siyasi otorite boşluğunun ve yeni ekonomi düzenine uyum sağlayamamanın bir sonucuydu. ancak bu ifade, orta çağ insanlarının kendi zamanlarında kullandığı bir tabir değildir. tarihsel kayıtlar, “raubritter” sözcüğünün özellikle 18. yüzyıl sonlarından itibaren geriye dönük bir yakıştırma olarak ortaya çıktığını gösterir. nitekim 1790'lar almanya'sında yayınlanan popüler romanlar ve hikayeler, demir elli bir hayalet şövalye gibi figürler üzerinden bu tabiri yaygınlaştırmıştır. bu dönemde, orta çağ şövalyelerinin kanunsuz yönlerini vurgulayan bu kavram hızlıca akademik ve popüler dile yerleşmiştir. ondan önce ise 1672 gibi erken bir tarihte tek tük kullanımlar görülse de, orta çağ'da bizzat bu ifadeyle anılan bir toplumsal grup yoktu.
“raubritter” kavramı, geç orta çağ avrupa'sındaki bir olguya işaret eder. özellikle 13. ve 14. yüzyıllarda kutsal roma cermen imparatorluğu topraklarında yaşanan ekonomik ve toplumsal dönüşümlerin bir sonucudur. feodal düzenin klasik çağı olan 12. yüzyılda şövalyeler, senyörlerine askeri hizmet karşılığı toprağa dayalı gelirler elde ediyorlardı. ne var ki 13. yüzyıl sonlarından itibaren doğal ekonomi yerini para ekonomisine bırakmaya başladı; tarımsal ürün rantiye ekonomisi çözülürken nakit para önem kazandı. bu dönüşüm şövalye sınıfını mali açıdan zor duruma soktu. aynı dönemde imparatorluk coğrafyasında siyasi otoritenin parçalanmış olması da cabasıydı. merkezi imparatorluk otoritesi zayıflamış, hohenstaufen hanedanının 1250'lerde çöküşü ve 1254-1273 arasındaki “fetret devri” (bkz: interregnum) birçok bölgede kanunsuzluk ortamı yaratmıştı. büyük toprak sahipleri (dükler, kontlar) kendi bölgelerinde hüküm sürerken, küçük soylular, özellikle alt dereceden soylular olan şövalyeler (bkz: ritterstand) arada sıkışmış durumdaydı.
13. ve 14. yüzyıllarda şövalyelerin buhrana sürüklenmesinin bir diğer boyutu da askeri ve demografik gelişmelerdi. feodal orduların yerini giderek paralı askerlerden oluşan profesyonel ordular almaya başladı; imparatorluğun her yanında sözleşmeli asker teşkilatları türedi. bu da geleneksel şövalyelerin savaş ganimetlerinden ve paralı askerlik ücretlerinden mahrum kalması anlamına geliyordu. öte yandan nüfus artışı ve toprağın sınırlı olması nedeniyle feodal ailelerin küçük üyeleri için yeni toprak elde etmek güçleşmişti. geç orta çağ'da avrupa'nın ormanlık alanlarını açarak toprak kazanmak (alman kolonizasyon hareketi gibi) artık mümkün değildi. sonuçta birçok şövalye ailesinde miras bölünmeleri yaşandı; birden fazla ailenin paylaştığı “ganerbenburg” denen ortak miras şatolar ortaya çıktı. tüm bu koşullar altında, gelir kaynakları daralan ve statü kaybı yaşayan kimi alt soylular, `varlıklarını sürdürmek için farklı yollara başvurmaya yöneldiler. “raubritterlik`” olgusu da işte bu arka plan üzerinde filizlendi.
raubritter olgusunu doğuran şartları anlamak için geç orta çağ alman coğrafyasının genel tablosuna bakmak gerekir. 13. yüzyıl sonu ve 14. yüzyıl, kutsal roma cermen imparatorluğu'nda siyasal iktidarın son derece parçalı olduğu, merkezi otoritenin zayıf kaldığı bir dönemdi. imparator'un otoritesi kağıt üzerinde geniş olsa da fiilen yüzlerce büyük, orta ve küçük derebey kendi bölgesinde neredeyse bağımsız mikro egemenlikler kurmuştu. şövalye unvanlı alt soylular ise çoğunlukla daha büyük lordların (dük, kont veya prens-piskoposların) vasalı konumundaydı; ancak bu hiyerarşi içerisinde bile otorite ilişkileri net değildi. birçok şövalye, özellikle imparatorluğa doğrudan bağlı “reichsritter” statüsündekiler (şövalyeler), küçük kaleler ve köyler üzerinde yarı bağımsız hakimiyet sürüyordu. bu siyasi parçalanmışlık, kanunların yeknesak uygulanmasını engelliyor ve yerel güç sahiplerine geniş hareket alanı bırakıyordu.
bahsi geçen dönemdeki ekonomik şartlar da şövalyeleri saldırgan yöntemlere itiyordu. feodalite çözülürken para ekonomisinin ağırlık kazanması, geleneksel senyörlerin ve şövalyelerin gelir kaynaklarını aşındırmıştı. önceleri bir senyörün şövalyesi, kendisine tahsis edilen toprağın köylülerinden aldığı ürün rantiye ile geçinirken; 14. yüzyıla gelindiğinde para bazlı vergi ve ücret talepleri arttı. şövalyeler nakit ihtiyacını karşılamakta zorlanmaya başladılar. bunun yanında, sürekli savaş halinin yerini göreli barış dönemlerine bırakmasıyla ganimet ekonomisi de darbe aldı. 14. yüzyıl başlarında imparatorluk içindeki güç mücadeleleri azalıp, düzenli orduların önemi artınca, serbest maceracılık (fortüne arayışı) imkanı azaldı.
demografik baskılar da süreci kötüleştiriyordu. 13. yüzyıl sonunda avrupa nüfusu artmış, ancak tarıma açılacak yeni arazi kalmamıştı. bir şövalye ailesinin büyük oğulları babalarının unvan ve mülkünü alırken, küçük oğullarına genelde manastır yaşamı ya da başka meslekler öneriliyordu. bir kısmı ücretli askerlik yaparak şansını denese de, bu herkes için mümkün değildi. böylece, soylu ailelerin statü kaybetmiş üyeleri toplumda huzursuzluk kaynağı oldular. orta çağ boyunca lehnsesser olarak anılan bu grup (osmanlı düzenindeki sipahi benzeri), mevcut düzende kendilerine yer bulamayınca maceracı ve çoğu zaman kanunsuz işlere yatkın hale gelmişlerdi.
tüm bu koşullar altında, feodal gelirleri azalan ve hukuki düzenlemelerle kendini sınırlamak istemeyen kimi şövalyeler eski itibar ve refahlarını korumak için alternatif bir yol benimsediler: zor kullanarak gelir elde etmek. 13. yüzyıldan itibaren kayda geçen pek çok vakanın gösterdiği gibi, özellikle imparatorluğun yoğun ticaret yolları üzerinde veya sınır bölgelerinde küçük kalelere sahip şövalyeler, ticaret konvoylarını, gezginleri ve hatta komşu köyleri hedef alan yağma ve baskınlara giriştiler. bu eylemler başlangıçta belki belirli bir düşman hanedana karşı “fehde” (kan davası/güç denemesi) kisvesi altında yapılırken, zamanla sürekli bir gelir modeli haline dönüştü. nitekim 14. yüzyıl ortalarında kronikler, yolların haydut soylularla dolu olduğundan, tacirlerin ancak silahlı kafilelerle seyahat edebildiğinden bahseder. bu dönemde yaşamış ünlü raubritter örnekleri arasında ren nehri boyunca gemilerden haraç alan bazı şövalye aileleri ve harz dağları civarında faaliyet gösteren regenstein kontları sayılabilir.
siyasi otorite boşluğu, para ihtiyacı ve statü endişesinin bileşkesi olarak, 13.-14. yüzyıl almanyası adeta küçük feodal savaş ağaları çağına tanık oldu. bu ortam, klasik anlamda kanun dışı sayılabilecek eylemler ile sözde meşru feodal ayrıcalıklar arasındaki sınırın belirsizleştiği bir dönemdi. işte raubritter kavramı, tam da bu dönemin ürünüdür ve kökenini burada bulur. bu şövalyeler, toplumsal yapının çözülme noktasındaki yarıklarında kendi iktidar alanlarını zorla yaratmaya çalışan aktörler olarak belirdiler.
geç orta çağ almanya'sındaki raubritterlerin somut etkinlikleri incelendiğinde, bunların hem ekonomik hem de siyasi işlevler üstlendiği görülür. bir yandan, mali zorluk içindeki bu şövalyeler için yol kesme ve talan bir geçim stratejisi idi; öte yandan da zayıf merkezi otorite karşısında kendi mikro egemenliklerini tesis etmenin yolu haline gelmişti.
ekonomik açıdan, raubritterler en basit ifadesiyle haydutluk ve korsanlıkla gelir sağlayan soylular idi. başlıca yöntemleri, stratejik geçiş noktalarında veya ticaret yollarında kontrol kurarak, bu yollardan geçen tüccarları haraca bağlamaktı. örneğin, bir nehir geçidi ya da dağ geçidi yakınına inşa edilmiş bir şato, çevredeki şövalye ailesine fiili bir gümrük noktası işlevi görüyordu. oradan geçen kervanlar veya gemiler, bu yerel “efendi”ye bir geçiş ücreti (yol vergisi) ödemek zorunda bırakılıyordu. aslında orta çağ düzeninde yol ve köprü vergisi koyma hakkı başlangıçta krallara/imparatorlara aitti; fakat imparatorluk, daha 13. yüzyıldan itibaren bu hakkı yerel prenslere fief olarak devretmişti. prensler de kendi topraklarındaki bazı kalelere bu geçiş vergilerini toplama ayrıcalığı verdiler. uygulamada bu işi genellikle ministeriales denen, soylu hizmetkarlar yürütüyordu ve toplanan verginin bir kısmını kendilerine gelir olarak alabiliyorlardı. zamanla, birçok noktada vergi ile çapul arasındaki çizgi bulanıklaştı. resmen vergi toplama hakkı olmayan bazı şövalyeler bile zorbalıkla yoldan geçenlerden ödeme almaya başladılar. merkezi otorite bu tür uygulamalara karşı net ve bağlayıcı kurallar koymadığından, “kim ne koparırsa kar” zihniyeti yerleşti. raubritterlerin uyguladığı ekonomik şiddetin tipik biçimleri şunlardı:
- yol kesme ve talan: küçük silahlı birlikler halinde hareket eden şövalye ve adamları, önemli ticaret yolları üzerinde pusu kurarak kervanlara saldırırlardı. mallara ve paraya el konulur, direnen olursa öldürülür veya yaralanırdı. örneğin 1510'larda frankonya bölgesinde “franken'ın dehşeti” lakabıyla anılan thomas von absberg, nürnberg civarındaki yollarda seyahat eden tüccarlara pusu kurup mallarını alması ve bazılarını fidye için rehin tutmasıyla ün salmıştı. yakalanan rehinelerden zengin olanların sol ellerini bileklerinden kestirip ailelerine “mesaj” olarak yollayacak kadar acımasızdı. bu yöntemlerle absberg, kaçırdığı kişilerden yüksek fidye tahsil ediyor, ödeyenleri serbest bırakıp ödemeyenlere işkence uyguluyordu. bu uç örnek, yol kesmenin ne denli kurumsallaşabildiğini gösterir.
- zorla geçiş vergisi toplama: bazı raubritterler açık haydutluk yerine sözde vergi tahsildarlığı yapmayı tercih ediyordu. mesela ren nehri boyunca kimi küçük kale sahipleri, imparatorluk izni olmadan nehir trafiğinden vergi toplamaya başladılar. gemilerden halat gererek geçişi durdurur, ödemeyi yapmayanları alıkoyarlardı. tollhouse (gümrük kulesi) ya da raubhaus (yağma kalesi) denilen bu mevkiler, şehirli tüccarların gözünde tamamen kanundışıydı. şövalyeler ise çoğu zaman kendilerinin eski bir imtiyazı kullandığını veya yol bakımına mukabil ücret aldığını iddia ediyordu. kimi durumlarda daha önce hiç vergi konulmamış bir patikaya dahi “yol emniyeti ücreti” konulduğu oluyordu. orman içi patikalarda veya dağ geçitlerinde barikat kurup “buradan ancak bedel ödeyerek geçersiniz” diyen küçük baronlar, seyyahlar için büyük külfet yaratıyordu.
- mikro egemenlik ve toprak gaspı: raubritterler sadece yoldan geçen yabancıları değil, bazen yakın çevrelerindeki köy ve kasabaları da haraca bağlayabiliyordu. kendi şatosunun etrafında birkaç köyü harap edip oralardan koruma vergisi alma yoluna gidenler vardı. bu bakımdan, bulundukları bölgenin fiili hakimi gibi davranarak vergi toplama, asayişi sağlama (!) ve cezalandırma işlerini üstleniyorlardı. örneğin 14. yüzyılda renanya'da yaşamış eppsteinlı şövalyeler zaman zaman şehir devletlerine kafa tutarak komşu köylerden zorla “bağış” toplamışlardır. bu durum aslında orta çağ feodalitesinin bir minyatürü idi: şövalye, gücünün yettiği alanda devlet benzeri bir düzen kuruyor, ancak bu düzeni çıkarına göre işletiyordu.
- fidye ve şantaj: yukarıda bahsedilen rehine alma uygulaması yaygındı. raubritter, özellikle varlıklı bir taciri veya seyahat halindeki bir soyluyu yakaladığında onu kendi kalesinde hapseder ve karşılığında yüklü fidye talep ederdi. bu uygulama, bir anlamda bugünkü “adam kaçırma” suçunun orta çağ versiyonuydu. bazı şövalyeler sırf bu işi yapmak üzere ün kazanmışlardı. örneğin almanya'nın güneyinde bir kale sahibi olan hans von rodenstein, 15. yüzyılda yoldan geçirdiği birkaç soylu kadını salıvermek için ailelerinden büyük meblağlar almasıyla tarihe geçti.
tüm bu yağmacı faaliyetler, raubritterlerin kendi ihtiyaçlarını karşılamasının ötesinde, dönemin güç dengelerinde onlara bir koz sağlıyordu. siyasi işlev olarak, bu şövalyeler aslında siyasi otorite boşluğunu dolduran yerel aktörler haline gelmişti. bulundukları bölgeyi kuvvet yoluyla kontrol ettikleri için, komşu lordlar veya şehirler onlarla uzlaşma arayabiliyor, hatta bazen kiralık silah olarak kullanabiliyordu. örneğin bir prens ile bir şehir anlaşmazlığa düştüğünde, prens bu tür “sınır tanımayan” şövalyelerin hizmetini kendi düşmanına karşı kullanabiliyordu. bu nedenle bazı raubritterler, bir tür paralı asker birliği gibi, güçlü aktörlerin himayesine girmiştir. kimi tarihi kayıtlarda, prenslerin veya hatta imparatorun bile bazı haydut soyluları affedip kendi ordularına kattığı görülür. bu anlamda, raubritterlik tam bir anarşi hali olmayıp, dönemin çok-aktörlü siyasi yapısında gayriresmi ama bilinen bir unsur idi.
sonuçta raubritterler, ekonomik zora düşmüş alt soyluların “yağma ekonomisi”ne dayalı yeni bir rol edinmesiydi. yol keserek, izinsiz vergi toplayarak ya da fidye karşılığı rehin tutarak kendi düzenlerini kurdular. bu süreçte küçük ama kalıcı mikro iktidar alanları oluşturup, orta çağ toplumunun alışılmış otorite düzenini sarstılar. bu durum, hem dönemdaşları olan şehirli tüccarlar ve köylüler için büyük bir tehdit, hem de daha büyük feodal beyler için itibar zedeleyici bir unsurdu. nitekim 14. yüzyıldan itibaren, şehirler ve bölgesel güçler bu soruna karşı ittifaklar kurmaya başlayacaklardı.
raubritter olgusunun ilginç yönlerinden biri, bu şövalyelerin tamamen “kanun kaçağı” sayılmamaları, aksine dönemin hukuki boşluklarından veya geleneklerinden yararlanmalarıdır. yani ortada, bir tarafta orta çağ'ın yazılı ve geleneksel hukuk kuralları, diğer tarafta ise bu kuralları zor gücüyle eğip büken fiili bir güç dengesi bulunuyordu. raubritterler tam da bu iki eksen arasında, meşruiyet ile zorbalık arasındaki gri bölgede faaliyet gösterdiler.
öncelikle, orta çağ avrupası'nda “fehd” (bkz: fehde) denilen olguya değinmek gerekir. fehd, bugünkü anlamıyla kan davası ya da özel savaş demektir ve orta çağ toplumunda meşru kabul edilen bir uygulamaydı. özellikle soylular arasında, bir haksızlığa uğradığını düşünen tarafın karşı tarafa savaş ilan ederek hakkını araması yaygın bir adetti. krallar ve imparatorlar, fehd uygulamasını tamamen yasaklamamış, tersine belirli kurallara bağlamışlardı. örneğin imparator i. barbarossa (12. yy) döneminde fehd yapmanın haftanın sadece belirli günlerinde (pazartesi-çarşamba) mümkün olduğu, perşembe'den pazar'a “tanrı barışı” ilan edildiği kaydedilir. 1495'e dek imparatorlar periyodik olarak “landfriede” (ülke barışı) ilan ederek belirli sürelerle özel savaşları durdurmaya çalışsa da, kalıcı yasaklama ancak 1495 reichstag'ında (worms diyeti) kararlaştırıldı. yani 1495'ten önce esasen herhangi bir soylu, başka bir soyluya veya bir kuruma karşı fehd ilan edip silaha sarıldığında, bu tamamen yasa dışı sayılmıyordu.
işte raubritter denen şövalyelerin bir kısmı, yaptıkları eylemlere hukuki kılıf olarak fehd ilanını kullandılar. sözgelimi bir şehir, yakınındaki bir şövalyenin talanlarından bıktığında onu imparatora şikayet eder; şövalye ise “ben falan şehirle husumet halindeyim, çünkü bana borçları var veya onurumu kırdılar” diyerek fehd hakkına sığındığını iddia ederdi. gerçekten de kroniklere göre birçok yağmacı şövalye, eylemlerini mazur göstermek için çeşitli bahanelerle feodal haklarını öne sürmüştür. örneğin götz von berlichingen gibi ünlü bir raubritter, hatıralarında giriştiği tüm kavgaları ve baskınları “hak arama mücadelesi” veya “ezilenlerin intikamını alma” şeklinde anlatır; kendi ifadesiyle daima “mağdurun yanındadır”. tabii bu anlatı çoğu zaman gerçeği yansıtmaz; götz'ün ve benzerlerinin asıl motivasyonu öç almaktan ziyade ganimet ve fidyedir. yine de fehd geleneği, bu kişiler için kullanışlı bir meşrulaştırma mekanizması sunmuştur.
diğer bir hukuki kılıf, “gasp edilen mala el koyma hakkı” idi. asilzadelerin kendi alacaklarını tahsil etmek için borçlu tarafın mallarına el koyması orta çağ'da bilinen bir uygulamaydı. örneğin bir tüccar, bir soyluya borcunu ödemezse, soylu mahkeme kararını beklemeden tüccarın kervanlarına el koyabiliyordu. bu da elbette suistimale açık bir alandı. pek çok raubritter, yolda durdurduğu tacirin önce sözlü bahanelerle suçunu (!) ilan eder, sonra mallarına “yasal olarak el koyduğunu” iddia ederdi. orta çağ hukuk mantığında güçlü olanın haklı çıkabildiği durumlar az değildi. bu duruma almanca literatürde “faustrecht” (yumruğun hukuku) denmiştir. yani fiiliyatta kimin kılıcı güçlü ise onun dediği olur. raubritterler tam da bu faustrecht düzeninin temsilcileriydi. hukuken bir kralın veya prensin vasalı olabilirlerdi ama, kendi bölgelerinde kılıçlarının hükmü geçiyordu.
bu hukuki meşruiyet - fiili güç dengesine verilebilecek somut örneklerden biri, yol vergisi meselesidir. yukarıda değinildiği gibi yol ve köprü vergisi koymak normalde hükümdarın hakkıydı ve bu hak ancak açık bir imtiyazla devredilirdi. oysa birçok raubritter, imtiyaz belgesi olmadığı halde yol vergisi toplamaya kalkıştı. doğal olarak şehirler ve yasal merciler bu durumu landfriede'nin ihlali sayıyor ve cezasını vermek istiyordu. bu noktada devreye giren mekanizma, şehir ittifakları ve bölgesel koalisyonlar oldu. 14. yüzyıldan itibaren birçok imparatorluk şehri bir araya gelip landfriedensbund denilen savunma birlikleri kurdu. bu birliklerin amacı, ortak ticari çıkarlarını korumaktı. örneğin 1390'larda frankfurt ve civarının şehirleri bir araya gelerek, frankfurt pazarına gelen tacirleri soyan tannenberg kalesi şövalyesine savaş ilan ettiler. 1398 yılında tannenberg kuşatması gerçekleşti ve kale düşürüldü; yağmacı soylu cezalandırıldı. bu ve benzeri vakalar, kanun dışı vergi koyan şövalyelerin zor kullanılarak bastırıldığı örneklerdi. ancak dikkat edilirse bu, imparatorluğun merkezi otoritesiyle değil, yerel güçlerin inisiyatifiyle oluyordu. yani fiilen bir mini “iç savaş” yaşanıyor ve sonuçta galip gelen taraf kendi hukuk anlayışını dayatıyordu.
bu durum, aslında çelişen hukuk anlayışlarının çatışması idi. raubritterler çoğu zaman yaptıklarının meşru feodal hakların icrası olduğunu savunurken; şehirler ve mağdurlar bunun haydutluk olduğunu ileri sürüyordu. dönemin kaynaklarında bu konuda açık bir ayrım çizmek zordur. nitekim modern tarihçiler de “raubritter” teriminin çoğu olay için anakronistik (tarih dışı) olabileceğini, o aktörün kendi zamanında kendini böyle görmediğini belirtir. örneğin talacker von massenbach adında bir şövalye, 1500'lerin başında çevre köyleri haraca kesip tacir kervanlarını vururken yakalandı. duruşmada kendini “şu şehir bana borçlu, şununla fehd halindeyim” diye savunmaya çalıştı. ancak dönemin koşulları değişiyordu; artık bu mazeretler eskisi kadar kabul görmüyordu.
özellikle 1495 sonrasında hukuki durum raubritterlerin aleyhine dönmeye başladı. 1495'te imparator maximilian döneminde ilan edilen “ebedi landfriede” ile fehd yasadışı ilan edilmişti. artık kimse, imparatorun mahkemeleri dışında kılıçla adalet arayamazdı. elbette kağıt üzerindeki bu yasağı fiilen uygulatmak zordu; nitekim 16. yüzyılın ilk çeyreğinde dahi götz von berlichingen veya thomas von absberg gibi isimler eski usullerine devam ediyordu. fakat hukuki zeminin ortadan kalkması, onların siyasi meşruiyetini zayıflattı. önceden “fehd yapıyorum” diyebilen bir şövalye, 1500'lerde artık düpedüz “haydut” damgası yiyebilirdi. fiili güç elbette hemen bitmedi. örneğin 1495'te yasağa rağmen birçok şövalye karlı buldukları için kervanlara saldırmayı sürdürdü. yine de hukuki rüzgar artık tersine dönmüş, raubritterler meşruiyet zeminlerini iyice yitirmişlerdi. bu andan itibaren, tamamen kaba kuvvete dayalı bir düzen olan raubrittertum'un sonu da ufukta belirmiş oldu.
raubritter çağının sona ermesi, avrupa tarihinde merkezi devlet otoritesinin yükselişiyle yakından ilişkilidir. 13.-15. yüzyıllarda hüküm süren bu yerel yağmacı soyluların egemenliği, nihayet 15. yüzyıl sonu ve 16. yüzyıl başında kararlı askeri ve hukuki hamlelerle tasfiye edilmiştir. bu süreç, bir bakıma orta çağ'dan modern devletler çağına geçişin de habercisidir. ilk ciddi tasfiye adımları, bölgesel ittifaklar şeklinde geldi. yukarıda bahsettiğimiz şehir birlikleri ve soylular koalisyonları, 14. yüzyıl sonlarından itibaren birer birer şato baskınları düzenleyerek birçok ünlü raubritter kalesini düşürdüler. örneğin 1390'larda frankfurt ve müttefik şehirler birliği, tannenberg ve diğer birkaç soyguncu kalesini yakıp yıkarak örnek oldular. benzer şekilde 1440'larda ren bölgesinde ve 1470'lerde bavyera civarında kayıtlı cezalandırma seferleri bulunmaktadır. bu yerel girişimler, tüccarların ve güçlü prenslerin işbirliğiyle gerçekleşti. gerçekten de kuzey almanya'da hansa birliği gibi büyük ticaret konfederasyonları, karada ve denizde güvenliği sağlamak amacıyla hem korsanlarla hem de kara eşkıyalarıyla savaştılar. hansa şehirleri, baltık denizi'nde korsanlık yapan vitalienbrüder (vitail kardeşler) adlı deniz eşkıyalarını ortadan kaldırdığı gibi, kara rotalarında da bazı soyluları imparatora şikayet ederek imparatorluk fermanları çıkartılmasını sağladılar. bu sayede imparator, menzilinin yetmediği kuzey bölgelerinde hansa'nın lojistik desteğiyle asayiş operasyonları yapabildi.
asıl dönüm noktası, 1495 imparatorluk reformları ve sonrasındaki gelişmelerdir. 1495'te kutsal roma cermen imparatorluğu diyeti'nde alınan kararlarla, imparatorluk yapısında önemli değişiklikler oldu: “ebedi landfrieden” ilan edilerek fehd kesin olarak yasaklandı; reichskammergericht (imparatorluk yüksek mahkemesi) kurularak soylular arası anlaşmazlıkların burada görülmesi kararlaştırıldı; ayrıca imparatorluk toprakları bölgesel dairelere (reichskreis) ayrılarak her birine asayişi sağlama sorumluluğu verildi. bu reformlar kağıt üstünde kalmadı, büyük ölçüde işletildi. özellikle reichskreise yapısı, yerel düzeyde askeri güç toparlayıp imparatorluk adına harekete geçmeye yaradı. nitekim 1500'lerin başında kurulan şvabya birliği (schwäbischer bund), bu imparatorluk dairelerinden biri olan şvabya dairesi'nin fiili askeri ittifakıydı ve raubritter tasfiyesinde başrol oynadı.
şvabya birliği, 1520'lerde frankonya bölgesinde terör estiren raubritterlere karşı büyük bir sefer düzenledi. bu olay tarihe 1523 franconia seferi olarak geçti. thomas von absberg ve müttefiki soyluların kalelerine karşı imparatorluk kararıyla reichskrieg (imparatorluk savaşı) ilan edildi. şvabya birliği'nin 11.000 kişilik bir kuvveti “haydut soylular” üzerine yürüdü. bu, aslında bir nevi merkezi devletin içerdeki isyancılara savaş açması anlamına geliyordu. sonuçta absberg ve diğerleri bastırıldı; kaleleri (absberg ailesinin şatosu dahil) yakıldı. bu seferin önemi, imparatorluk ölçeğinde bir koordinasyonla yapılmış olmasıydı, ki öncesinde benzeri pek görülmemişti. aynı dönemde ünlü götz von berlichingen de benzer faaliyetleri nedeniyle imparatorluk banına (reichsacht) uğramış, yani kanun kaçağı ilan edilmişti. götz daha sonra teslim olup bir süre hapiste kalarak affedilse de, bu olay simgeseldi. artık hiçbir şövalye, imparatorluk otoritesine meydan okuyup da uzun süre başına buyruk hareket edemez hale gelmişti.
merkezi otoritenin güçlenmesinin bir diğer ayağı da hukukun tekilleşmesi ve standartlaşması idi. 16. yüzyıldan itibaren, imparatorluk çapında ve bölgesel prensliklerde kanun kodifikasyonları başladı. örneğin 1530'larda kutsal roma imparatorluğu genelinde carolina adıyla bilinen bir ceza kanunnamesi yürürlüğe konuldu. bu tür yasalar, haydutluk, yol kesme ve izinsiz vergi toplama gibi eylemleri net biçimde suç sayıp ağır cezalar öngörüyordu. artık eski “benim fehd hakkım vardı” türü savunmalar geçersiz kalmıştı. ayrıca birçok bölgede “landespolizeiordnungen” denen yerel nizamnameler çıkarılarak derebeylerin keyfi uygulamalarına son verildi. 17. yüzyıla gelindiğinde, avrupa genelinde asayiş ve şiddet kullanımı tekeli önemli ölçüde devletlerin eline geçmişti. max weber'in ünlü tanımıyla, modern devlet “belirli bir toprak parçası üzerinde meşru fiziksel şiddet kullanım tekeline sahip insan topluluğu” olarak şekillenmeye başlamıştı. raubritter ise tam da bu tanımın zıddını temsil ediyordu: devlet dışında, kendi başına şiddet uygulayan ve bundan meşruiyet türetmeye çalışan figürlerdi. dolayısıyla bunların tasfiyesi, modern devletin kuruluş sürecinin bir parçasıdır.
merkezi devletin yükselişi sadece almanya'da değil, tüm avrupa'da benzer süreçlerle görüldü. örneğin fransa'da jacques coeur gibi büyük tüccarlar kralın desteğiyle derebeylerin özel gümrüklerine son verdiler; ingiltere'de feodal lordların özel ordular beslemesi yasaklandı. norbert elias'ın ifade ettiği gibi, feodal koşullarda bağımsız savaşçı soylular, gevşek bir merkezi otoriteye “gevşek sadakat” ile bağlıydı; ancak mutlak monarşinin yükselişiyle birlikte kral, şiddet kullanımını tek elde topladı ve soyluları saraya çekerek onların geleneksel güç pratiklerini törpüledi. bu bağlamda, raubritterler de ya bu yeni düzene entegre oldular (örneğin bazıları prenslerin ordularında maaşlı subay oldu) ya da çatışmada yenilip yok oldular.
almanya'da 16. yüzyıl ortalarına gelindiğinde raubritterlik çağı fiilen kapanmıştı. son bir kriz olarak 1522-1523 yıllarında franz von sickingen önderliğinde bir grup imparatorluk şövalyesi, merkezi otoriteye karşı bir ayaklanma başlattı. ancak bu hareket de bastırıldı ve şövalye sınıfı siyasi olarak etkisiz hale getirildi. 1648'deki westphalia barışı sonrasında imparatorluk içi anlaşmazlıkları çözme mekanizmaları iyice sağlamlaştı ve yerel düzensizlikler büyük ölçüde tarihe karıştı. artık kutsal roma cermen imparatorluğu coğrafyasında yol kesen soylu haydutlar görmek imkansızlaşmış, en ücra kasabalarda bile landesherr denilen bölge hükümdarının kanunları uygulanır hale gelmişti.
bu dönüşüm, ekonomik ve toplumsal açıdan da derin etkiler yarattı. ticaret yollarının güvenliği arttıkça, uzak mesafe ticareti gelişti; bu da kapitalizmin erken aşamalarını hızlandırdı. burjuva sınıfı, mallarını güvenle taşıyabilir hale geldiği için sermaye birikimini artırabildi. feodal soylular ise ya devletin parçası haline geldi (askeri veya idarî görevlerle maaşa bağlandılar) ya da iflas edip topraklarını sattılar. karl marks'ın perspektifinden bakarsak, feodal üretim ilişkilerinin çözülüp kapitalist ilişkilerin kurulabilmesi, büyük ölçüde bu “eski düzenin haydutlukla malul unsurlarının” temizlenmesine bağlıydı. marks, kapitalist düzen öncesi dönemde gerçekleşen birikimi “ilkel birikim” (ursprüngliche akkumulation) olarak adlandırır ve bunun çoğu zaman zor ve şiddetle gerçekleştiğini vurgular. gerçekten de bir anlamda raubritterler, kendi çıkarları için zor kullanarak birikim yapmaya çalışmış; ancak onların tasfiyesi ile bu şiddet mekanizması merkezi otoritenin tekeline geçmiştir. bundan sonra sermaye birikimi, bireysel haydut soylular yerine, ulus-devletlerin ve pazar güçlerinin kontrolünde ilerleyecektir.
özetlemek gerekirse, raubritterlerin sahneden çekilişi, avrupa'da feodal çağın son bulup mutlak monarşilerin ve ulus-devletlerin yükselişinin bir parçasıdır. bu süreçte imparatorluk fermanları, şehir birlikleri, hanedan koalisyonları ve yeni hukuk kurumları devreye girerek “zor kullanma tekeli”ni parçalardan alıp bütüne, yani devlete devrettiler. şiddetin meşru kaynağı artık kralın/emperorun otoritesi olarak tanımlandı. raubritter ise tarih kitaplarında, orta çağ'ın son kargaşa döneminin simgeleri olarak kaldılar.
tarihteki raubritter figürünün en tanınmış temsilcilerinden biri, götz von berlichingen'dir. götz (gottfried) von berlichingen, 1480 dolaylarında doğmuş bir frankonyalı imparatorluk şövalyesiydi ve yaşam öyküsü adeta bir geç orta çağ aksiyon filmi gibidir. kendisi “demir elli” (mit der eisernen hand) lakabıyla anılır, zira 1504'te landshut veraset savaşı sırasında top güllesiyle sağ elini kaybedip yerine demir bir protez takmıştır. götz'ün hayatı, `şövalyelik kurumunun son kez parladığı bir dönemin örneği`ni sunar: bir yandan eski feodal savaşçı ethosuna bağlı, gözü pek ve onuruna düşkün bir şövalye; diğer yandan yeni düzende haydutlukla suçlanan ve defalarca sürgün edilen bir serüvenci.
götz von berlichingen, 16. yüzyıl başında alman topraklarında cereyan eden hemen her kargaşada boy gösterdi. gençlik yıllarında kendisi de bir dönem ünlü raubritter hans talacker von massenbach ile birlikte hareket ederek yol kesme ve köy yağmalama işlerine bulaştı. talacker'in şehirler tarafından hedef alınması üzerine bir süre geri çekilse de, sonrasında çeşitli fehdlere katılmaya devam etti. götz, dönemin geleneksel fehd anlayışına tamamen sadık biriydi: kendi anlattığına göre tüm kavgalarını ya efendisine sadakat gereği ya da adaletsizliğe uğramış köylülere yardım etmek amacıyla yapmıştı. ancak gerçek daha farklıdır. götz sık sık kuvvet kullanarak fidye ve ganimet elde etmeye çalışmış, bu yüzden civar şehirlerin nefretini kazanmıştır. özellikle 1512'de bamberg'den nürnberg'e giden bir tacir kafilesine pusu kurup yağmalaması ve bir kısmını rehin alması bardağı taşıran damla oldu. nürnberg şehri ve müttefikleri götz'e karşı harekete geçip imparatorluk mahkemesi'ne şikayette bulundular. sonuçta götz, 1512'de imparatorluk tarafından ban (afaroz, kanun kaçağı) ilan edildi. yakalanamayınca bir süre kaçak yaşadı ancak 1514'te affedildi.
ne var ki götz durulmadı. 1525'te patlak veren büyük alman köylü savaşı'nda bu kez başka bir rolde ortaya çıktı. ayaklanmış köylüler onu kendilerine lider (bkz: hauptmann) olarak seçtiler. götz, belki kendi soylu çıkarları için belki de gerçekten köylülere acıdığı için, bir süre isyancı köylü ordusunun başında yer aldı. ancak bu hareket başarısızlığa mahkumdu; aynı yılın sonunda götz teslim oldu ve bu kez uzun süreli hapis cezasına çarptırıldı. 1530'da serbest kaldığında artık yaşlanmıştı ve kalan yıllarını nispeten sakin geçirerek 1562'de öldü.
götz von berlichingen, kendi döneminde bile efsanevi bir üne kavuşmuştu. halk arasında onun cesareti, dik başlılığı ve maceraları dilden dile anlatılıyordu. kendi yazdığı otobiyografi sayesinde (ki bu eser bir orta çağ şövalyesinin kaleminden çıkan nadir hatıratlardandır) yaşamöyküsü kayıt altına da alındı. götz, hatıratında kendini ilkeli bir şövalye olarak tanımlar; asla kutsal imparatora karşı gelmediğini, hep “milletin ve mazlumun iyiliği” için savaştığını ileri sürer. oysa tarihçiler, onun faaliyetlerinin büyük kısmının kendi çıkarını koruma ve zenginleşme amacı taşıdığını belirtir. yine de götz'ün şahsında, raubritter olgusunun karmaşıklığı görülür: o hem haydut hem kahraman, hem düzen bozucu hem düzen özleyici olarak anılır. zaten tam da bu çok yönlülük, sonraki nesillerin götz'e hayranlık duymasını sağlamıştır.
götz von berlichingen, ölümünden iki yüzyıl sonra kültürel olarak mitleşmiş bir karakter haline geldi. 1773 yılında alman edebiyatının dehası johann wolfgang von goethe, gençlik döneminin coşkusuyla “götz von berlichingen mit der eisernen hand” adlı bir tiyatro oyunu yazdı. goethe'nin eseri, tarihi götz'ü kendi amaçları doğrultusunda yeniden kurgular. sturm und drang akımının bir parçası olan bu drama, götz'ü `feodal zorbalığa başkaldıran özgür ruhlu bir şövalye` olarak idealize eder. oyunda götz, zulme uğrayan köylülerin ve küçük soyluların hakkını savunan, imparatorluk prenslerinin baskısına direnen onurlu bir isyancıdır. elbette bu tarihsel gerçeklikle birebir uymaz. gerçekte götz'ün isyanı daha farklı nedenlere dayanıyordu. ancak goethe'nin amacı bir belgesel sunmak değil, ulus ruhunu okşayacak bir kahraman yaratmaktı. nitekim goethe'nin götz'ü, alman ulusal edebiyatında özgürlük ve başkaldırı sembollerinden biri haline geldi. oyunda geçen ünlü bir replik, “er kann mich im arsche lecken!” (kendisine söyleyin, kıçımı yalasın!) ifadesi, “swabya selamı” diye anılarak dile pelesenk oldu. bu küstahça söz, götz'ün otoriteye boyun eğmeyen karakterini temsil ediyordu.
goethe'nin eseriyle birlikte götz von berlichingen, kültürel temsilinin doruk noktasına ulaştı. artık götz adı, almanya'da bir tarihsel figürden ziyade edebi bir kahramanı akla getiriyordu. 19. yüzyılda alman tarihçiliği de götz'e ve benzeri şövalyelere romantik bir mercekten baktı. onları, orta çağ alman özgür ruhunun timsali olarak yüceltenler oldu. örneğin bazı milliyetçi tarih anlatılarında götz, alman ulusunun otoriteye karşı özgürlük tutkusunun erken bir ifadesi olarak sunuldu. öte yandan, daha eleştirel tarihçiler ise (bkz: marc bloch) (bkz: otto brunner) götz efsanesini fazla yüceltildiğini, aslında onun dönemi kapanmış bir feodal zorbanın biri olduğunu hatırlattılar.
kültürel temsiller yalnız goethe ile sınırlı kalmadı. halk hikayeleri, operalar, resimler götz figürünü işlemeye devam etti. 1798'de viyana'da yayımlanan bir fantastik romanda “çelik kollu haydut şövalye” karakteri götz'den esinleniyordu. 19. yüzyılda ressam eugene delacroix, götz'ün bir sahnesini tuvale aktardı. 20. yüzyıl sinemasında götz karakteri birkaç kez beyaz perdeye uyarlandı. hatta 1979'da ünlü yönetmen wolfgang liebeneiner “götz” adlı bir film çekti. tüm bu temsillerde götz, ya asi ruhlu bir halk kahramanı ya da sert mizaçlı bir maceraperest olarak çizildi. gerçek hayattaki şüpheli ünü ise genellikle geri planda kaldı.
böylece, götz von berlichingen örneği, raubritter kavramının tarihsel ve kültürel boyutlarını çarpıcı biçimde bir araya getirir. tarihsel götz, şövalyelik kurumunun gerileyiş döneminde ayakta kalmaya çalışan ve bu uğurda şiddete başvurmaktan çekinmeyen bir hayduttur. kültürel götz ise, özellikle goethe sayesinde, özgürlük sevdalısı şövalye imgesinin ölümsüzleşmiş halidir. götz'ün hikayesi bize gösterir ki, raubritter olgusu sadece kuru bir tarihsel ayrıntı değil, aynı zamanda bir hafıza ve kimlik unsurudur. toplumlar, bu figürler aracılığıyla geçmişleriyle ve değerleriyle yüzleşir, onları yüceltir veya mahkum eder.
raubritter olgusunu daha geniş sosyolojik ve tarihsel perspektiflere oturtmak için, ünlü düşünürlerin kavramları bize yardımcı olabilir. max weber, norbert elias ve karl marx gibi isimler, farklı açılardan bu tür olguları açıklayacak kuramsal çerçeveler sunmuşlardır.
max weber (1864–1920), modern devletin tanımını yaparken şiddet tekeli kavramına özel vurgu yapar. weber'e göre devlet, “belirli bir toprak parçası üzerinde fiziksel gücün meşru kullanımını tekelinde bulunduran tek insan topluluğu”dur. bu tanım, aslında raubritter döneminin tam zıddını işaret eder. feodal dönemde, weber'in de belirttiği gibi `hiçbir otorite bu tekeli tam manasıyla elinde tutmaz`; kral dahil hiçbir lord, diğerlerinin zor kullanma hakkını tamamen ortadan kaldıramaz. nitekim orta çağ almanyası'nda imparator, güçlü vasalların ve şövalyelerin kendi askeri gücünü kullanmasını engelleyememiştir. weberci bakış açısıyla raubritter olgusu, modern devlet öncesi patrimonyal iktidar yapısının bir tezahürüdür: imparatorluk hukuku bir çerçeve sunsa da, fiiliyatta zor kullanma yetkisi merkezileşmemiş, toplumun çeşitli tabakalarına dağılmıştır. bu nedenle raubritterler, weber'in “meşru şiddet tekeli” tanımına aykırı düşen, pre-modern bir şiddet paylaşımı düzeninin aktörleridir. weber'in teorisinde modernleşme süreci, `feodal çoklu şiddet odaklarından devlet tekeline geçiş` demektir. raubritterlerin tasfiyesi de bu sürecin somut bir adımıdır. devlet, bu “özel savaş girişimcilerini” ortadan kaldırarak kendini tek meşru zor aygıtı haline getirmiştir.
norbert elias (1897-1990) ise medenileşme süreci (zivilisationsprozess) kuramıyla tanınır ve şiddetin toplum içinde nasıl dizginlendiğini açıklar. elias'a göre orta çağ feodal toplumunda savaşçı soylular, dış kontrolün ve içsel oto-kontrolün düşük olduğu bir hayat sürmekteydi; duygularını ve güçlerini dizginlemeye yönelik sosyal mekanizmalar zayıftı. feodal beyler kendi aralarında sürekli rekabet ve çatışma halindeydi; bu da şiddetin gündelik yaşamın doğal bir parçası olması demekti. elias, bu dönemde üretimin de bizzat şiddete tabi olduğunu belirtir: yani ekonomik faaliyetler (ticaret, tarım) bile korunmak ya da yağmalanmamak için bir güç dengesine muhtaçtı. raubritterler, tam da bu yapının parçasıydılar; üretime doğrudan katkıları yoktu ama üretileni zorla çekip alarak kendi yaşamlarını sürdürdüler. elias'ın tezi, devletin konsolidasyonuyla birlikte `şiddetin özelleşmiş odaklardan çıkarılıp kamusallaştırıldığı`dır. başka bir deyişle, önceki dönemdeki özel tekelcikler (örn. bir kale sahibinin kendi bölgesindeki tekelci hükmü) devlet tarafından tasfiye edilip kamu tekelinde birleştirilmiştir. bu süreç, aynı zamanda toplumun medenileşmesi ile atbaşı gider: soylular artık kılıçla değil, saray protokolüyle, mahkeme aracılığıyla iş görmeye başlar; şiddetin açık tezahürü azalır, davranışlar incelir. elias'ın perspektifinden, raubritter'in ortadan kalkması bu medenileşme sürecinin bir parçasıdır. feodal “kabadayı şövalye”, yerini devlet hizmetinde bir subay ya da sarayda kontrollü bir aristokrata bırakır. örneğin fransa örneğinde, kral xiv. louis döneminde soylular versailles sarayı'nın görgü kurallarına tabi kılınarak eski faustrecht alışkanlıklarından uzaklaştırılmıştı. almanya'da benzer bir süreç daha parçalı ve geç de olsa yaşandı; 18. yüzyıla gelindiğinde imparatorluk aristokrasisi büyük ölçüde incelmiş ve merkezi otoriteye bağlanmıştı.
karl marx (1818–1883) ve marx'ın yaklaşımını paylaşan tarihçiler ise, raubritter olgusunu sınıfsal ve ekonomik bir dönüşüm bağlamında değerlendirir. marx, tarihsel gelişmeyi sınıf mücadeleleri ve üretim ilişkilerinin değişimi üzerinden okur. bu açıdan bakıldığında raubritterler, feodal üretim tarzının çözülme krizinde ortaya çıkan bir parazitik sınıf fraksiyonu olarak görülebilir. feodal ekonomide soylular, artı ürünü (rantı) köylülerden çekip alarak yaşarken; geç orta çağ'da bu mekanizma tıkanmaya başlamıştı. küçük soylular, eskisi kadar rant elde edemez hale gelince zor kullanarak yeni artı değer çıkarma yoluna girdiler. bu, marx'ın deyimiyle ilkel birikimin barbarca yöntemlerinden biridir. marx özellikle kapitalizmin doğuş döneminde “ister amerika'nın yağmalanmasıyla, ister köylülerin topraklarından sürülmesiyle olsun, geçmişin servet birikimi kan ve ateşle yazılmıştır” der. raubritterlerin eylemleri tam da bu kanlı birikim sürecinin bir parçasıdır; ancak önemli bir farkla: onlar yeni bir üretim biçimi kurmadılar, var olan zenginliği zorla yeniden dağıttılar. bu nedenle, marx'ın bakışında burjuvazinin yükselişi ile birlikte bu eski tip yağmacılar tarihsel sahneyi terk etmek zorunda kaldı. zira yükselen burjuvazi (şehirli ticaret sınıfı), kendi birikimini güvence altına almak için merkezi devletle işbirliği içinde eşkıyaların temizlenmesini sağladı. örneğin 16. yüzyılda nürnberg ve augsburg gibi ticaret şehirleri, imparatora mali destek sunarak etraflarındaki raubritterlerin bastırılmasını satın aldılar adeta. marx bunu, yeni egemen sınıfın (burjuvazi) eski egemen sınıfın artık işlevsiz unsurlarını tasfiye etmesi olarak görebilir. nitekim kapitalizm, feodal parçalı egemenliklerden arındırılmış ulusal pazarları ve güçlü devletleri gerektiriyordu; bu da haydut şövalyelere yer bırakmamıştır.
özetlemek gerekirse, weber, elias ve marx gibi düşünürler raubritter olgusunu farklı perspektiflerden kavramamıza yardımcı olur. weberci perspektif, bunu modern devletin teşekkülünde atılması gereken bir adım, şiddet tekelinin devlete geçmesi süreci olarak görür. raubritterlerin varlığı, devletin henüz “başarısız” olduğu noktayı temsil eder; yok oluşları ise devletin başarı hanesine yazılır. eliasçı perspektif, olguyu medenileşme ve şiddetin kontrol altına alınması sürecinin parçası yapar. feodal toplumun sert ve kontrolsüz davranış biçimleri, devlet eliyle ehlileştirilmiş; raubritterlerin ortadan kalkmasıyla toplumda daha barışçıl rekabet biçimleri (hukuki, ekonomik rekabet) öne çıkmıştır. marxist perspektif ise, sınıf mücadelesi ve üretim biçimi ekseninde bakarak, raubritterleri çöken feodal aristokrasinin bir yan ürünü ve yükselen burjuvazinin engeli olarak görür. tasfiyeleri, kapitalist üretim ilişkilerinin önünü açan bir devrimci dönüşüm hamlesidir. bu yönüyle, belki de “son soylu direniş”in kırılması anlamına gelir.
her üç perspektif de farklı vurgular yapsa da ortak nokta şudur: raubritter olgusu, sosyal yapının dönüşüm süreçlerine içkindir. onlar, ne tamamen rastlantısal eşkıyalar ne de sadece kişisel ahlaksızlıklarından ötürü haydut olmuş kişilerdir; tarihsel koşulların ürünü olarak ortaya çıkmış ve tarihsel koşullar değişince (merkezi otoritenin güçlenmesi, pazar ekonomisinin yerleşmesi, vs.) yok olmuşlardır. bu yüzden, raubritterleri anlamak demek, orta çağ'dan modern döneme geçişin dinamiklerini anlamak demektir.
tarihsel bağlamlar farklı olsa da, raubritter olgusuyla benzer özellikler gösteren figürlere osmanlı-türk tarihinde de rastlamak mümkündür. merkezi otoritenin zayıfladığı, feodal ya da yarı feodal ilişkilerin egemen olduğu dönemlerde yerel güç odakları anadolu ve çevresinde de ortaya çıkmıştır. osmanlı-türk tarihi bağlamında eşkıya, mütegallibe, ayan gibi kavramlar üzerinden benzerlikler ele alınabilir.
- eşkıya: türkçe'de eşkıya, devlete veya düzene başkaldıran silahlı haydutlara verilen genel addır. osmanlı tarihinde özellikle celali isyanları (16. yy sonu - 17. yy başı) dönemi, merkezi otoritenin zayıflamasıyla ortaya çıkan geniş çaplı eşkıyalık hareketlerine sahne olmuştur. karayazıcı, deli hasan, kalenderoğlu gibi celali liderleri aslında çoğunlukla `eski tımar askerleri veya gözden düşmüş yerel beylerdi`. bu kişiler ellerine silah alıp anadolu'da büyük çeteler kurarak köyleri yağmaladılar, kasabaları haraca bağladılar ve hatta bazı şehirleri zaptettiler. bu bakımdan, orta çağ alman raubritterlerine oldukça benzer bir işleve sahiptiler: devletin sağlayamadığı güvenliği kendi zor güçleriyle kontrol ediyor, karşılığında vergi ve ganimet topluyorlardı. celali eşkıyası, osmanlı halkı için büyük bir belaydı; tıpkı alman köylü ve tüccarların raubritterlerden çektiği gibi, anadolu köylüsü de celali eşkıyasından zulüm gördü. osmanlı devleti bu sorunu çözmek için kuyucu murad paşa gibi kumandanlar aracılığıyla onbinlerce celaliyi katlederek düzeni sağladı. celallilerin bir kısmı ise devlet hizmetine alınarak (örneğin sekban veya saruca askeri yapılarak) sistem içine çekildi. bu durum, `eşkıyalığın bastırılıp devletin şiddet tekeline yeniden sahip çıkması` açısından raubritterlerin tasfiyesine benzetilebilir.
- mütegallibe: osmanlı kaynaklarında mütegallibe, kelime anlamıyla “galebe çalanlar, zorbalık edenler” demektir ve özellikle taşrada kendi başına buyruk davranıp halkı ezen yerel güç sahipleri için kullanılmıştır. mütegallibe çoğunlukla ayan veya derebeyi konumundaki aileleri tanımlar. örneğin 18. yüzyılda anadolu ve rumeli'nin bazı bölgelerinde devlet otoritesi zayıfladığında, bölgede fiilen hüküm süren güçlü aileler ortaya çıkmıştır. bu aileler (örneğin karaosmanoğlu ailesi batı anadolu'da, çapanoğlu ailesi orta anadolu'da, tepedelenli ali paşa yanya'da) yerel halktan vergi toplamış, kendi özel askeri birliklerini (sekbanları) beslemiş ve istanbul'dan gelecek emirlere kendi çıkarlarına ters düşmedikçe uymuştur. osmanlı literatürü bu gibileri “eşkıyayı tedip edip kendisi eşkıya kesilen” kişiler olarak eleştirir. bir osmanlı belgesinde, bir derebey için “mütegallibe ve cebbar (zalim) biridir” denildiğinde, onun zorla iktidar gasp etmiş bir asi olduğu anlaşılır. nitekim osmanlı idaresi, dönem dönem bu mütegallibeyi tolere etmek zorunda kaldı. örneğin 18. yüzyılın sonlarında osmanlı padişahı, anadolu'daki güçlü ayanlarla sened-i ittifak (1808) imzalayarak onların varlığını resmen tanımak zorunda kalmıştır. mütegallibe figürü, raubritter ile pek çok ortak payda taşır: ikisinde de merkezi iktidardan bağımsız hareket eden, bölgesinde fiili egemenlik kuran, halktan kendi adına vergi/harç toplayan bir zorba söz konusudur. nitekim dönemin tanıkları, örneğin 19. yüzyıl başında anadolu'yu gezen seyyahlar, bazı ayanları “derebeyi” ya da “yerel tiran” olarak adlandırır. osmanlı belgelerinde de “karaosmanoğlu ömer ağa gibi mütegallibe zorbaların… halka zulmü” gibi ifadelere sıkça rastlanır. bu alıntıda da belirtildiği gibi, karaosmanoğlu ailesinin liderleri çaparoğlu süleyman ve karaosman ömer, anadolu'da mütegallibe olarak anılmış, fakat ilginç bir şekilde dönem dönem devletin askeri seferlerine destek verdikleri sürece görevlerinde bırakılmışlardır. bu da, tıpkı kutsal roma imparatorluğu'nda büyük prenslerin zaman zaman raubritterleri kendi hizmetine almasına benzer bir durumdur.
- ayan: osmanlı tarihinde ayan, bir bölgede nüfuz kazanmış yerel ileri gelenleri ifade eder. 18. yüzyılda ayanlar, taşrada vergi toplama, asayişi sağlama gibi işlerde devletle sözleşmeli çalışan yerel elitler haline geldi. ancak bazı ayanlar güçlenip devlet otoritesine meydan okuduğunda mütegallibe sayıldılar. yukarıda bahsedilen karaosmanoğlu, çapanoğlu, pazvantoğlu, tepedelenli gibi aileler hem ayan hem mütegallibe sıfatlarını taşıdı. ayanlar, kendi bölgelerinde küçük birer hükümdar gibi davranabiliyordu. örneğin tepedelenli ali paşa, yanya ve çevresinde kendi parasını bastırmış, dış devletlerle yazışmalar yapmış, hatta kendi oğlunu “veliaht” ilan edecek kadar ileri gitmişti. bu, tam anlamıyla bir mikro egemenlik teşkil ediyordu. osmanlı arşiv belgeleri bu tip durumlara dair şikayetlerle doludur: “filanca ayan, etrafında klik oluşturup halka zulüm eder, devlet emrine uymaz” tarzında ifadeler yer alır. bu taşra klikleri, çoğunlukla bölgenin birkaç eşraf ailesinin akrabalık ve çıkar birliğiyle oluşturduğu küçük oligarşilerdi. mesela trabzon ve rize dolaylarında tuzcuoğulları ve rakip ailelerin çatışmaları, 18. yüzyılın sonunda bir ara bölgeyi tamamen devlet kontrolünden çıkardı. bu aileler, kendi namlarına vergiler toplayıp milis kuvvetleriyle savaş verdiler. sonunda merkezden gönderilen orduyla bastırıldılar. bu hikaye, raubritterlerin şehir koalisyonlarınca bastırılması hikayelerine yapısal olarak benzer.
- derebeylik (vali ayanlıkları): osmanlı'nın özellikle 18. yüzyıl sonu ile 19. yüzyıl başında doğu ve güneydoğusunda ortaya çıkan ayan-derebey düzeni de anmaya değerdir. örneğin caniklizadeler karadeniz'de, bayrakdar ailesi balkanlar'da, çıldır atabekleri doğu anadolu'da kendilerine yarı özerk beylikler kurmuşlardı. bu aileler bulundukları bölgede askeri, idari ve mali kontrolü ellerinde tutuyor, istanbul'a sembolik vergi gönderip bağımsız takılıyorlardı. ta ki merkezi hükümet 19. yüzyıl başlarında harekete geçip bunları tek tek tasfiye edene kadar. ii. mahmud döneminde (1808-1839) yeniçeri ocağının kaldırılması (1826) sonrasında, sıra bu ayan-derebeylerin temizlenmesine geldi. bir kısmı (örneğin tepedelenli ali paşa) üzerine ordu gönderilerek idam ettirildi; bir kısmı (örneğin karaosmanoğlu ve çapanoğlu aileleri) merkezden atanan valilerle işbirliğine zorlanıp nüfuzları kırıldı. 1840'lara gelindiğinde anadolu ve rumeli'de devlet dışında güç sahibi aile kalmamıştı. bu süreç, almanya'da 16. yüzyılda raubritterlerin tasfiyesiyle paralellik gösterir: merkezi devlet, silahlı yerel güç odaklarını ortadan kaldırarak üniter kanun hakimiyetini kurmuştur. sonrasında tanzimat fermanı (1839) ile artık taşrada herkesin can ve mal güvenliğinin devlet güvencesinde olduğu ilan edilmiştir ki bu da landfrieden'in osmanlıcası sayılabilir.
- taşra ağaları: osmanlı sonrası türkiye tarihinde de yer yer benzer figürler görülür. 20. yüzyılın başlarında anadolu'da çete reisleri hem milli mücadele'de hem kendi başlarına hareket ettiler. çerkes ethem örneğinde, ilk başta kuvayı milliye kahramanı iken sonrasında kendi otoritesini kurmaya kalkınca “asi” ilan edilip etkisiz hale getirildi. yine erken cumhuriyet döneminde bazı bölgelerde ağa ve eşraf klikleri devlet otoritesini zayıflatacak şekilde davranınca (örneğin 1925'te ağrı isyanı veya 1930'da menemen hadisesine karışan yerel güçler) sıkı tedbirlerle bastırıldılar. bu noktadan sonra türkiye'de devlet şiddet tekeli tam anlamıyla tesis edildi ve bireysel veya yerel feodal güç odakları kalmadı. ancak sosyolojik olarak bakıldığında, 20. yüzyıl ortalarına dek bazı kırsal bölgelerde toprak ağalarının fiili hükümranlığı sürdü; örneğin güneydoğu'da aşiret liderleri, orta anadolu'da büyük toprak sahipleri, devletin temsilcileriyle (vali, kaymakam) eşit derecede söz sahibiydi. bu durum da bir bakıma “mikro egemenlik” sayılabilir, fakat elbette silahlı bir direniş şeklinde değil daha örtük güç ilişkileri şeklinde tezahür etti.
bu örnekler ışığında, osmanlı-türk tarihinde raubritter benzeri figürlerin varlığını özetleyecek olursak: eşkıyalar ve celaliler, doğrudan yol kesme ve yağmacılık yönüyle benzerdi; mütegallibe ayanlar ve derebeyler ise siyasi ve ekonomik bakımdan kendi egemenlik alanlarını kurma yönüyle benzerdi. her ikisinin de ortaya çıkış sebebi, tıpkı alman örneğinde olduğu gibi, merkezi otoritenin zaafa düşmesi ve `toplumsal düzenin eski yöntemlerle sürdürülemez hale gelmesi`ydi. benzer şekilde tasfiyeleri de, merkezi devletin kendini yeniden güçlendirmesiyle mümkün olmuştur. osmanlı tarihinde 17. yüzyılın ikinci yarısından itibaren “celali belasının defedilmesi”, 19. yüzyılda “ayanların itaat altına alınması”, türkiye cumhuriyeti'nde de “aşiret düzeninin çözülmesi” hep bu dönüşümün parçalarıdır.
dolayısıyla, farklı coğrafya ve kültürde de olsa, raubritter olgusunun bir nevi evrensel karşılıkları bulunduğunu söyleyebiliriz. toplumlarda devlet kurumunun zayıfladığı ve ekonomik-siyasi bunalımların yaşandığı dönemlerde, yerel güç sahipleri genellikle ortaya çıkmış ve zorbalıkla nüfuz tesis etmiştir. ancak uzun vadede, ya daha büyük bir güç (merkezi devlet veya dış bir fetih) tarafından ortadan kaldırılmışlar ya da zamanla sisteme entegre olup erimişlerdir. bu döngü, osmanlı örneğinde de alman örneğinde de benzer şekilde gerçekleşmiştir.
tarihsel raubritter figürleri ortadan kalkmış olsa da, onların işlevsel benzerlikleri modern dünyada farklı kılıklar altında karşımıza çıkabilir. bugün fiziksel yol kesen şövalyeler yok; ancak dijital çağın “geçit denetleyicileri” (bkz: gatekeepers) olarak anılan büyük şirketler ve tekeller, bazı yönleriyle eski raubritterleri andırmaktadır. özellikle platform ekonomisindeki dev firmalar, örneğin google, amazon, facebook (meta), apple gibi teknoloji devleri bir tür dijital derebeylik oluşturarak erişim üzerinden rant elde etme stratejisi gütmektedir. bu yüzden 21. yüzyılın bu kudretli şirketlerine kinaye yollu “yeni robber barons (yağmacı baronlar)” diyenler vardır. nasıl ki orta çağ'ın raubritterleri bir yolun, köprünün ya da nehir geçişinin kontrolünü ele geçirip oradan geçen herkesten haraç alıyor idiyse, günümüzde de bazı büyük platformlar `bilgi ve ticaret yollarının kilit noktalarını kontrol` etmektedir. örneğin dünyanın en büyük çevrimiçi alışveriş platformu amazon, internet üzerinden yapılan alışverişlerin hatırı sayılır bir kısmını kendi sistemi üzerinden geçirmekle kalmaz, aynı zamanda satıcıları da kendine bağımlı hale getirir. yakın geçmişte yaşanan bir olayda amazon, anlaşmazlığa düştüğü bir yayıncı olan hachette'in kitaplarını kendi sitesinde arama sonuçlarından fiilen kaldırarak satılmasını zorlaştırmıştır. bunu, şartlarını kabul ettirmek için bir koz olarak kullanmıştır. bu durum, bir bakıma “borcunu ödemeyen tüccarın mallarına el koyan raubritter” vakasının modern bir yansıması gibidir. devasa dijital platformlar, pazarın geçiş noktalarını kendi ellerinde topladıkları için, kuralları da kendileri koyabilmektedir. hükmedilen alan, bir dağ geçidi değil belki ama bir arama motoru sonuç sayfası ya da bir uygulama mağazasıdır.
bir diğer örnek: apple şirketi, iphone gibi cihazların uygulama ekosistemini tamamen kontrol eder ve app store üzerinden dağıtım yapmayan hiçbir uygulamaya izin vermez. apple, app store'dan yapılan her satıştan %30 komisyon alır ki bu teknoloji dünyasında “apple vergisi” veya “uygulama geçiş ücreti” olarak da bilinir. 2010'larda popüler müzik servisi spotify, apple'ın bu yüksek kesintisine itiraz ederek kendi güncellenmiş uygulamasını app store'a sokmak istediğinde engellendi. apple, “iş modelimiz gereği %30 pay ödemek zorundasınız” diyerek spotify'ı ya gelirinin önemli bölümünü kendine vermeye ya da ios platformundan çekilmeye zorladı. spotify yöneticilerinden biri bu durumu “apple hem kendi pastasını yemek hem de başkalarının pastasına göz dikmek istiyor” şeklinde eleştirmiştir. burada gördüğümüz, apple'ın iphone gibi bir dijital yol üzerinde mutlak kontrol sahibi olarak bir tür haraç sistemi kurmasıdır. uygulama geliştiricileri, apple'ın kapısından geçmek (cihazlarına ulaşmak) için bu “geçiş harcını” ödemek durumundadır. aksi takdirde apple platformunda var olamazlar. bu durum, tam da raubritterlerin mantığına benzer: “bu yol (ya da dijital platform) benim kontrolümde; geçmek istiyorsan bana pay vereceksin.”
benzer şekilde, google arama motoru üzerinden internet trafiğinin büyük kısmını yönlendirir. 2010'larda ortaya çıkan bir incelemede, google'ın arama sonuçlarında kendi hizmetlerini rakiplerinin önünde listelendiği tespit edildi. örneğin google maps sonuçları, diğer harita servislerinden daha görünür hale getiriliyordu. bu, google'ın “bilgi otoyolu üzerindeki kontrol gücünü” kullanarak kendi çıkarına yönlendirme ve pay alma stratejisiydi. orta çağ'da bir raubritter yol ayrımında durup “bu taraftan geçersen benim hanıma uğramalısın” dercesine yönlendirme yapamazdı belki, ama google gibi modern “dijital baronlar” kullanıcının bilgi akışını dahi kontrol edebilmektedir.
sosyal medya platformlarına bakarsak, facebook (meta) devasa kullanıcı kitlesiyle bir haber ve içerik otoyolu oluşturmuştur. dünya genelinde haber okuyan insanların %40'ının habere facebook üzerinden eriştiği belirtilmektedir. bu da facebook'a inanılmaz bir kanaat kontrolü ve reklam rantı sağlar. facebook, algoritmalarıyla hangi içeriğin görünüp hangisinin görünmeyeceğine karar verebilir durumda. tıpkı bir derebeyin bir bilgiyi köyünden geçirmemesi gibi, facebook da istemediği yayını “akışından” silebilir. nitekim örnek olarak bir sivil toplum kuruluşunun paylaşımları facebook tarafından geçici olarak engellenmiş, kamuoyu tepkisiyle geri açılmıştı. bu olaylar, platform sahiplerinin keyfi güç kullanımı potansiyelini gösterir. yasal olarak bir yaptırım olmasa da, fiilen tekel konumunda oldukları için istediğini yapabilme kudreti vardır. bu noktada akla weber'in meşru şiddet tekeli tanımı geliyor: modern demokratik devletlerde bilgi ve erişim üzerinde şiddet kullanma tekeli devlette olsa da, ekonomik zor (market power) kullanımı bakımından bu büyük şirketler devlet benzeri güçler elde etmiş durumdalar.
modern çağın kurumsal raubritterleri sadece teknolojiyle sınırlı değil. finans sektöründe de benzer bir olgu görülür. örneğin büyük yatırım bankaları ve fonlar, piyasalarda öyle bir hakimiyet kurdular ki, adeta finansal sistemin “köprübaşlarını” tutmuş durumdalar. 2008 krizinden sonra “too big to fail” (batmayacak kadar büyük) denilen kurumlar, dolaylı olarak devletleri rehin almıştır. bu kuruluşlar, yanlış politikalar izlese bile devlet onların batmasına izin vermiyor, çünkü sistem o geçit olmadan işlemiyor. bir bakıma, orta çağ baronu ile kral arasındaki çıkar ilişkisine benzetilebilir: baron milleti haraca kesiyor ama kral da onu tamamıyla yok edemiyor, çünkü o bölgeyi yönetiyor.
özetlemek gerekirse, günümüzde raubritter benzeri mekanizmalar, fiziksel zorbalık şeklinde değil ama ekonomik ve dijital zorbalık şeklinde tezahür ediyor. platform tekelleri, kendi kontrol ettikleri ağlar üzerinden rant (ekonomik artı kazanç) elde ediyor ve bunu korumak için gerekirse yenilikleri engelleyip rakipleri ezebiliyor. bu durum, iktisat literatüründe “rant kollama” (rent-seeking) olarak da bilinir. örneğin apple'ın uygulama mağazasından aldığı %30 kesinti, bir hizmet karşılığı olmaktan çok bir ranttır; zira apple platformuna girmenin alternatifi yoktur, mecburi bir geçiş ücretidir.
tarih tekerrürden ibaret olmasa da, bugün dijital çağın şövalyeleri, zırh ve kılıç yerine takım elbise ve algoritmalarla donanmış haldedir. orta çağ'da parolaları “ya yoluma çıkmayın ya da bedelini ödeyin” idi; bugün de benzer şekilde “ya platformumu kullanma ya da kurallarıma uy, komisyonumu öde” demektedirler. elbette modern hukuk devleti, bu kurumsal güçleri dizginlemek için anti-tröst yasaları, düzenleyici kurumlar vb. araçlara sahiptir. nitekim son yıllarda abd ve ab, büyük teknoloji şirketlerini bölme veya sıkı düzenlemelere tabi tutma yönünde adımlar atıyor. bu da tıpkı 15.-16. yüzyıllarda imparatorun ve kralların raubritterlere savaş açması gibi, modern devletlerin de dijital “baronlara” karşı kamu yararını koruma savaşıdır. nihayetinde, raubritter kavramı günümüze kadar uzanan bir metafor haline gelmiştir. bir zamanlar yolların, köprülerin belası olan “yağmacı şövalyeler”, bugün sunucuların ve ağların belası “yağmacı tekeller” olarak eleştirilir. bu benzerlik, tarihten çıkarılacak derslerin önemini vurgular: güç yoğunlaşması ve kontrolsüz iktidar, hangi çağda olursa olsun, toplumun geri kalanı için tehdit oluşturur. ve er ya da geç, toplum (ya da devlet) buna tepki geliştirir, düzenleyici hamleler yapar. bu döngü, orta çağ'dan dijital çağa uzanan bir sürekliliktir.
kavramların kaderi, tarihin akışına bağlıdır. raubritter kavramı, başlangıçta 18. yüzyıl alman edebiyatında ortaya atılmış bir niteleme iken, giderek orta çağ'ın özgün bir toplumsal-tipik figürünü tanımlayan analitik bir kategoriye dönüşmüştür. tarihsel olarak, raubritterler geç orta çağ avrupa'sının çalkantılı yapısının ürünüdür. feodal düzen çözülürken ortaya çıkan ekonomik bunalım, siyasi otorite boşluğu ve askeri-sosyal dönüşümler, bu alt soylu grubunun yağmacı yöntemlerle var olma stratejisine yol açmıştır. 13. ve 14. yüzyıl almanyası'nda siyasi parçalanmışlık ve feodal gelirlerin erimesi, birçok şövalyeyi kanundışı yollardan gelir elde etmeye itmiştir. bu süreçte yol kesme, izinsiz geçiş vergisi koyma, fidye alma gibi yöntemlerle kendilerine özgü bir ekonomik model geliştirdiler. bu model, onlara hem maddi kazanç hem de bulundukları yörede fiili bir iktidar sağladı. orta çağ'ın esnek hukuk anlayışını kullanarak, eylemlerini fehd hakkı, korunma bedeli, cezai el koyma gibi kavramlarla meşrulaştırmaya çalıştılar. ancak esasında yaptıkları, merkezi otoritenin yokluğunda zor gücüne dayalı bir hakimiyet kurmaktı.
sosyolojik açıdan, raubritter olgusu bize şiddetin toplumsal dağılımının önemini gösterir. norbert elias'ın ifade ettiği gibi, feodal toplumda şiddet kullanım hakkı geniş kesimlere dağılmışken, medenileşme süreci bunun devlet tekelinde toplanmasıyla ilerledi. raubritterler bu dağılımın uç örnekleriydi; soyluluk statülerini koruyabilmek için kaba şiddete başvurmak durumunda kaldılar. max weber'in devlet kuramındaki meşru şiddet tekeli kavramı, bu olgunun yok oluşunu anlamamıza yardımcı olur: devlet, meşru şiddeti tekeline alırken raubritter gibi aracıları ortadan kaldırmıştır. bu, hem toplumsal barışın sağlanması hem de kapitalist ekonomik düzenin kurulabilmesi için gerekliydi. karl marx'ın perspektifinden, raubritterlerin tasfiyesi, feodal sınıfın tasfiyesinin bir parçasıdır; böylece burjuvazinin önündeki engellerden biri kalkmış ve güvenli pazar ilişkileri tesis edilmiştir.
siyasi bakımdan, raubritter olgusu merkezi devletlerin güçlenme sürecine karşı bir sınama idi. kutsal roma cermen imparatorluğu örneğinde gördük ki, imparatorlar ve prensler, şehirlerle işbirliği yaparak bu soruna çözüm aradılar. 1495'teki imparatorluk reformları ve ardından gelen askeri seferlerle (örn. 1523 şövalye kaleleri seferi) bu yerel zorba soylular etkisiz hale getirildi. bu olaylar, bir bakıma erken modern devletin kendini sahada ispat etmesi demektir. fransa, ingiltere, osmanlı gibi farklı coğrafyalarda da benzer durumlar yaşandı: merkezi monarşi veya hükümet, taşradaki yarı özerk zorbaları dize getirdi. osmanlı örneğinde celalilerin ve ayanların bastırılması, bu hikayenin bir varyasyonudur. tüm bu siyasi mücadeleler, sonuçta hukukun tekliği, vergi tekelinin devlete geçmesi ve asayişin sağlanması ile neticelendi.
kültürel açıdan ise, raubritter figürü toplumun belleğinde silinmemiş, aksine efsanevi bir boyut kazanmıştır. götz von berlichingen örneğinde görüldüğü gibi, halkın ve edebiyatın gözünde bu figürler birer asi kahraman mertebesine yükseltilebilmiştir. goethe'nin götz dramı, tarihsel gerçekliği çarpıtsa da, bir gerçeğin altını çizer: insanlar zaman zaman otoriteye meydan okuyan şövalye figürüne hayranlık duyarlar. bu, kültürün, tarihsel olguları kendi değer dünyasına göre yeniden yoğurmasıdır. raubritterler zulmeden, yakan yıkan soylular idi; fakat romanlar, şiirler ve filmler onları romantize ederek adeta efsanevi haydut şövalyeler haline getirmiştir. robin hood efsanesi bunun ingilizcesi ise, götz efsanesi de almancasıdır. bu kültürel miras, günümüzde dahi canlıdır ve “yağmacı baron” tabiriyle dilimizde yaşar.
`tarihsel süreklilik ve yapısal dönüşümler açısından` bakıldığında, raubritter olgusu bize önemli bir ders verir: güç boşluğu ve ekonomik buhran dönemlerinde ortaya çıkan bu gibi fenomenler, kalıcı değildir; yapısal koşullar değiştikçe ya dönüşür ya yok olurlar. raubritterler, feodalizmin bağrında yeşeren son “çapulcu şövalyeler”di; feodalizm yerini mutlak monarşiye bırakınca sahneden çekildiler. benzer figürler osmanlı'da ayanlar/derebeyler olarak belirdi; osmanlı merkeziyetçiliği güçlenip modernleşince onlar da tasfiye oldu. bugün ise “dijital raubritterler” diye andığımız platform tekelleri çağındayız; muhtemelen dijital ekonominin hukuki çerçevesi olgunlaştıkça bu şirketler de dizginlenecek veya bölünecektir. yani, yapısal dönüşüm er ya da geç sürekliliği kırar ve yeni bir denge kurulur.
ayrıca, raubritter kavramının eleştirel incelenmesi, tarihçi ve sosyologlar için de bir uyarı niteliğindedir. bu terimin kendisi bile, 18. yüzyılda geçmişe dönük bir yargılama içeriyordu. bizler de bugünden geçmişe bakarken, o `aktörleri dönemin şartları içinde değerlendirmeliyiz`. onları yalnızca “haydut” diyerek mahkum etmek, arkasındaki toplumsal nedeni ıskalamamıza yol açar. nitekim modern araştırmalar, pek çok raubritter vakasının hukuki ihtilaflardan kaynaklandığını, yani tamamen keyfi bir canilik olmayabileceğini gösterir. öte yandan, onların eylemlerinin mazur görülür yanı olmadığını da teslim etmek gerekir; zira neticede yüzlerce masum köylünün ve tüccarın mağduriyetine yol açmışlardır. dolayısıyla, eleştirel bir bakış hem yapısal sebebi anlamalı, hem de bireysel sorumluluğu göz ardı etmemelidir.
nihayetinde, raubritter kavramı bize tarihsel değişimin diyalektiğini anlatır: ekonomik ve siyasi krizler, “eski düzenin haydutları”nı sahneye çıkarır; ancak bu, yeni düzenin tohumlarını atar ve sonunda eski haydutlar kaybolur, yerini başka güç odakları alır. bu döngü orta çağ'dan günümüze sürmektedir. dün at sırtında kervan basanlar vardı, bugün algoritma başında pazar baskılayanlar var. ama nihayetinde, toplum her seferinde hukuk ve adalet talebiyle tepki vermiş, güç ile hak arasındaki dengeyi yeniden kurmuştur. raubritterlerin yükselişi ve düşüşü, bu dengenin tarihsel bir tezahürüdür. yazıyı, 19. yüzyıl alman tarihçisi wilhelm zimmermann'ın sözleriyle noktalayalım: “şövalyenin devri kapandı; nehirlerde gemiler, yollarda arabalar güvenle ilerliyor. güç, kanundan aşağı; kanun, imparatorun elindedir.”