Roman Gibi Kurgu Eserler Okumanın Modern Çağlardaki En Büyük Faydası

"2024 yılında bilgiye direkt ulaşmak varken neden kurguyla vakit kaybedelim ki?" diyorsanız, bu yazıya mutlaka bir göz atmanızı öneriyoruz.
Roman Gibi Kurgu Eserler Okumanın Modern Çağlardaki En Büyük Faydası

roman okumakta zorlandığım uzun bir dönemin ardından sanki o zorlantıyı oluşturan tıkanma noktası açılmışcasına romanlara dört elle sarıldığım bir dönemden geçerken yeniden uğramak istedim bu başlığa. aslında geçmişte yaşadığım tıkanıklığı, özellikle uzun romanları okurken bir noktada gelen "artık bitse keşke" hissini yeniden düşündüğümde zihnimde canlanan şey kestirmeden, kısa yoldan bir sonuca, olabildiğince faydalı, verimli ve bana yarar sağlayan bir sonuca ulaşma isteğim olduğunu farkettim. sanki kaybedecek zamanım (zaten yeterince kaybetmiştim), empatik yaklaşabileceğim bir zihin sakinliğim, "faydasız" şeylere ayrıacak daha fazla enerjim yoktu da romanlar yerine beni içine battığım buhranlardan çıkaracak teori kitapları, özellikle de culiput'un da yazdığı gibi psikanaliz kitapları falan okuyordum.

fakat öyle bir nokta geldi ki hiçbir şey kaçırmamak, sürekli fayda elde etmek, zamanı verimli kullanmak gibi saiklerin kendi yaşamımı bir kapitalistin zamanı sadece kar etme hırsına alet edişi gibi algıladığımı farkettim. tüm bu kaybetme korkumun aslında bana asıl kaybettiren şey olduğunu düşündüm ve ne olursa olsun sonunda zaten kaybedeceğiz ölerek düşüncesini sindirmeye çalıştım . ölümün olduğu bir yaşamda sürekli kazanmaya çalışmak başlı başına bir yanılsama. elbette kolay olmadı zamana bir kapitalist gibi yaklaştığım periyottan vazgeçip zamanın içinde salınmak için kendime izin verebildiğim noktalara ulaşmak. ama galiba kısa sürelerle de olsa zamanın içine dalıp gidebiliyorum ve iyi geliyor.

dalıp gitmek... işte bir roman okuru dalıp giden kişi bana kalırsa

romanın sayfaları arasında hikayeyi takip ederken, karakterleri anlamaya çalışırken, olayları ya da durumları kendi benliğinde canlandırırken gündeliğin zamanından kopup başka türlü bir zamansallığa, kronolojinin olmadığı bir zamana doğru geçiş yapan bir kişi benim zihnimdeki roman okuru. kendine izin verebilen ve bu dünyayı başka dünyalar, hayali dünyalar tanımak için terkedebilen kişi. hayali yaşamlara eşlik ederek kaybolabilmenin ne demek olduğunu hissedebilen kişi. kah güney amerika'nın suçla dolu romanlarını, kah hintli yazarların kaotik dünyalarını, kah iskandinav romanlarının mağrur depresif karakterlerini, kah kıta romanlarının uzun geleneğini seçen ama neyi seçerse seçsin onun içinde kaybolabilen ve roman bitince de "vay be" diyerek dünyamıza geri dönebilen kişi.

şimdi bu dalıp giden, hayali dünyalar uğruna dünyamızdan bir süreliğine vazgeçen bu okura zaman kaybettiğini, enerjisini boşa harcadığını, daha verimli şeyler yapması gerektiğini falan söyleyenler olabilir. fakat günümüzde kaybolabilmek aslında kaybettiğimiz en değerli şey haline gelirken bu roman okuru kaybolamayan bir sürü insana göre çok daha özel bir şey keşfetmiş değil mi? eline aldığı, en alası üç yüz tl olan romanıyla dünyanın bilindik topraklarını adeta bir yelkenliyle terkediyor ve bilinmeyene doğru yolculuk etmeye başlıyor. aslında dünyadan kendi içine doğru kaçıyor, içe doğru yolculuk ediyor okurken. içe doğru yolculuk etmek için benim bulabildiğim tek araç kitaplar oldu. bu yolculuğu daha verimli kılmak için bir süreliğine edebiyat yerine teori okuduysam da aslında aradığım uzun yolculuğu hep romanlarda buluyorum. çünkü romanlar hemen göstermiyor, hemen söylemiyor hakikati..bekletiyor, uzatıyor, örüyor, dokuyor, çiziyor, kaybettiriyor ama sonunda önemli olanın bulmak değil yolculuk etmek olduğunu hatırlatıyor.

kaybolabilmek ve bulunabilmek en önemli iki şey bana kalırsa

hiç kaybolamıyorsak infilak etmek üzere olan bomba gibiyizdir. hiç bulunamıyorsak da artık nerede kaybolduğumuzu bile hatırlamadığımız bir sürgün ruh halinde yaşamaya mahkum oluyoruz. romanlar bu kayboluş deneyiminin araçlarından bir tanesi benim için, bir yaşam simülasyonu. bir süreliğine başka bir dünyaya gitmek istediğimde, düşünmemek ya da sorun çözmemek istediğimde o romanlardan birini açıp karakterin yaşamına gömülüyorum. çünkü belki de esas olan eşlik etmektir hikayelere. çözebileceğimiz o kadar da büyük şeyler yok bana kalırsa yaşamda. ister hayali düzlemde isterse gerçeklik düzleminde olsun, yaşamımız bir öyküden mahrum kaldığında, öykümüzü ne yolla olursa olsun anlatamadığımızda ya da aslında onu kimse dinlemeye, okumaya çalışmadığında biraz yalnız hissediyoruz. ben eminim ki çoğu roman yazarı da yalnızlıklarını yazıyorlar. sanırım romanlara karşı benim içimdeki empati bir zamanlar hissettiğim derin yalnızlığımı romanlarda yeniden anımsamaktan ileri geliyor. sessizlikte yazılan cümlelerin ne kadar değerli ve güçlü olabildiğini görüyorum roman okurken. gerçekten de güçlü uyuşturucular kadar yaşamdan uzaklaştırıcı birer keyif aracı romanlar ve ne beynimize zarar veriyorlar ne de yaptıkları bağımlılık tehlike verici. sanatın en güzel biçimi bana kalırsa edebiyat.