Padişah Genç Osman'ın Katledilmesine Giden Süreçte Adım Adım Yaşananlar

Osmanlı padişahı II. Osman (Genç Osman), Yeniçeriler tarafından neden ve nasıl öldürüldü? Bu süreçte neler yaşandı?
Padişah Genç Osman'ın Katledilmesine Giden Süreçte Adım Adım Yaşananlar

osmanlı tarihinde eşi benzeri görülmemiş bu olayın neden ve nasıl cereyan ettiğini doğru bir şekilde analiz etmek adına ilk olarak, 1621 yılında gerçekleşen ve padişahın bizzat ordunun başında bulunduğu lehistan seferi'ne bakmak gerekir. (bkz: hotin seferi)

her ne kadar seferin sonucunda muhasara edilen hotin kalesi, anlaşma yoluyla osmanlı hakimiyeti alınmış olsa da osman, düşman karşısında yumuşak davranmalarından ve nihayetinde otoritesi ile devletinin gücünü yeniden tesis etme konusunda daha da kararlı çıktığı seferin görece başarısız olmasından mütevellit faturayı yeniçerilere kesmiştir. madalyonun diğer yüzünde ise bilhassa kapıkulu neferleri sefer sırasındaki gayret eksikliklerini, sultanın askerlere verdiği hediyeler ve bahşişler konusunda cimri davranmasına bağlamışlardır. bunun yanı sıra yeniçeriler, daha genel olarak ve her zamanki gibi, maaşlarının düşük olmasından da şikayet etmektedirler. bu tarz sitemler yeni olmadığı gibi, hoşnutsuzluklarının temelinde yatan bir başka sebep ise daha yeni unsurlara verilen iltimas ile beraber yeniçeri ve sipahi üstünlüğünün zayıflamasıdır. yeniçerilerin kızgınlığı esas olarak iki gruba yöneliktir: enderun birlikleri yani bostancı ve siyahi haremağaları ile sahadaki en büyük rakipleri olan sekbanlar.


ikinci osman ise yeniçerilerin ayrıcalıklarını yeniden tesis etmek şöyle dursun, askeri seferin başarısızlığından ders çıkararak, söylentilere göre halep'te yeni birlikler toplamaya başlamış ve binaenaleyh yeniçeri kullarının hasedini daha da körüklemiştir. kimilerine göreyse padişah, ocağı tamamen lağvetmeye ve anadolu'daki diğer birliklerden, türkmenler ile sekbanlardan müteşekkil yeni bir ordu kurmaya hazırlanmaktadır.
daha spesifik olmak gerekirse osman'a yönetilen suçlamalar, "gençliğinin bir etkisi olarak", kışlalarda ve başkentte bulunan şarap vb. satış yerlerinde yeniçerilere ve sipahilere karşı gece düzenlenen disiplin seferlerinde tebdili kıyafet olmak suretiyle bostancıbaşının yanında bizzat yer almasına yöneliktir. bu uygulamalar, halkın nezdinde bir grup sarhoş durumuna düşürülen birlikler nazarında aşağılayıcı bir hüviyettedir. teftiş sırasında meyhanelerde yakalananlar ekseriyetle öldürülüp denize atılırken, geriye kalanlar ulaşımda kullanılan kadırgalarda kürek çekme cezasına çarptırılmaktadır.

zaman içerisinde yukarıda bahsini geçirdiğimiz tüm bu anlaşmazlıklar giderek ağırlaşmaya başlasa da osman'ı nihai sona götüren olayların fitilini ateşleyen, hem inatçı hem de tecrübesiz genç sultanın başka bir fevri kararı olur. yanlış yönlendirilerek veyahut hiç de ihtimal dışı olmayan bir şekilde kimseye danışmadan aldığı bir karar ile mekke ve medine'ye hacca gitmek üzere üsküdar'a geçme niyetini açıklayan padişah, bu beyanıyla kapıkullarının nezdinde artık tamamen "şüpheli" gelir. evvela osmanlı sultanları, nizam-ı alem gereğince hac ibadetlerinden muaftır ve nitekim bu durum şeyhülislam fetvalarıyla sabittir. karaçelebizade'nin çok doğru bir şekilde ifade ettiği gibi; "kendisinden önce hiçbir osmanlı padişahının hicaz'a gitmemiş olması bir tarafa, devlet erkanı ve sultana yakın olup söz söyleme hakkına sahip olanlar, asil atalarının gayretli ayak izlerinin takip etmediği bir yolu takip etmenin fitneye ve kötü niyetli eylemlere neden olacağını söylüyorlardı."
velhasıl osman'ın hac ibadetini ifa etmek istemesi yönündeki beyanı, bilhassa askeriye ve bürokrasi üzerinde bunun, arkasında başka planların gizlendiği dini bir bahane olduğuna yönelik bir izlenim yaratır. kimilerine göre osman, hac bahanesiyle kahire'yi saltanatın yeni başkenti yapmak isterken; kimilerine göreyse anadolu'dan temin edeceği yeni ordusuyla "kul taifesinden" kurtulacaktır.

nasıl yorumlanırsa yorumlansın padişahın mezkur niyeti, yeniçeriler ve sipahiler nazarında yalnızca tehditkar olmak ile kalmamakta; onları fiilen eski efendilerinin vefatlarının yol açtığına benzer bir duruma sokmaktadır. "padişahın firarı", önceleri ölümün sebebiyet verdiği şeyi gerçekleştirecek ve efendileri ile köleleri arasındaki bağı kopartacaktır. genç osman, olayların farklı yerlere evrileceğini fark edip acele hareket ettiğine kanaat getirerek ölümcül kararından ivedi bir şekilde vazgeçmiş olsa da artık iş işten geçmiş durumdadır. kaçmaya yönelik niyetinin gölgesi, onu kulunun gözünde geri dönülemez bir biçimde itibarsızlaştırmıştır. öte yandan padişahın asitaneden ayrılacağı ve hatta başkentin kahire'ye ya da şam'a taşınacağı söylentisinin, kul taifesini yanı sıra, bu tür beklentilerin doğrudan tehdit ettiği şehirlilerin yani istanbul nüfusunun da ileride göreceğimiz isyana katılmasına katkıda bulunmuş olması da muhtemeldir.

böylesine gergin bir ortamda en ufak bir hatanın domino taşı etkisi yaratması ve kaosun hakim olması artık kaçınılmaz hale gelmiştir. nihayetinde ise herkesin istemeden de olsa beklediği yanlış yine, panik halindeki pervasız genç sultandan gelir. şeyhülislam esad efendi'nin, osman'ın kardeşi olan şehzade mehmet'in katline yönelik fetva vermeyi reddetmesi ve aynı zamanda kızıyla evlenmek isteyen padişaha ayak diremesi sonucunda ikinci osman, ulemanın geçimini sağladığı arpalığın kaldırılmasına karar verir. bu, bardağı taşıran son damla olacaktır ...

"düşmanlarının" kendisine karşı birleşmesine neden olmuş olsa da, genç sultanın otoritesi ve şahsı bu aşamada henüz doğrudan tehdit altında değildir. isyanın başlamasıyla birlikte takip eden 3 gün boyunca yaşanan çılgınlığın ulaştığı neticenin en başından "tasarlanmış" olduğunu varsaymak ise hata olacaktır. bilakis, süreç içerisinde hükümdarın dokunulmazlığını korumaya yönelik eski düzeneklerin hala iş başında olduğunu görebilmekteyiz. osman'ı tenkit edenlerin ekseriyetinin isteği ilk başta, onu olumsuz etkilediklerini düşündükleri "danışmalarını" değiştirmeye yöneliktir. nitekim kul taifesi isyan başlamadan evvel mezkur şahısların bir listesini çıkarmış ve halihazırda dağınık olan öfkeyi zapturapt edebilmek adına doğrudan bu kimselere odaklanılmasını istemişlerdir.

velhasıl 1621 yılının 19 mayıs günü, sayıp döktüğümüz bütün bu arka planın nihayetinde isyanın fitili ateşlenir. heyecan artıp askeri birlikler kitleler halinde ve silahlı bir biçimde atmeydanı'nda toplandıkça, "mantıklı düşünen birkaç kişi" meydanın bitişiğindeki sultanahmet camii'nde bir araya gelen ulemaya doğru dönerek padişahın boğaz'ın öte yanına geçme kararını geri almasını ve isimlerini yazdıkları kişilerin kellerini isteyen bir arzuhali onlara teslim etmeye karar verir. listede; padişahın hocası ömer efendi, darüssaade ağası süleyman ağa, başkentten sorumlu kaymakam ahmed paşa, sadrazam dilaver paşa ve sekban komutanı nasuh ağa gibi isimler yer almaktadır. bir bakıma hedeflerin bu şekilde belirlenmesi, hareketi kontrol altına alma; ulemanın şefaatini talep etmek ise işi belli bir yasal çerçeve içinde tutma isteğini göstermektedir. artık top, osman'dadır ancak o da dikbaşlılığından taviz vermez. kendisinden istenen adamları feda etmeyi, ulemadan gelen ricacıların ısrarına rağmen kesin bir dil ile reddeder ve ekler: "korkmayın, bu fitneci kalabalık hiçbir şey yapamaz ve bu lidersiz ordu yakında ya dağılacak ya da kendini imha edecektir." bunun üzerine ricacıların çoğu tek kelime etmeden boyun eğerek geri çekilir. bir anlatıya göre mezkur din büyüklerinden nakibüleşraf gubari efendi, atmeydanı'ndan beklemekte olan öfkeli kalabalığın hiddetinden çekinmemiş ve asilere padişahın cevabını ileterek şu ifadeleri kullanmıştır: "bizim sözümüz geçmedi. kendiniz gidin ve ne söyleyeceksiniz söyleyin."

arabuluculuk girişimlerinin sonuçsuz kalmasının akabinde gerçekleşen saray baskını ise başlı başına bir hikaye ve katı osmanlı teamüllerini hiçe sayan talihsiz bir hadisedir.
evvela yeniçerilerin topkapı sarayı'na girmelerinin kendi başına olağandışı bir yanı olmadığını belirtmek gerekir. nitekim sarayın düzenli olarak sahne olduğu geçit törenlerinde kullar, katı kurallar çerçevesi içerisinde imparatorluk konutunun ilk iki avlusuna girebilmektedirler. mevcut "baskın" ise bu alışılagelmiş, son derece titiz katılımların doğası itibariyle dışındadır. haliyle yeniçeriler ve sipahiler arasında ne kadar ileri gidecekleri, aşina oldukları dış avlular olan birun ile sarayın şimdiye kadar onlara yasak bölgesi olan enderunu birbirinden ayıran sembolik sınırı geçmelerinin gerekip gerekmeyeceği konusunda bir tartışma hasıl olur. bu noktada artık "davetsiz misafirlere" hakim olan duygu öfke veyahut kibir değil, korkudur. bu korkunun tali bir hasebi de bostancılardır. sarayı korumak ile yükümlü olan mezkur "bahçıvanlar", aynı zamanda kul taifesinin de düşmanı konumundadırlar ve binaenaleyh yeniçeriler, saraya girmeden evvel birkaç neferi ayasofya'nın minarelerine çıkartarak avluları gözetletir ki; bostancılara gafil avlanılmasın.

velhasıl asayişin berkemal olduğuna kanaat getiren isyancılar, önlem olarak saray kapısına ve demir kapıya 300 tüfenk-endazlı asker yerleştirmelerinin akabinde topkapı'nın ilk avlusuna giriş yaparlar. yaklaşık iki saat boyunca bu noktada bağırıp çağırarak istedikleri kellelerinin isimlerini haykıran baskıncılar, sarayın geri kalan kısmından kendilerine yönelik herhangi bir yanıt alamayınca ilerlemeye karar verirler. artık asiler, silah sesleri arasında naralar atarak enderun'a girmiş durumdadırlar ve talepleri karşısındaki sessizlik ve ilerlerken önlerinin boş bırakılması onları adeta bir mıknatıs gibi çekmiştir. dönemin vakanüvislerinin aktardığı kadarıyla bu noktaya kadar kul taifesinin niyetinde herhangi bir değişiklik yoktur ve amaçları hala şikayetlerini padişahın kendisine iletmektir. mamafih üçüncü kapının eşiğinin geçildiği anda, olayların seyri tamamen değişir. tugi'nin aktardığına göre; "kimden geldiği anlaşılamayan ama diğerlerinden ayırt edilebilen bir ses kalabalığın ortasından avazı çıktığı kadar bağırır: 'şer ile sultan mustafa han'ı isteriz !'. bu kader anından itibaren kullar; talepleri karşısında susan ve onları karşılıksız bırakan sultanı aramayı bırakıp, sarayın bir yerinde tutsak olduğunu bildikleri şehzade mustafa'yı aramaya koyulurlar.
durumun böylesine etkileyici bir şekilde tersine dönmesini mümkün kılan iki etmen vardır: sarayın içinde olası bir başka hükümdarın varlığını koruyan kafes sistemi ve hiç şüphesiz ustalıkla hazırlanmış bir komplo. "doğru zamanda doğru sözleri" söyleyen ve anonimliği muhtelif kaynaklarca belirtilen mezkur isimsiz sesin arkasında 2. osman'ın kayınbiraderi olan ve vaziyeti kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirmeyi çok iyi bilen davut paşa'nın makyavelist planı vardır.

sarayın bilmedikleri kısımlarının dolambaçlı yollarında küçük gruplar halinde bir süre dolanmalarının ardından yeniçeriler, nihayet içoğlanların yönlendirmesiyle mustafa'nın harem'de olduğunu öğrenirler. haremin kapısının sıkı sıkıya kapalı olmasından dolayı kubbelere tırmanmaya karar veren isyancılar, buradan mustafa'nın ismini haykırmaya başlarlar ve tutsak şehzadenin yerini tespit etmelerinin akabinde sarayın mutfağından temin ettikleri baltalar ile şehzadenin bulunduğu yerin kurşun ile kaplı çatısını kırmaya girişirler. nihayetinde bin bir çabayla kubbede bir delik açmayı başaran isyancılar, divanhaneden kesip getirdikleri perde iplerinden kayarak mustafa'nın bulunduğu hücreye inmeyi başarırlar. iki cariyesiyle birlikte şaşkın bir halde oturur vaziyette buldukları şehzade mustafa'nın, kendilerinden ilk isteği ise "su istemek" olur. naima'nın aktardığına göre şehzade, olaylar başladığı andan itibaren 3 gün boyunca hücresinde, tabiri caizse, kaderine terk edilmiş ve kendisine ne yiyecek ne de içecek verilmiştir.

bütün gelişmelerin akabinde nihayet osman'ın uzlaşmazlığı kırılır ve tüm taleplerini kabul edeceğini bildirmek üzere ulemayı asilere yollar. ancak iş işten çok geçmiştir. şeyhülislam'ın başını çektiği ulemadan gelen heyet, bir saati aşkın bir süre çerilere dil dökmesine rağmen isyancıları ikna edemez ve onlar da, can korkusuyla, mustafa'ya biat etmek durumunda kalırlar. bu süreçte mustafa ilk olarak eski saraya, annesi valide sultan'ın yanına; bilahare ise daha iyi korunacağı düşünülerek yeniçerilerin merkezi konumundaki orta camii'ye götürülür.

bu süreçte osman'da yeni sadrazamı olarak seçtiği ikinci veziri hüseyin paşa'nın tavsiyesi ile bursa'ya kaçmayı düşünse de, müsait kayık bulunamaması hasebiyle bu fikriyatını fiiliyata dökemez. bunun yerine çaresizlik içerisinde bostancıbaşı'nın meclisine giden osman, burada yaptığı istişarelerin sonucunda türlü hediyeler ile birlikte sadrazamıyla beraber yeniçeri ağası'nın konağına gitmeye karar verir. ancak bu girişimde büyük bir başarısızlık ile sonuçlanır. gemi azıya almış vaziyetteki yeniçeriler, osman'ın teklifini kendilerine getiren ağalarını paramparça ederler. hemen akabinde ise kaçmaya çalışan hüseyin paşa'yı yakalayarak boynunu vururlar. kaçacak yeri kalmayan çaresiz osman ise asilerin tutsağı olarak orta camii'ye götürülür.

işte 16. osmanlı padişahı ve 95. islam halifesinin, dante'nin ifadeleriyle "cehenneme inişi" bu şekilde hasıl olur. korkunç bir şekilde öldürülmüş olan hüseyin paşa'nın cesedi görmesiyle birlikte soğukkanlılığını kaybeden osman, sürüklenerek götürülürken hıçkırarak ağlamaya başlar. 2. osman'ın bir osmanlı padişahına yakışmayacak şekilde gösterdiği bu "zayıflık", henüz 18 yaşını dahi doldurmadığı göz önüne alındığında ise doğal hale gelir. katip çelebi'nin de ifade ettiği gibi "kimse ona acımamıştır". belli ki geçmişte göstermiş olduğu küstahlık, kul taifesinde gerçek bir nefret uyandırmıştır.

peçevi'nin; "perişan halli bir herifi bulup atından indirmişler ve mazlum padişahı o ata bindirmişlerdi. sırtında eski bir beyaz entari, başında yıpranmış kadife kavuk, kavuğun üzerinde ise kirlice bir sarık. bunları da yolda rastladıkları birinden alıp ona giydirmişlerdi. dünyada ne kadar fitneci, fesatçı varsa zavallının çevresine dizilmişlerdi. " şeklindeki ifadeleri sabık padişahın içinde bulunduğu vaziyeti çarpıcı bir biçimde açıklar niteliktedir. öfkeden gözü dönmüş ahali ise artık hakaretten etmekten saldırıya geçmiş durumdadır. nitekim altıncıoğlu namındaki kötü ruhlu bir şaki, osman han'ın baldırını sıkıp ona ufak bir saygı göstermeden hakaret edince talihsiz genç adam tekrar ağlamaya başlayarak şu ifadeleri kullanır: "behey, edepsiz melun ! padişahınız değil miyim ? nedir bu ettiğiniz cefa ?"

böylece orta camii'ye ulaşan 2. osman, burada 14. cemaat ortası olan hasekilerin muhafazasına teslim edilir. nihayet kalabalıktan kurtulan genç adam, bir anlığına her şeyin iyi olacağına inanmış olsa da kısa süre sonra tekrar hayal kırıklığına uğrayacaktır. olayların bu evresinde osman lehine belli bir hareketlilik başlar. bu, belki padişaha hakaret suçunu tahammül sınırlarının ötesine taşıyan bazılarının aşırılıklarına bir tepki; belki de aynı zamanda ve aynı yerde, akli durumuyla ilgili endişe verici alametleri artan zavallı mustafa'nın tuhaf davranışları karşısında bir sağduyudur. ancak davud paşa'nın camiiye gelmesiyle beraber olaylar tekrardan osman'ın aleyhine döner ve sabık padişahı öldürmeye yönelik ilk girişim, haysiyet yoksunu davut paşa'nın emriyle harekete geçen melun cebecinin kemendiyle gerçekleşir. ipi tutmak suretiyle suikastçıyı alaşağı eden osman ise camiide bulunan ağaların da yardımıyla o an için canını kurtarır. bu esnada bir diğer entrikacı olan valide sultan devreye girer ve bu işin çok uzadığını ifade ederek talihsiz genç osman'ı kaçınılmaz sonuna bir adım daha yaklaştırır.

havanın kararmasıyla birlikte komplocular, osman'ı orta camii'den çıkararak bir pazar arabasına bindirirler ve onu, halihazırda hiç de azalmamış olan bir kalabalığın arasında geçirip aşağılar vaziyette yedikule zindanları'na götürürler. buradaki askerlerin dağılmasın bekledikten sonra davud paşa, kethüdası ömer ağa ve kalender uğrusu ismindeki bir münafık, birkaç serseriyle birlikte yedikule'de kalırlar ve genç osman'ın infazı bu şekilde başlamış olur. katip çelebi ve naima'nın aktardığına göre; gençliğinin verdiği kuvvet ve çevik ile üzerine gelen ilk birkaç celladı (muhtelif kaynaklarda bu rakam 7'dir.) alaşağı etmeyi başaran osman, veled-i zina kalender uğrusu'nun onu hayalarından yakalamasıyla birlikte dermandan kesilir ve boğazına geçirilen kement ile boğulmak suretiyle bu hayattan göç eder. yine naima'nın ifade ettiğine göre, kanıt olarak kullanılmak üzere osman'ın kulakları ile burnu kesilir ve mustafa'nın annesi valide sultan'a gönderilir. sabahın ilk ışıklarıyla birlikte merhumun naaşı, gizlice topkapı sarayı’na getirilmiş ve sabahleyin kılınan cenaze namazının ardından sultan ahmed külliyesi’nin yanında inşa edilen 1. ahmed türbesi’ne defnedilmiştir.

sultan 2. osman'ın ölümü bilhassa anadolu'da oldukça büyük bir infiale yol açmıştır. nitekim akabinde erzurum beylerbeyi abaza mehmed paşa'nın önderliğinde tırmarlı sipahilerin başını çektiği abaza isyanları patlak vermiş ve mezkur kaos, sultan dördüncü murat'ın iktidarı ele almasına dek sürmüştür. aynı şekilde, osman'ın katillerinin yaptıkları da yanlarına kar kalmamış ve 8 ocak 1623'te yani isyandan birkaç ay sonra başta kara davut paşa, derviş paşa, meydan bey ve kalender uğrusu olmak üzere failler yakalanarak idam edilmişlerdir.

konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere naima tarihi ve peçevi tarihi adlı eserleri tavsiye ediyorum.