Osmanlı'nın Savaşmayı Bırakıp Avrupa'yı Tanımaya Çalıştığı Lale Devri'ndeki Yenilikler
"lale devri" devri diye bir dönem kroniklerde mevcut değildir. tıpkı devletin adının osmanlı olmadığı gibi, (bkz: devlet-i aliyye) bu isim de bir yakıştırmadır.
lale devrini anlamak için 18 yy. osmanlı insanının psikolojisine bir göz atmak lazım. viyana önlerine kadar gelen bir savaş makinesinin 100 yıl içinde tuna'ya kadar çekilmesi ve osmanlı mağrurluğunun ezilmesidir aslında lale devri. bu felaketin olacağını hiçbir zaman akıllarına getirmeden tüm dünyaya karşı biz üstünüz algısının yıkıldığı devirdir lale devri. yabancı elçilerin kubbealtı'nda burnunun halıya sürtüldüğü bir dış politikadan, aslında batı bizden üstün algısının yavaş yavaş kemiklerde hissedilmeye başladığı devirdir lale devri. vatanın geniş sınırlarında ölü insan yığınlarından bıkıp usanmışlığın sembolüdür lale devri. dördüncü mehmet döneminden başlayan çürümüşlüğün kokusunun hissedilmesi tüm istanbul'a yayılmıştı artık. karlofça antlaşması üzerine tüy dikmiştir bu yılmışlığın. nihayet batının osmanlı savaş sanatını öğrenmesi, bilimin gelişmesiyle yeni silahlar üretmesi ve salankamen savaşı, zanta ve petrovaradin meydan muharebesi ile savaş ve çatışma siyasetini bırakıp insanlığa yararlı avrupanın bilim ve beceri silahı ile karşılık vermenin gerekliliğini anlamışlardı.
nevşehirli damat ibrahim paşa’nın uzun sadâret yıllarını içine alan ve 1730’da patrona halil isyanı ile sona eren bu dönem batı ile siyasî, ekonomik ve kültürel ilişkilerin geliştirildiği zaman dilimini ifade eder. paris’e, viyana ve moskova’ya gönderilen elçilerden sadece diplomatik ve ticarî antlaşmaları imzalamaları değil avrupa diplomasisi ve askerî gücü hakkında bilgi edinmeleri de istenmiştir. paris’e gönderilen yirmisekiz çelebi mehmet efendi başta eğitim olmak üzere fransa’dan çok etkilenmiş ve bunu istanbul’a taşımıştır. bu arada ticarî ilişkiler de gelişmiş, iki ülke arasında yılda 500 ticaret gemisi gidip gelmiştir.
yenileşme politikasının en önemli göstergesi, çelebi mehmed efendi’nin oğlu mehmed said efendi ve ibrahim müteferrika’nın gayretleriyle 1727’de müteferrika’nın istanbul yavuzselim’deki evinde kurulan matbaadır. aslında 1500'lerde de matbaa vardır osmanlı'da ama sadece gayrimüslimlerin okuduğu azınlıkta kalan bir gelişmedir. belgrad ormanlarındaki tatlı suların istanbul’a nakli için bentler, şehrin çeşitli yerlerinde de çeşmeler yaptırılmıştır. tıp alanında başta derviş ömer şifâî tarafından olmak üzere birçok eser kaleme alınmıştır. ingiltere elçisinin eşi lady mary wortley montagu, türkiye mektupları’nda. bazı hastalıklara, özellikle çiçek hastalığına karşı aşı yapıldığından söz etmektedir.
tabii gelişmeler sadece bilimde kalmamış, yirmisekiz çelebi mehmed efendi’nin fransa’dan getirttiği planlara göre inşa edilen yapılarda avrupa mimarisinin tesirleri görülmeye başlamış, duvarlar avrupalı ustalar tarafından batı tarzında süslenmiştir. köşklerin en önemlisi ibrâhim paşa’nın gayretiyle iki ayda tamamlanan kâğıthane’deki sâdâbâd kasrı idi. kâğıthane deresinin iki tarafı beyaz köşklerle donatılmış, âdeta paris civarındaki versailles sarayı'na nazîre olmuştur.
lale'nin istanbul'a gelişi ise dördüncü mehmet zamanında olmuştu. nemçe elçisi schimith von schvornhorn damat ibrahim paşaya lale soğanını takdim etmiş, paşa da çok beğenmişti.
daha sonra felemenk'den de lale takdim edilmiş, paşa da buna "lü'lü-i erzak" ismini vermişti. ibrahim paşa bu lale türünü yetiştirenlere ödül sözü veriyordu. en çok çırağan, sâdâbâd, neşâtâbâd bahçelerinde yetişmişti. havanın sıcak olduğu zamanlarda renkleri uçmasın diye üzerlerine beyaz örtü serilirdi. istanbul'da ortaya çıkan bu lale düşkünlüğü neredeyse bütün dünyaya yayılmıştı. dünyanın her köşesinden istanbul'a çeşitli cinste ve renkte laleler getiriliyordu. iran'ın lale-i duhterî'sine istanbul'da mahbub-ı ılle ismi verilmiş bir soğanı için bin altın fiyat konulmuştu. daha sonra elçilerden biri "tac-ı kayser" isimli bir lale getirmiş, soğanı garip bir şekilde kaybolmuştu. ibrahim paşa'nın emriyle tellallar sokaklara salınmış, bakılmadık delik kalmamasına rağmen soğan bulunamamıştı. lale çılgınlığının bu derece artmasıyla tüccarlar da işin içine girmişti. 1727 yılına gelindiğinde istanbulda 839 çeşit lale yetiştiriliyordu.
savaş makinesi osmanlı erkanı artık kıtadan kıtaya koşmuyor, saraydan saraya eğlenceye koşuyordu. bu eğlenceler halk tarafından da tepki çekmeye başlamıştı. yaz gecelerinin eğlenceleri çok gösterişli oluyordu. başta beşiktaş’taki sahilsarayda olmak üzere lâlelerin altında kandiller ve yürüyen kaplumbağaların üzerinde mumlar yakılarak çırağan şenlikleri yapılmıştır. çok defa bu ziyafet ve eğlencelere elçiler de katılır, bunların bazısı yanlarında ressam da bulundururdu. bu döneme şahit olan ressamların en ünlüsü, otuz yıl istanbul’da kalan jean-baptiste van mour olup günümüze özellikle kıyafet ve yaşayış tarzıyla ilgili resimler bırakmıştır. yerli tasvirlerin en güzelleri ise minyatür sanatçısı levni’ye aittir.
başta padişah ve sadrazam olmak üzere, devlet ricâlinin gelenekleri zedeleyecek dereceye ve israfa varan eğlence düşkünlükleri bazı çevreleri rahatsız etmekte gecikmedi. sarayın ölçüsüz masrafları, geleneklerden kopma, sadrazam tarafından konulan aşırı vergiler başta ulema olmak üzere halkın büyük çoğunluğunun hoşuna gitmiyordu. askerî reformlardan endişe duyan yeniçeriler de gayri memnun halkı destekliyordu; zira boş vakitlerinde ticaretle uğraşan yeniçeriler gibi küçük zanaatkârlar da son konulan vergilerden memnun değillerdi. bazı ulemânın bu hoşnutsuzluğu körüklemesine rağmen ayaklanma siyasî sebeplerden dolayı çıktı. üsküdar’da toplanan, fakat bir türlü sefere çıkmayan ordu gibi bahanelerle patrona halil isimli bir tellak önderliğinde bir ayaklanma patlak verdi. patrona halil isyanı olarak bilinen bu ayaklanma sırasında damadı ibrâhim paşa’yı feda eden iii. ahmed, âsilerin isteği üzerine tahtı da yeğeni i. mahmud’a terk etmek zorunda kaldı. saltanatının ilk yıllarında âsilerin isteklerine boyun eğen yeni padişah onların lâle bahçelerini, köşkleri ve diğer eğlence yerlerini tahrip etmesine engel olamadı.