Semih Saygıner Kariyer ve Yetenek Olarak Dünya Bilardosunda Nasıl Bir Noktada?

Semih Saygıner dünya bilardosunda nasıl bir konumda? Kariyer ve yetenek olarak diğer büyük ustalarla kıyaslaması nasıl? Bu sorular üzerinden bilardoya dair çok fazla şey öğreneceğiniz detaylı bir yazı.
Semih Saygıner Kariyer ve Yetenek Olarak Dünya Bilardosunda Nasıl Bir Noktada?

semih saygıner "dünya klasmanında 5. ise neden dünya şampiyonu olarak anılıyor?" şeklinde çokça sorulmuş. bir de, diğer büyük ustalarla kıyaslamasını merak edenler olmuş, kariyer-yetenek olarak vs... yani semih saygıner'in dünyada bu sporun neresinde konumlandığı merak edilmiş gördüğüm kadarıyla.

peki, o halde; uzunca bir süredir müsabık olmayan* bir üç bant bilardo oyuncusu olarak konuyu biraz aydınlatmaya çalışayım. zira bu gece canım sıkılıyor ve bir şeyler karalamak istedim. hem size kendimce biraz üç bant bilardonun tanımını yapayım, hem de oyunu bu seviyeye getiren özel isimlerden bahsedeyim.

(*istekamı oyunu bıraktığımda satmıştım, italyan bir üreticinin semih saygıner adına ürettiği bir modeldi. sonra tekrar döndüm fakat bu euro kuru ile iyi bir isteka almak hayal olmuş. geçmişte 1500 euro bandında alabildiğimiz istekalar şimdi 25 bin tl. bir tahta parçasını bile alamaz hale gelmemize ve buna sebep olanlara, -en azından bu yazıda- değinip keyfinizi kaçırmak istemiyorum, yoksa söyleyecek çok sözüm var, neyse.)

öncelikle turnuva organizasyonları konusuna değinelim

uluslararası resmi 3 bant bilardo turnuvaları yakın geçmişe kadar dünyada sadece umb (union mondiale de billard) tarafından organize ediliyordu. birkaç sene önce güney kore'de lg falan gibi dev firmaların sponsorluklarıyla adı pba tour olan yeni bir oluşum başladı.

hem türkiye'den, hem de dünyadan heyecan ve kazanç arayan bazı oyuncular güney kore'deki bu yapılanmada bulunmayı seçti. çünkü kore, son dönemde bu oyunun lokomotif ülkesi ve cazibe merkezi haline gelmiş durumda. 3 bant bilardoyu çok seviyorlar, çok sayıda iyi oyuncu yetiştiriyorlar ve bir o kadar da güçlü markaları var. (kore 3 bant bilardoyu neden bu kadar seviyor diye sorarsanız, 80'lerde ve 90'larda efsane olan bir oyuncuları vardı; sang lee. semih saygıner'in türkiye'deki bilardo gelişimine verdiği katkının bir benzerini de sang lee orada yapmıştı. kendisi 2004 yılında, genç yaşta hayatını kaybetti ama koreliler ondan kalan mirası hiç kaybetmediler.)

sonra umb, kore'deki bu organizasyona gidenleri 'ayrılıkçı' olarak tanımladı ve bu bilardocuları kendi organizasyonlarından ban'ladı. büyük çoğunluk şimdilik umb'de eski usul devam ediyor, semih saygıner de bu sporculardan biri.

mesela 'bana göre' tüm zamanların en komplike oyuncusu olan frederic caudron, kore'deki bu organizasyonda oynamayı seçti ve haliyle artık onu umb'nin turnuvalarında göremiyoruz. özel bir turnuvada denk gelmezlerse caudron-saygıner maçını bilardoseverin izleme ihtimali yok yani. geçmişte oynadıklarının videolarıyla yetineceksiniz mecbur. 

pba ve umb arasında yakın gelecekte bir fikir birliği sağlanır ve bu ayrışma hallolur mu, bir fikrim yok açıkçası. umb maddi anlamda daha cazip olanaklar sunmadıkça zor diyorum.

biz umb'nin klasmanını esas alarak konuşalım. çünkü kore'de tam olarak ne oynandığını ben de anlayamıyorum. oyuna heyecan katacağız, yenilik yapacağız diye pembe renkli bir masanın başına bidünya oyuncunun doluştuğu garip maçlar görüyorum. sayı alınınca acayip müzikler çalıyor, konfetiler patlıyor falan. tipik uzakdoğulu marjinalliği işte... biz dört kişi eşli bilardoyu, benzer ambiyansla en son sene 95'de çift kaşarlı tost yiyerek, hesap kitlemeli oynuyorduk sayın koreliler. napıyorsunuz allasen? genel olarak biraz saçmalıyorlar gibi geldi sanki, bilemedim.

umb'nin senelik takviminde 4-5 civarı uluslararası bireysel resmi turnuva düzenlenir. bu ayakların her birine de world cup denir. birincileri 80, ikincileri 54, üçüncüleri 38 puan alır. dördüncü, beşinci bu şekilde puanlar azalarak devam eder. bu world cup'lardan birini kazanırsanız kendinize son dünya şampiyonu demenize teknik olarak engel bir durum yoktur. avustralya açık'ı veya wimbledon'ı kazanan bir tenisçiye dünya şampiyonu demekten bir farkı yok. veya bir satranç oyuncusu herhangi bir turnuvada magnus carlsen'i yenerek turnuvayı kazansa ve kendini dünya şampiyonu olarak tanıtsa, bu orada garipsenir mi bilemiyorum artık, ama burada böyle işliyor konu. sorun umb'nin senede 4-5 kez düzenlediği bir turnuvaya "world cup" ismini koymasında sanırım.

mesela ben de adı 'world cup' olan bir şey kazansam, en az 35 sene dünya şampiyonuyum diye dolanır mıyım? kesinlikle evet. semih saygıner de dahil herkes böyle yapıyor zaten.

haklarıdır ve haklılar da... çünkü boş verin bir world cup kazanmayı, turnuvanın ana tablosundan (son 32) önceki qualification turuna erişebilmek için bile, satranç terminolojisiyle konuşmak gerekirse "grandmaster (büyükusta)" seviyesinde olmanız gerekir.

arkadaşlar kısaca özetlemem gerekirse 3 bant bilardo bir ruh hastalığı uğraşısıdır ve başarılı olanlar ruh hastasıdır. mesela ben de kendimce senelerin iddialı bir ruh hastasıyım, 20 senedir derealizasyonla ve türlü dissosiyatif bozuklukla falan yaşıyorum, fakat yeteri kadar obsesyon geliştiremediğim için başarılı olamadım. anlayacağınız bu oyun için normal kaldım lanet olası.

3 bant bilardo "sola dosis facit venenum" yani "zehri, şifadan ayıran dozudur" sözüyle tanımlayabileceğim bir salon oyunu, bir bilardo disiplini. sonsuz ihtimaller havuzunda en iyi kararın ve dozajın arandığı, zihninizden geçirdiğiniz mikronluk ayarları beden koordinasyonunuzla masaya dökmeniz gereken bir psikomotor challenge'ı kısaca.

spor mudur, değil midir sorunsalı umrumda değil. ki bence spor da değil, sadece kahvehane oyunu yaftasından kurtulabilmek için 25 senedir spor diyoruz, çaktırmayın. aslında 18.yy fransasında doğmuş; yarışmacılarının jilet gibi giyinip, papyon falan takarak oynadıkları seçkin bir salon oyununun itibarını neden biz savunmak durumunda kaldık, onu da hiç anlamadım. ha, başarı istiyorsanız gerçekten bir sporcu disipliniyle çalışmalısınız, zira aksi mümkün değildir.

13 yaşımda istekayı ilk elime alışımdan şu an bulunduğum 41 yaşıma kadar, -dönem dönem kopsam da- geçen 28 senede net olarak anladım ki; 3 bant bilardo "imkansız" bir oyun. im-kân-sız.

masada kaybolursunuz ve oyun herkesi sırayla yener. bu kadar. zaten deyim yerindeyse 3 bant bilardoya 'bulaşan' ve dinamiklerini çözmeye çalışan meraklı bir zihnin onu bir hayat boyu terk edemiyor oluşu da, bu imkansızlığın cazibesiyle alakalı. tam olarak platonik bir durum.
yani oyun zorluğuyla yıldırsa da, küstürse de bir süre sonra bumerang gibi dönersin ve bu döngü biteviye tekrar eder... (bak anlatırken bile yükseliyorum farkında mısın?)

neyse turnuva mevzusuna döneyim

bir de senenin en sonunda adına world championship denilen bir turnuva daha düzenlenir. birincisi 120, ikincisi 81 falan gibi yüksek puanlar alınır bundan. mesela pandemi nedeniyle bu 2021 world cup'larının sonuncusu ile championship turnuvası peş peşe yapıldı mısır'da. semih saygıner son world cup'ı kazandı, peşinden yapılan championship'de başarılı olamadı. murat naci çoklu ise championship'de dick jaspers'la final oynama başarısı gösterdi ve klasmanda 7.liğe kadar yükseldi, semih de 9.luğa düştü. tayfun taşdemir 11. sırada.

(2023 edit'i: tayfun taşdemir 2022 championship turnuvasını ve 2023'ün ilk world cup ayağını kazanarak müthiş bir çıkış yakaladı. edit'i yazdığım an itibariyle genel klasmanda 3.lüğe kadar yükseldi. bunun haricinde, semih-tayfun ikilisi milli takımlar dünya şampiyonu oldular. türk oyuncular üst üste 3.kez bunu başardı ve milli takımlar genel klasmanında türkiye 1. sıradaki yerini perçinledi.)

genel klasman oluşturulurken sporcuların kendi ülkelerindeki resmi sıralamalarından da çeşitli puanlar eklenir. geçmiş yıllardaki world cup'lardan gelen bazı puanlar da çeşitli baremlerle geçerliliklerini bir müddet korurlar. böyle dandik bir organizasyon yapısı ve karmakarışık bir puanlama sistemi vardır umb'nin. zaten doğru düzgün bir para da yoktur bu turnuvalarda. hatta top seviye bir oyuncu değilseniz cebinizden harcayarak gidersiniz onca ülkeye. durumunuz iyiyse tatil falan gibi işte... genel klasman'da birinci olsan ne oluyor, olmasan ne olmuyor belli değil. güzel bir sayı mı aldın amk? al sana parmak şıklatması bolca...şık şık şık...idare ediver.

milli sporcuysanız, yani bir önceki senenin türkiye klasmanını ilk 4 içerisinde bitirdiyseniz türkiye bilardo federasyonu masraflarınızı üstlenir, ayrıca senelik düzenlenen uluslararası milli takımlar turnuvalarında ülkeyi temsil hakkını elde edersiniz. bu arada semih saygıner'in 2021 yılı türkiye klasmanını ilk dörtte bitiremediğini not düşersek, bu 'sporun' ülkede ne denli rekabetçi oynandığını ve hangi seviyede olduğumuzu daha net anlatmış oluruz. semih usta 2021 yılını türkiye'de beşinci bitirebildi.

bir de belçika, hollanda, almanya gibi ülkelerde düzenlenen özel ligler vardır. bu liglerde marka sponsorluklarıyla kurulan takımlar haftalık, aylık karşılaşmalar gibi yoğun sayılabilecek maç takvimleriyle faaliyet gösterirler ve oyuncularına bir miktar gelir sağlarlar. türkiye'den de birçok oyuncu bu liglerin birinde veya birkaçında oynamaya devam etmektedir.

yani bilardodan para kazanmak falan pek sağlıklı kafayla kovalanacak iş değil. oyunu çok sevmeniz lazım... hayatınızı buna adamışsınızdır, hatta masaya baktığınızda toplar ve çuha değil, küpeştedeki her benekten fışkıran sayısız formülasyonları ve matrix rakamlarını falan görüyorsunuzdur, artık transcendental bir seviyeye eriştiğiniz için haliyle bir isminiz vardır ve bilardo malzemeleri üreten 3-5 firma size sponsorluk verir; seyahate de engeliniz yoksa bir ligde git-gel oynar durursunuz. eh işte.. bunlarla geçinirim diyorsanız deneyin. anlayacağınız milletin kore'ye kaçtığı kadar var yani. diyeceksiniz ki, hobi olarak oynasınlar. ok. hobi olarak oynanır da, bu seviyelerde oynanmaz.

neden oynanmaz, yine satrançtan örnek vereyim

bizim çocukluğumuzda büyük şampiyon kasparov vardı hatırlarsınız. en son bilgisayarları falan dövmeye soyunduydu... o adam şu an hala sağ ve üstelik yaşlı falan da sayılmaz, ama artık büyük turnuva rüyasında bile kazanamaz değil mi? neden? çünkü hesaplama gücü taze beyinlerle yarışamaz.

şimdi kasparov'un da, karpov'un da, spassky'nin de, fischer'in da hesaplama güçlerinin düşmediğini ve bir türlü yaşlanıp, ölmediklerini hayal edin. üstelik aradan geçen 30 senede hala kendilerini geliştirmeye devam ettiklerini ve bir de bunların içerisine her sene grand master seviyesinde bir veya birkaç genç katıldığını. alın size uluslararası arenada 3 bant bilardonun zorluğu...

kim ilgilenir olm böyle bir hobiyle? olmaz olsun böyle hobi. bununla ancak hayatını adayanlar ilgilenir ve bunun karşılığında da ortada para olması gerekir.

ha semih saygıner neden kore'ye katılmadı derseniz, sanırım türkiye bilardo federasyonu'na bilardoya dönme sözü verdiği için gidememiş olabilir, veya eşi şenay gürler hanımefendi de bu fikirden hoşlanmamış olabilir, bilemiyorum. bence türkiye'de falan ismini daha fazla yormamalı ve direkt kore'ye gitmeli. çünkü o oluşum usta için biçilmiş kaftan. kore'de 3 bant bilardo milli spor gibi bir şey ve semih'e zaten tapıyorlar.

peki semih saygıner bu turnuvalardan kaç kez kazandı kariyerinde? world cup? championship?

özel turnuvaları falan bir kenara bırakıyorum. çünkü onlardan geçmişte kaç tane kazandığının tam olarak bir kaydı yok. çokça kazandığını şahsen hatırlıyorum. yakın zamanda da kore'de 'survival masters' adında büyük bir özel turnuva kazandı mesela. (uluslararası özel turnuvaların, resmi turnuvalardan zorluk anlamında bir farkı yoktur, bunu da not düşeyim. zaten aynı isimlerle oynuyorsunuz.)

fakat iş resmi turnuvalara gelince tablo kendi denk rakiplerine nispeten o kadar parlak değil. bunu da söylemek lazım. semih saygıner senede 4-6 defa düzenlenen bu world cup'lardan toplamda 7 kez kazandı. torbjorn blomdahl'ın 44, dick jaspers'ın 25, frederic caudron'un 21 kez kazandığını belirtelim.

(usta'nın bilardoya ara verdiği 7 senelik dönemin de daha fazla turnuva kazanamamasında etkisi var tabii ki, ancak bana sorarsanız zaten kariyerinde bir düşüş döneminde bırakmıştı.)

bu arada, tayfun taşdemir ve murat naci çoklu'nun 2'şer kez, adnan yüksel ve yılmaz özcan'ın da birer kez bu kupayı kaldırdığını, lütfi çenet'in de birkaç defa finalden döndüğünü ekleyelim.

bunların haricinde milli takımlar düzeyinde de birkaç defa hem avrupa hem de dünya şampiyonluğumuzun olduğu bilinmesi gerek.

yani türkiye, 3 bant bilardo dünyasını belçika ve güney kore ile beraber domine eden birkaç ülkeden biridir. bilhassa son federasyon yönetiminin yenilikçi tutumlarının da bunda katkısı yadsınamaz. ama en başta bilinmeli ki türkiye'de şu an bu kadar güçlü oyuncular yetişmesine vesile olan figür ve idol sadece semih saygıner'dir.

söylediklerimden semih'ten önce bu topraklarda bilardo yoktu anlamı çıkmasın. bora karatay, hüseyin avni köksal gibi eski ustalarımıza haksızlık etmek istemem. neticede bana da bu oyunu sevdiren, o eski jenerasyonun karambol ustalarından konyalı nihat karakaya'dır. fakat oyunu tümüyle halkın geneline yaymak semih saygıner'in başarısıdır.

peki semih usta ne zamandan beri dünya şampiyonu olarak anılıyor?

90'lı yılların ortalarında ilk world cup zaferlerini kazanmıştı. sonrasında 99 yılında avrupa şampiyonu olmuştu porto'da. (avrupa konfederasyonu olan ceb'in düzenlediği bu turnuvayı 2004 yılında murat naci de kazanma başarısı göstermişti. sanırım avrupa şampiyonası bir süredir yapılmıyor artık.) bir de şu 120 puan veren büyük championshiplerden de bir tane kazanmıştı, 2003 yılında valladolid'de. esasen şampiyonluk sıfatını üstüne basa basa kullanmaya başladığı turnuva budur. netice itibariyle 90'lı yılların ikinci yarısından sonra kendisi bu oyunun büyük ustalarından biri olarak kabul görmüştür.

e peki rakipleri bu turnuvalardan 30'ar, 40'ar kez kazanmışken semih saygıner nasıl oldu da dünyada bu kadar popüler?

kupa sayısı olarak ondan daha başarılı bir dünya oyuncu var diyebilirsiniz.

çünkü o bu oyunun yarı-tanrılarından. s*ktir edin şimdi kupa sayısını falan. o heyecan verici bir oyuncu. o bu oyunun ronaldinho'su. dünya'nın neresinde, hangi turnuvada olursa olsun, onun maç yaptığı masa en çok izlenilen masadır, hatta yan masadaki rakipleri dahi onu izlemekten kendilerini alıkoyamazlar. o, masada acayip vizyona sahip bir maji. onun zihnindeki pozisyon varyasyonlarını biz rüyamızda falan göremeyiz. o ezbere oynamaz, denenmeyeni dener, yapılmamışı yapar, düşünülmemişi düşünür.
 a yenilir mi? yenilir, yeniliyor da. ama onu yenmekle ondan iyi olunmuyor. bu basit mantık 3 bant bilardoda pek çalışmaz çünkü...

bakın dediğim gibi 28 senedir bilardo oynuyorum çocuk yaşımdan beri, ondaki vuruş-kol gücünün, o topun içine yüklediği 'kontrollü' momentumun başka bir örneğini hiç görmedim. sizlerin severek izlediği artistik pike-masse vuruşlarından ve gösteri amaçlı yapılan atışlardan falan bahsediyor değilim, o vuruşların biz üç bant oyuncuları için pek bir önemi yok. ben maç içerisinde, gayet normal bir şekilde vurduğu bir topun dahi enteresan bir enerji ve 'istek' ile hareket ettiğini anlatmaya çalışıyorum. deyim yerindeyse sağ kolu hidrolik-pnömatik bir makine gibi çalışıyor. 57 yaşında biyonik adam gibi bir şey. çok özel bir yetenek işte uzatmayayım.

peki neden diğer titanlar gibi defalarca kazanamadı bu turnuvaları?

tek cümleyle; çünkü rakiplerini değil, kendi iç dünyasını yenemedi. başka cevap yok.
anlayışına sığınarak yazmak isterim ki; her röportajında nietzsche gibi konuşmasının sebebi de bu. bilardoyu da bu yüzden bırakmıştı hiç federasyon bilmemne diye anlatmasın. kendi beklentileri altında yine kendi ezildi. kendi mental bariyerini aşmak için kendiyle savaştı. 57 yaşında zıpkın gibi bu vücut 80 yaşını düşündüğü için değil, o da kendiyle olan savaşının bir tezahürü. bu işin psikolojik kısmı zor arkadaşlar öyle sanıldığı gibi değil. herkes çelik gibi sinirlerle doğmuyor, beklenileni verememek bazıları için acayip bir yüktür keza büyük snooker oyuncularının da sıkça psikoterapi aldığı söylenegelir.

işin ilginci kendini aşmaya 57 yaşındayken yaklaşmış olması. kesinlikle normal biri değil. ben bu özel adamı 35 yaşındayken de izledim yan tarafından, alakası yok. şu an her yönüyle çok daha hazır bir durumda.

aslında semih saygıner'i, silmarillion külliyatından bir karakterle özdeşleştirerek vurgulamak istediğim noktayı eksiksiz bir şekilde ifade edebilirim sanırım; o yaratılanların en yeteneklisi feanor'dur. ama bildiğiniz üzere feanor, içindeki sönmek bilmeyen ateşi kontrol edemez ve tanrı morgoth'un üstüne at sürer ve nihayetinde canından olur...
çünkü chosen one olduğunu bilenler hep böyle yapar!..

kişinin seçilmiş ve yetenekli olduğu fikrini ve bununla beraber kendiliğinden gelişen kayıtsız, şartsız "kazanmak zorunluluğu" hezeyanını, -bir başkası yıkmadan- kişinin yine kendi iradesiyle yıkması gerektiği kanaatindeyim. çünkü böylesi bir güdülenme metodu ziyadesiyle toksik diyeyim ve burada hadsiz psikanalizimi sonlandırayım.

fakat o nasıl oynarsa oynasın, ikimizden biri ölene kadar oyununu heyecanla izlemeye devam edeceğim. selam ederim kendisine.

peki az yukarıda neden frederic caudron bu oyunun en iyisidir dedim?

çünkü en büyük ruh hastamız o.

254x127cm ölçülerindeki bu masada oynanabilen tek oyun 3 bant değil. günümüzde unutulmak üzere olan cadre 47/2, cadre 47/1, cadre 71/2, karambol, tek bant falan gibi başka disiplinler de var ve inanın kontrol olarak birçoğu 3 banttan çok daha zor. ve bu caudron denen herif, bu disiplinlerin hepsinde dünya şampiyonu olabilen bir organizma. yani topun tüm tempolarına ve minimal alanlarındaki tüm hareketlerine hakim olabilen olağanüstü bir yetenek.

şöyle söyleyeyim; semih'le beraber 1964-68 doğumlu bu iki oyuncu, eğer ki vaktinde snooker'a başlasalarmış samimi söylüyorum orayı da domine ederlerdi. başka bir 3 bantçı için bunu söylemem ama bu ikisi içinden geçerdi oranın, net. hele ki snooker'ın milyon dolarların kazanıldığı bir oyun olduğunu düşünürsek, bu ikilinin o şartlarda hangi seviyeye çıkabileceklerini ben de tahmin edemem. sky's the limit...

caudron'un umb'den ayrılmasıyla bir anlamda rakipsiz kalan dick jaspers ise bu oyunda kazanmaya en aç adamdır. şu an klasmanda birinci sırada ve ikinciye öyle bir fark atmış durumda ki sanırım kapanması için jaspers'ın kolunun falan kopması gerek. doymuyor, usanmıyor, bal porsuğu gibi bir şey. müthiş bir savaşçı.

3 bant bilardoya aşina bir meraklı değilseniz dick jaspers'ı izlerken zerre zevk almazsınız. çünkü spektaküler bir hareket, yenilikçi bir atış, hayranlık uyandıracak bir isteka hakimiyeti falan yoktur. fakat çıkar, adeta bir android gibi hatasıza yakın oynar, üstün bir per innings ile rakibini parçalar ve sırıta sırıta gider pis herif. büyük oyuncudur, hatta birçoklarına göre en iyisidir.

semih saygıner bu adamdaki sporcu psikolojisinin çeyreğine sahip olsaydı sol invictus misali yenilmez bir güç olurdu o kadar diyeyim. zaten mısır'da finalde bunu yenerek kazanması usta için kupayı ayrıca özel kılmıştır.

madem 3 bant bilardodan konuşuyoruz o halde tabii ki torbjorn blomdahl'den bahsetmemiz gerek. bu oyunun babası torbjorn blomdahl'dır. eğlenerek, gülerek, zevk alarak oynayan bu relaks adam 90'ların başından itibaren adeta oyunun kendisini değiştiren isimdir. basketbolda mj ne ise bizim dünyamızda da blomdahl odur.

bir önceki antik dönemin ustaları raymond ceulemanslar, ludo dielisler, sang leeler, nobuaki kobayashiler kuşağından bayrağı devralıp oyunu bu seviyeye çıkarmıştır. blomdahl defosu, eksiği olmayan bir oyuncudur. semih saygıner'e sorsak belki bu şekilde söylemez ama bence onun da karşılaşmaktan en çekindiği isim hala blomdahl'dir.

fakat bu jenerasyonun da yaşı yavaş yavaş gelmekte artık

30 senedir sahnede olan ve yukarıda değindiğim gibi bu süreyi sürekli gelişimle geçirmekte olan bu isimlerin eriştikleri vizyon eşsiz bir seviyede olmakla beraber, büyük çoğunluğu kore'den fırlayan gençlerin bunları sık sık tokatlayabilmeleri de günümüzde rakamsal formülasyonların inanılmaz derecede çeşitlenmesiyle ve bu tekniklere erişimin kolaylaşmasıyla alakalı olsa gerek.

bu arada korelilerin birçoğu fazla yetenekli fakat, 1998 doğumlu cho myung woo adındaki velete ayrıca değinmemiz lazım; ben bu bacaksız gibi 19-20 yaşında, top seviye oyunculara karşı böyle üstün maçlar çıkarabilen bir yetenek ne gördüm, ne de duydum. yakın zamanda ülkesindeki zorunlu askerlik hizmetine katıldığı için bir süredir ortalıkta görünmüyor, ama dönüp biraz daha piştiğinde, -eğer psikolojisi de error vermezse- ilerleyen yıllarda tüm zamanların en iyi 3 bant oyuncusunun yetişmesine şahit olabiliriz.

yani anlayacağınız, oyun 10 senedir başka bir seviyeye çıktı. maymun gibi oturduk, çocukları izliyoruz öyle. bu bağlamda, semih saygıner'in bilardoya 7 sene ara vermesinden sonra, tekrar dönüp bir turnuva kazanabilmesi de aslında bu yüzden şaşırtıcı. çünkü ne oyunun kendisi bıraktığı yerde kaldı, ne de rakipleri... ama o bunca araya rağmen tekrar kupa kazanabiliyor işte, büyük yetenek demiştik değil mi?

isteka dediğimiz nesneyi en net kullanan ve topa en net vuran isim ise dani sanchez'dir. eşi benzeri olmayan acayip bir limaj ve vuruş netliğine sahiptir. onu izlerken çok şey öğrenirsiniz, çünkü 'ders' gibi oynar. zaten onlarca turnuva kazanmış büyük şampiyonlardandır.
çok az kişi hatırlar ama oyuna en çok yakışan, en şık, en klas oyuncu benim için raimond burgman'dır. son oldschool. fakat kendisi uzunca bir süredir ortalıkta yok. alkolizm mevzuları.

aslında değinilmesi gereken o kadar, o kadar enteresan isimler var ki buraya yazmakla bitmez

hangi birini anlatayım?

eddy merckx'in kendine has acayip oyun stilini ve soğukkanlılığını mı, marco zanetti'nin çirkefliğe varan agresyonunu mu; yoksa, genç yaşında dünya şampiyonu olduktan sonra, sağ kolundaki titremeyi durduramadığı için sol eliyle oynamaya başlayan ve birkaç sene sonra bu seviyeleri tekrar yakalayan filippos kasidokostas gibi arızaların hikayesini mi anlatayım?..
netflix hepsine belgesel çekse oturur izlersiniz.

oyunun tanrısını zaten kimse inkar etmez, o raymond ceulemans'dır. yukarda saydığım ve saymadığım onlarca übermensch'i doğrudan veya dolaylı yoldan yetiştiren de bu adamdır. zaten semih saygıner'in camiaya gökten zembille inişi 1992 yılında ceulemans'ı yenişiyle olmuştur. 1937 doğumlu bu dede, yakın geçmişe kadar eğlence amaçlı düzenlenen özel turnuvalarda ara ara boy gösteriyor ve şok edici bir şekilde hala çok güzel oynuyordu. 84 yaşında elden ayaktan düşmediyse beni avans vererek yener, hatta gelinlik giydirip ormana atar diyebilirim. 2001 yılında 63 yaşında world championship kazanabildiğini unutmamak gerek. zaten onun tek başına domine ettiği onlarca yıllık periyodu bir başkasının tekrarlaması mümkün değil.

benim favori türk oyuncum murat naci çoklu'dur. gıpta edilecek bir rahatlık içerisinde, çok yüksek bir ofansif güçle rakibini adeta parçalayan bu centilmen oyuncumuzun maçlarının seyri çok keyiflidir. şiddetle tavsiye ederim. adnan yüksel'i de bir o kadar beğenirdim fakat kendisi kore tayfasına katıldığı için pek takip edemiyoruz artık.

semih saygıner'den sonraki grand master'ımız 15-20 senedir tayfun taşdemir'dir. onun da alamet-i farikası odaklanma ve konsantrasyon becerisidir. son zamanlarında birkaç maçını kenardan canlı izledim ve diyebilirim ki tayfun taşdemir'i yenmek, semih saygıner'i yenmekten daha zor. ofans ve defans arasında öyle bir denge kuruyor ki, öyle karot varyasyonları geliştiriyor ki zaten rakibi maça bile giremeden o oyunu koparmış oluyor. sık sık, bu adamı yenmek imkansız hissine kapılıyorum diyebilirim.

neyse

bilardo oynayın arkadaşlar, hatta çoluğunuza çocuğunuza, eşinize dostunuza oynatın ve bu mümkünse bir süre sonra 3 bant seviyesi olsun. sorun çözebilme becerileriniz artar, konsantrasyon yetenekleriniz gelişir, her şeyden öte kendinizle tanışma fırsatı bulursunuz. oynayınız...

"almanlıktan aldığım tadı başka hiçbir şeyden almadım...belki bilardo..."