Savaşan İki Tarafın Yok Olmamak İçin Birbirine Atom Bombası Atmaması: Nükleer Caydırıcılık
Nedir?
nükleer caydırıcılık... nükleer silah teknolojisine sahip iki ülke arasındaki bir savaş halinde taraflardan birinin yapacağı bir nükleer saldırının, karşı tarafın aynı şekilde karşılık vereceği ve iki tarafın da tamamen yok olması ile sonuçlanacak, kazananı olmayan bir çatışma yaratacağı esasına dayanır. nükleer silah taşıyan denizaltıların dünyanın dört bir yanında saldırıya hazır bekleme sebebi, karadaki saldırı sistemlerinin tam tahribatı sonrasında bile karşı tarafın imhasını garantilemektir. komiktir ki insan ırkı olarak hala hayatta olmamızın temel sebeplerinden biridir. (bkz: kıyamet saati)
Neden biraz civcivli bir konu?
nükleer caydırıcılık... uluslararası ilişkiler ve siyaset alanındaki hemen her şey gibi fazlasıyla tartışmalı, civcivli ve olası yeni gelişmelerle hakim görüşlerin de değişebileceği bir konu.
mesela on yıl öncesine kadar rahat rahat nükleer silahlara sahip iki ülkenin doğrudan karşı karşıya gelemeyeceğini söyleyenler vardı, ciddi bir itibarı da vardı bu görüşün. işi daha da abartarak nükleer silahların görece dünya barışına katkı sunduğunu iddia edenler de vardı. ki, tamamen haksız sayılmazlar ama bu noktada tek başına nükleer silahlar mı bu caydırıcılığı sağlıyor, yoksa genel olarak savaşların hem maddi, hem insani olarak aşırı derecede maliyetli olması yüzünden mi böyle oluyor onu kestirmek zor.
aslında bu nükleer caydırıcılık meselesinde şöyle bir sıkıntı da var, eyleme geçildikten sonrasıyla alakalı çok bir şey söylemiyor bize. yani tamam, nükleer savaş ihtimali aklı başında insanların göze alabileceği bir risk değil ve bu yüzden haklı olarak tarafların bu korkunç riski göze alamayacakları varsayımında bulunuyoruz bir taraftan. ama diğer taraftan da çok manyak bir canlı türüyüz, kollektif olarak her türlü aptallığı yapabiliriz.
diyelim ki ok yaydan çıktı, ilk nükleer füzeler ateşlendi. sonra? artık ortada bir caydırıcılık yok, tersine karşı tarafın misilleme yapma zorunluluğu doğuyor bir bakıma. ve insan gerçekten çok acayip bir yaratık, hemen koşullara adapte olabiliyor. bugün “allah korusun” diyoruz ama yarın başımıza geldiğinde bu sefer karşı tarafı neredeyse tamamen yok edene kadar durmamak konusunda hezeyana kapılabiliriz kolaylıkla. bu konuda kubrick’in dr. strangelove filmi benim anlatabileceklerimden çok daha fazlasını anlatıyor, o yüzden geçiyorum.
ama bir yandan da şu aklıma geliyor: bizim için bu nükleer silah illeti yeni bir mesele sayılır. abd denek olarak japonları seçtikten sonra çok kısa bir süre tek nükleer güç olma ayrıcalığına (!) sahip oldu. neyse ki sovyetler kısa sürede abd’yi yakaladı da bir denge oluşmuş oldu.
peki tamamen varsayım olarak, yakın gelecekte bir şekilde tek bir nükleer hegemon olursa ne olacak?
böyle bir durumda elinde böylesine önemli bir gücü tek başına bulunduran bir devletin bu gücü kullanmasını sınırlandırabilecek çok az mekanizma var aslında. dediğim gibi, böyle bir dönemi çok kısa bir süreliğine yaşadık ve bu kısacık süreçte iki japon şehri yerle bir oldu. öte yandan denge kurulsun diye nükleer silahlara sahip ülkelerin sayısının artmasını desteklemek de çok saçma geliyor bana, çünkü basbayağı içinde yaşadığımız dünyayı bir barut fıçısına çeviriyoruz bu şekilde.
o yüzden bu nükleer caydırıcılıkla ilgili tüm varsayımları her seferinde yeniden gözden geçirmek lazım. robotların ve yapay zekanın insanların önüne geçmesinden de, uzaylı istilasından da çok daha korkunç ve çok daha yakın bir tehdit bu insanlık için. uçan otomobiller nerede kaldı diye yakınırken kendimizi kısa bir süre içinde nükleer serpintilerden korunmak için mağaralara sığınırken bulabiliriz yani.