Salon Basketbolundan Çok Daha Farklı Kuralların İşlediği Bir Spor Dalı: Sokak Basketbolu

Sokak basketbolunu genel hatlarıyla anlatan bir yazıyı derledik.
Salon Basketbolundan Çok Daha Farklı Kuralların İşlediği Bir Spor Dalı: Sokak Basketbolu
iStock

sokak basketbolu çok önemli bir hadisedir

özellikle amerikalılar için erkekliklerini ispat etme raconu; sokak basketbolunda, yeteneğine bakılmaksızın mücadele etmek, yenilsen de savaşmak ve her şeyden önemlisi trash talk'ta başarılı olmaktır. şu anda nba'de oynayan birçok oyuncu sokak basketbolundan değil, lise ve kolej basketbolundan yetişse de, aralarında sokak basketbolu efsaneleri de yok değildir.

sokak basketbolunda faule itiraz olmaz

bir kere başlarsa itirazlar sonu gelmez çünkü. bir yerden sonra olay inada biner, oyunun boku çıkar. o yüzden faul yapmadığınıza yüzde yüz emin de olsanız faule itiraz etmeyin, zayii farzedin bu topu da, oyunun zevkini çıkarın. haftada bir gün sadece pazar akşamları istanbulda yıldız üniversitesi veya conradın önü veya abbasağa parkında, izmirde alsancak atatürk kapalı spor salonu önünde, karşıyaka sahilde, güzelyalı sahilde 2-3 saat oynayarak hem yeni dostluklar kurabilir, hem de tüm haftanın stresini, sözlükte çaylağa düşmenin acısını, patronun ulu orta yerde hem de haksız yere sesini yükseltmesini, hocanın 49 ile dersten bırakmasını, bütün tatil her yerde sadece serdar ortaç çalmasını, hepsinin acısını 3 saatte çıkartabilirsiniz.

sanılanın aksine sokakta iyi oynayan takımda veya profesyonel oyuncu sokakta da iyi oynar diye bir kural yoktur (istisnalar kaideyi bozmaz: allen iverson)... sokak basketbolu ve profesyonel oyun oldukça farklıdır. bir kere en basitinden sokak basketbolu genellikle tek pota da oynanır. kurallar bile değişiklik gösterebilir. tek bir amaç vardır, eğlenmek (yenmek sabit zaten, yensen de yenilsen de eğlenmek). gösteriye dayalıdır sokak basketbolu. hele ki saha kenarına parka köpeklerini gezdirmeye gelmiş 2-3 güzel bağyan da varsa görün bakın ne hareketler döner sahada.

aklıma gelmişkten bir zamanlar reebok blacktop, adidas streetball idi, sırf verdikleri formalar için bile katılınırdı, hey gidi günler.


bence sokakta en zevkli mevki oyun kurucudur: ya atar, ya da attırır

en sevmediğim mevki ise pivot sanırım. boyunuz 1.80 üstü olan kişileri genelde pivota koyarlar, zira sokaklarda boy ortalaması sahayla kıyaslandığında pek düşük kaçar. sonra bu pivottan sadece top beklemesini ve ribaund almasının beklerler. ama pivot olmak için uzun olmanın yetmediğini bilmezler mi, sonuç olarak sevmiyorum kardeşim pivot olmayı. forvet dediğimiz kesim ise sahada belki de en rahattır, sokakta istediği pozisyona geçebilir kısa süreli olarak, ister posta geçer, bazen oyun kurar, bazen içeri dalar.

genellikle tanımadığınız adamlarla oynarsınız, hatta bazen kızlarla bile oynarsınız, bu kızların genelde şutları çok iyi olur, bazen amerikalılar siyahlar falan denk gelir, bunların fizik gücü uzaktan gözüktüğü gibi gerçek, oldukça yüksektir ve genelde sert oynarlar, o yüzden çok yakın savunmayın. kimin iyi kimin kötü oynadığını asla anlayamazsınız, fizik kıyafet ayakkabı vs hiçbir şey ifade etmez. 1.90'lık yapılı, formalar içindeki adam sürekli top kaybederken; mühendis tipli kısa boylu saç sakal darmadağın, altında kotu olan adam üçlükten yüzde yüz ile oynayabilir.

sokak basketbolu ile ilgili başucu eseri white man can't jump isimli, wesley snipes'ın başrolünü üstendiği filmdir. baskete çıkmadan önce şiddetle bunu izlememenizi tavsiye ediyorum. zira o hareketlerini yapamadığınız yetmiyor gibi bir de elaleme rezil oluyorsunuz.

son olarak, salonda parkede spotların altında tek pota 6 kişi oynamak ile ağaçların arasında veya sahile karşı beton veya asfalt zeminde 6 kişi oynamak kıyaslanmaması gerek şeylerdir. sokak basketbolu sokakta oynandığı sürece zevklidir. izlemesi bile zevklidir. salonda neden bilmem, pek bir zevki olmuyor. rüzgarı yaşamalı, temiz havayı içine çekmen lazım.

önemli dip not: su içmeye en yakın cami, market, benzinciye gidilir.

sokak basketbolu çok yorar, iyi kilo verdirir

g*tü göbeği büyüttük dur biraz ter atalım diye iki haftadır kurtköy yenişehir'de bir parkta basket oynuyorum. şut atarım, biraz ter atarım diye gittiğim her seferinde maç yaparken buldum kendimi. genelde etraftan çocuklar abi oynar mısın diye geliyorlar tamam ama ben koşamam diyorum sonra maçta g*tümden soluyup sağa sola koştururken buluyorum kendimi. 20 küsür sene sonra ilk kez basket topunu elime almama rağmen fena da değilim hani ama ne bacak kaldı, ne diz ne de bilek! muhtemelen baldırı da sakatladım zor yürüyorum. şayet iki hafta her gün maç yapayım garanti 5 kilo veririm ama en güzeli çocuklarla olsa dahi o maç keyfi. basketbolun keyfini hatırladım ve ne diye bu kadar sene oynamadım diye hayıflanıyorum! her belediye her mahalleye en az 2 basket sahası yapmalı. çocuklar hem spor yapar hem de sigaradan filan uzak durur.

Basketbol oynamak neden muhteşemdir?

bu kadar bağımsız değişkenin bir arada olduğu, hızlı ve eğlenceli bir başka spor dalı yoktur. basketbol hem bireysel hem de takımsal başarıyı ödüllendirir. vücudun her bölgesinin kullanılması estetik açıdan nitelikli görüntüler yaratır ve oyuncu açısından zengin bir deneyim sağlar. pek çok detaylı kural içermesi, maç içindeki varyasyonu artırır. aynı zamanda futbol veya voleybol gibi pek çok sporun aksine tek başına da oynanabilir, potanın yüksekliği ve darlığı ile topun her defasında elinizle kaldırmanız gereken 500 gr'lık ağırlığı başlı başına bir challange sebebidir çünkü; örneğin futbolda boş kaleye şut atmanın pek keyfi yoktur. ayrıca takımda pivotundan guard'ına kadar herkesin skora katkı yapması beklenir, herkes sayı atarak yıldız olabilir ve kişisel tatminini yukarıya çekebilir. kimse defansta beklemek zorunda kalmaz. aynı zamanda bu sporu ülkemizde oynayan kesim az çok orta-üst sınıf olduğu için daha centilmendir, insanların oyunda birbirine gereken saygıyı gösterme ihtimali daha fazladır.

küçükken futbol maçlarının çoğuna mahalle abileri tarafından alınmadığım halde az ötedeki basketbol sahasına gidince kimsenin dışarıda bırakılmadığını görür ve şaşırırdım. basketbol maçları mutlaka kişi sayısına göre hesaplanır, sayı fazlaysa tek maç yerine kısa maçlardan oluşan turnuvalar düzenlenirdi. bugün bile türkiye'deki profesyonel futbol takımlarına baktığımızda abiciliğin ve dışlamanın olduğunu hala görürken, basket takımlarımızda yerli-yabancı ayrımı olmaksızın belli bir bütünlük ve arkadaşlığın yaşanmaya devam ettiğini görürüz. bu da bu sporların doğasındaki farkın bir yansıması gibi geliyor bana. sonuç olarak basketbol bir mucizedir, moruklayana kadar oynanması gerekir.