Protestanlık Mezhebi Nasıl Ortaya Çıktı?
16. yüzyılın başlarında genç bir üniversite öğrencisi almanya'nın erfurt kasabası civarındaki kırlarda yürümektedir. bir fırtına çıkar ve şimşekler çakmaya başlar. o esnada bir yıldırım, genç adamı kıl payı ıskalayarak toprağa saplanır. genç adam bu olayı, tanrıdan gelen ilahi bir işaret olarak addeder ve ona olan minnetini göstermek adına papaz olmaya karar verir.
martin luther, doğduğu yer ve yetiştiği ailenin de etkisiyle küçük yaşlarından itibaren belirli aralıklarla nevrotik dönemlerden geçen ve çevresine adapte olma konusunda birtakım güçlükler çeken, tabiri caizse münzevi bir kişiliktir. 1510 yılında, yine bu tarz buhranlı bir ruh halindeyken gerçekleştirdiği roma yolculuğu da aslında bir süredir gözlemlediği ve kendisini düşünmekten alıkoyamadığı birtakım "olumsuzlukların" dışavurumundan ibarettir. muhtelif bunalım türlerinin ortak özelliği; kişinin yaşadığı dünyayı çirkin ve kötü bir yer olarak addetmeye başlamasıdır. ne dinlediği müzikten hoşnut olabilen ne de doğası itibariyle sosyal bir varlık olmasına rağmen çevresindeki insanlarla diyalog kurmaktan keyif alabilen kişi, bu nevrozun bir sonucu olarak mütemadiyen her şeyi sorgulamaya başlar. binaenaleyh martin için de roma, sözüm ona uhrevi bir kent olmasına rağmen büyük zenginliği ve ölçüsüz savurganlığı ile yozlaşmış bir hüviyete sahiptir. kilisenin prensleri yani kardinaller, metrelerce kumaş harcanarak dikilmiş kaftanlar giymekte ve kutsal şehrin sokaklarında arzı endam etmektedir. neferi olduğu öğretinin temsil ettiği değerler ile birebir zıtlık içerisinde olan aziz petrus'un tahtı için bir şeyler yapılması gerektiğine kanaat getiren luther, nihayetinde isa'nın izinden giderek çilekeş bir yaşam süren ve "zengin adamı" cennete sokacak yegane niteliğin alçakgönüllülük olduğunu dile getiren gezgin bir din adamıdır ...
protestanlığın sadece nevrotik bir keşişin roma'da deneyimlediklerinden mütevellit ortaya çıktığını iddia etmek, olguları basite indirgemek olacaktır. insanlık tarihi boyunca gözlemleyebileceğimiz gibi büyük değişimler; rastlantısal olaylar ile elverişli koşullar çakıştığı zaman meydana gelir. filhakika luther ortaya çıkmadan önce de pek çok kişi uzun süredir (roma imparatorluğu ile kilisenin nikahlanmasından bu yana) kilise'yi eleştirmekte, onun gücüne ve zenginliğine karşı çıkmaktadır. (bkz: tanchelmus) (bkz: john wyclif)
lakin muhtelif isimler arasında en büyük etkiyi ve köklü bir değişimi yaratacak olan martin luther'dir.
luther ilk olarak öfkesini, kilisenin "parayla günah bağışlama" uygulamasına yöneltir. roma, bu işten ciddi bir gelir elde etmektedir ve martin'in kutsal şehirde bulunduğu esnada "günah bağışlama piyasasında" patlama yaşanmaktadır. örneğin; 1516 yılında papa onuncu leo, ücreti mukabilinde kutsal emanetleri görmeye gelenlerin günahlarını affetmiştir. 1517 yılında ise tetzel adlı bir dominiken rahibi, katedral inşa etmek ve bağlı olduğu başpiskoposun "kişisel" borçlarını ödemesine yardımcı olmak adına almanya'da kapı kapı gezip para karşılığı günah bağışlamıştır. 16. yüzyılın ilk yarısında isa'nın giysileri ya da üzerinde gerildiği tahta haçın parçaları gibi sözüm ona kutsal emanetler hemen her yerde satılmaktadır ve birtakım manastırların en önemli gelir kalemi, kutsal emanetlerin endüstriyel ölçekte üretimidir. yine kilise'deki önemli pozisyonların rüşvet karşılığında alınıp satılması, dönemin alışkanlık haline gelmiş bir uygulamasıdır. yukarıda bahsini geçirdiğimiz tetzel'in "hamisi" olan mainz başpiskoposu, bulunduğu konumu elde etmek adına verdiği rüşvetlerden mütevellit büyük bir borç yükünün tahakkümü altındadır.
bütün bu gelişmelerin akabinde ve gördüklerinin de etkisiyle öfkeli luther, kilise'nin anlamsız uygulamalarına yönelik eleştirilerini içeren meşhur 95 tez'ini hazırlar ve 31 ekim 1517'de metni wittenberg katedrali'nin kapısına çiviler. mevzubahis davranış bugün bize fazlasıyla dramatik ya da tiyatral gelebilir ancak orta çağ avrupası'nda bir tartışma başlatmak isteyen kimseler ekseriyetle bu şekilde davranmaktadır. nitekim luther'in bu hareketi gerçekten de avrupa tarihindeki görece en büyük dini kargaşanın fitilini ateşleyecektir.
luther'in katolik öğretisine karşı eleştirisi üç temel noktaya odaklanmaktadır. ilk olarak aziz pavlus'un romalılara yazdığı mektuptaki bir pasaja dayanarak insanların "kurtuluş" için sadece iman etmelerinin (inanmalarının) yeterli olduğunu ileri süren martin; rahiplerin, keşişlerin, piskoposların ve benzerlerinin "sıradan bir insandan" daha kutsal ya da mühim olmadığını ifade eder. ona göre gösterişli ayinlerin, resimlerin, diz çökmelerin ya da parayla günah bağışlamaların herhangi bir ehemmiyeti yoktur ve bütün bunların "kurtuluş" için bir araç olarak görülmesi saçmalıktan ibarettir. önemli olan yegane şey, sola fide yani "sadece inanç"tır. inananların tanrıya sadece ayinlere katılarak ya da dua ederek değil, günlük hayatlarını idame ettirmek için ifa ettikleri görevlerini (işlerini) şevk ile yerine getirerek ibadet etmesi de mümkündür. hülasa ister hasat kaldırmak ister ticaret yapmak olsun, "sıkı ve dürüst bir şekilde çalışmak" da tanrıya ibadet etmenin bir yoludur.
ikinci olarak luther, kutsal kitabın hristiyanlığa dair yegane bilgi kaynağı olduğunu ileri sürer. ona göre incil'in okunması ve içeriği hakkında düşünülmesi bireylerin hem hakkı hem de vicdani sorumluluğudur. papa'ya varıncaya dek hiçbir rahibin bu süreç içerisinde işlevsel bir yeri yoktur çünkü kurtuluş, bireysel bir meseledir ve kişinin vicdanı ile tanrı arasındaki ilişkide aracıya gerek duyulmamalıdır.
üçüncü olarak luther, vaftiz ya da komünyon gibi ayinlerin "büyülü" bir yanı olmadığını dile getirir. bunlar inancın sembollerinden başka bir şey değildir. katolik öğretisi ise rahibin şarap ekmek ayini sırasında şarabı ve ekmeği, isa'nın kanı ve etine dönüştürme gücüne sahip olduğunu belirtmektedir. luther, bu fikirlerin bir kenara atılması gerektiğini ifade eder ve böylece ileride calvin gibi birtakım protestanların komünyon ayini'nin sembolik anlamı dışında herhangi bir niteliği olmadığını iddia etmelerinin zeminini hazırlamış olur.
aslına bakılırsa luther'in fikirlerini objektif bir bakış açısıyla değerlendirdiğimizde söylediklerinde özgün veyahut benzersiz bir yan olmadığını kolaylıkla gözlemleyebiliriz. farklı inanç sistemlerinde de görebileceğimiz üzere "tanrı fikri" nerede bir rahipler hiyerarşisi ve ayinler silsilesi doğuran örgütlü bir din halini alacak olsa, birileri çıkıp bireysel ibadetin daha önemli olduğunu ileri sürmekte ve günlük yaşamımız içerisinde gerçekleştirdiğimiz en sıradan eylemler dahil, her şeyin aslında ilahi ve uhrevi bir hüviyeti olduğunu (bkz: ibadet) iddia etmektedir. ancak luther'in kişisel protestosunun pek çok insanın hep bir ağızdan attığı savaş narasına dönüşmesinin belli başlı tarihsel sebepleri vardır. örneğin; 15. yüzyılın ikinci yarısı ve 16. yüzyılın başı itibariyle okuryazarlığın artması ve ucuz kitapların yaygınlaşması, martin'in fikirlerinin bir ülkeden ötekine sıçramasına yardım etmiştir. dini ve dünyevi otoriteler, artık yalnızca kitapları yakarak fikirleri yok etmeyi başaramamaktadır çünkü yeni teknoloji (bkz: matbaa), yakılanların yerine ivedilikle yenilerinin konmasına olanak sağlamaktadır. antik yunan'a ve kadim roma'ya yeniden ilgi duyulması, insan aklını her şeyden üstün tutan hümanizm felsefesini beslemiş ve septisizm'i teşvik etmiştir. (bkz: neoklasisizm). yine kutsal kitabın ibraniceden ve yunancadan yapılan çevirileri toplumun, kilise'nin kutsal metinlere dair resmi yorumlarını sorgulamasına neden olmuş ve erasmus gibi düşünürlerin hicvi, cehalet ve batıl inançlara karşı bir silah olarak kullanmasına olanak sağlamıştır. (bkz: deliliğe övgü) (bkz: deliler gemisi)
protestanlığın başarısındaki bir diğer unsur da ekonomi modelindeki değişimlere doğru bir şekilde entegre olmasıdır. teknolojik gelişmeler, keşfedilen yeni dünya'daki zenginlikler ve gelişmiş iletişim ile taşımacılık yöntemlerinin ortaya çıkması bilhassa tüccarların daha uzak ve farklı yerlerde ticaret yapmasına ve büyük servetler edinmesine olanak sağlamıştır. aynı zamanda kendi yiyeceğini ve giysilerini üreten aile birimi, insanların gereksinim duyduğu şeyleri satın alma kapasitesi elde edebilmek için emeğini satmaya başlamasıyla birlikte daha az kendi kendine yeter bir hale gelmiştir. bilahare karl marx'ın da ifade edeceği gibi bu yeni kapitalist yaşam tarzının kendine özgü birtakım sakıncaları vardır. mevzubahis düzende parası olmayanın gücü de yoktur ve işçiler, aynı kişiye hem emeklerini satmak hem de ondan temel ihtiyaçlarını "satın almak" durumundadır ve arz sahibi de bu yol ile işçileri sömürerek azami kar elde etmektedir. işte bu noktada protestanlık inancının, yeni ekonomik modele uyumlandığını görürüz. itikadın savunduğu ilke doğrultusunda tanrıya günlük yaşam pratikleri kanalıyla ibadet edilebileceği fikri, çalışmanın kendisinin ruhani bir etkinlik olduğu anlamına gelmektedir. yine protestanlığın lüks ve zenginliği reddetmesi ve dindarlardan çalışkan olmalarını istemesi, pragmatist arz sahiplerinin daha fazla kar etmeye özenmelerine sebebiyet vermektedir. velhasıl "rastlantısal" olarak şartların ortaya çıkardığı uyum, kapitalizmin de yeni amentüyü desteklemesine neden olmuştur.
milliyetçilik akımının ortaya çıkışı da yine protestanlığın yayılışının ilk aşamalarında önemli bir rol oynamıştır. avrupalı hükümdarlar, oldukça maliyetli haçlı seferleri'ni finanse etmek ve kiliseye ağır vergiler ödemek zorunda bırakılmalarından (papanın, bilhassa monarşiler üzerindeki tahakkümünü de unutmayalım) mütevellit luther'in papa'nın otoritesini reddetme fikrini cazip bulmuşlardır. ayrıca yine martin'in savunduğu cujus regio, ejus religio ilkesi, roma'ya karşı avrupalı monarkların aradığı türden bir ideolojidir. basitçe ifade etmemiz gerekirse bu fikre göre dini farklılıklar hoş görülebilmektedir lakin her toplum, kendi önderinin dinini benimsemelidir. kilise tarafından "sapkınlık" olarak nitelendirilen protestanlık, hükümdarların kendi uyruklarının neye inanacağına karar vermesine olanak tanıyarak katolisizm karşısında kendisine güçlü müttefikler edinmiş olur. unutulmamalıdır ki belli bir dini inanç ancak onu bastıracak bir iktidar varsa sapkın olarak addedilebilir ve söz konusu ilke, yeni itikadın eskisi karşısında kora kor bir mücadele vermesine olanak tanımıştır. nitekim 1555 yılında gerçekleşen augsburg barışı'nın, cujus regio, ejus religio ilkesine pozitif hukuk içerisinde önemli bir yer açarak protestan hükümdarların kendi uyruklarına özgür olma ve hoş görülme hakkını tanımasıyla beraber katolik kilise'nin otoritesi her anlamda ciddi bir darbe almış olur.
protestanlık, bireyin kurtuluşundan kendisinin sorumlu olduğuna vurgu yaparak günümüz modern toplumlarını oluşturan aydınlanma fikirlerinin ortaya çıkışını kolaylaştırmıştır. ağustos 1789'da fransa'daki devrimciler, "insanlar eşit haklarla doğarlar ve yaşarlar" diyerek evrensel insan hakları'nı deklare ettikleri zaman kısmen de olsa protestanlığın dünyaya getirmiş olduğu bir "ruhu" devam ettirmektedirler. özgür ve tüm insanlar ile eşit olan birey fikri, varoluşumuzun temel dayanaklarındandır ve bu bireyin önemi, herhangi bir itikadın değerinden çok daha fazladır.
konuya dair daha fazla bilgi edinmek isteyenlere martin luther'den doksan beş tez, desiderius erasmus'tan deliliğe övgü, immanuel kant'dan aydınlanma nedir ve friedrich engels'ten ailenin, özel mülkiyetin ve devletin kökeni adlı eserleri tavsiye ediyorum.