Sinemayı Bir Sanat Haline Getiren, Bugün Bilen Fazla Kişinin Kalmadığı Yönetmen: D. W. Griffith

Sinemayı ne kadar değiştirdiğinin farkında bile olmadan ölen bu enteresan üstadı hatırlayalım.
Sinemayı Bir Sanat Haline Getiren, Bugün Bilen Fazla Kişinin Kalmadığı Yönetmen: D. W. Griffith

david llewelyn wark griffith: yönetmenlerin zeus'u, sinemayı sanat yapan karanlık yetenek

kendisi pek kabullenmese de, birçok otorite ve yönetmene göre yalnızca fast-food gibi tüketilmek ve reklam için üretilen sinemayı, bir anlatım aracına, üzerine düşünmeye değer bir ortama ve dünya görüşünü açıklamaya elverişli yeni bir sanat diline dönüştürdü.

charlie chaplin'in deyimiyle, "hepimizin ilk öğretmeni".

1875'te albay bir babanın (jacob wak griffith) yedi çocuğundan biri olarak doğdu. babası amerikan iç savaşı'nın mağlubu olan konfederasyon ordusunda görevli galli kökenli bir süvariydi. birlik ordusundan atılan bir top güllesi ile sakat kalıp savaşamaz hale geldikten sonra ordudan emekli edildi ve savaş bittikten sonra konfederasyona bağlılığını her fırsatta dile getiren bir siyasetçiye dönüştü.

çocukluğu boyunca babasından savaş hikayeleri dinleyerek büyüyen yönetmen, edebiyat ve sanata merak sardı sarmasına ama abd'nin güneyinde o dönem son derece normalleşmiş olan ırkçılık geleneğini de edindi ve bunun etkisinden hayatı boyunca çıkamadı.

1890'da 15 yaşındayken babasının ölmesi ile genç griffith, kitap evlerinde, kütüphanelerde çalışarak para kazanmaya başladı ve aynı dönem bir tiyatroda görev almaya başladı. tiyatro sahnesinde pek fazla şans bulamayan yönetmen sahne arkasına geçip yazar olma kararı aldı ve new york'a taşındı. o dönem henüz yeni yeni konuşulmakta olan sinema endüstrisine kapağı attıktan sonra peş peşe sinema filmleri çekmeye başladı. kalitelerine pek aldırış etmeden neredeyse haftada dört kısa film çekmeye başladı. bunların çoğu, klasik masallar, dini kitaplarda anlatılan kısa öyküler ya da tarihi bazı olaylardan oluşmaktaydı.

1915 yılında sanat sepet çevrelerinde meşhur olduktan sonra kolları uzun metraj bir film için sıvadı ve thomas dixon'ın hem roman, hem de tiyatro oyunu olarak kaleme aldığı the clansmen adlı kitabının bir uyarlaması olan the birth of a nation (bir ulusun doğuşu) filmini çekmeye başladı.


amerikan iç savaşı döneminde ve sonrasında zıt görüşlü iki aileyi anlatan the birth of a nation, 1915 yılına göre inanılmaz uzun, inanılmaz pahalı, inanılmaz merak uyandırıcı bir yapım oldu. döneminin rekor ücreti olan 110.000 dolara çekilen film, 20 milyon dolar hasılat yaptı. ilk gösterime girdiğinde bilet fiyatı 2 dolar olan film tam 15 yıl boyunca sinemalarda gösterildi. filmde teknik olarak ilk defa denenmiş ve başarılı bulunmuş, pan, gece çekimi, panaromik çekim, yüzlerce figüranın yer aldığı savaş sahneleri gibi teknikler de vardı. bu bir anlamda, daha sonraki sinema filmlerine teknik olarak öncülük ettiğinin kanıtıdır.

fakat bütün teknik ve sanatsal başarısını gölgede bırakan bir şey daha vardı ki, the birth of a nation olağanüstü derecede ırkçı bir filmdi. ku klux klan'ı kutsayan, iç savaş sonrası ülkenin kahramanları gibi gösteren, siyahileri tecavüzcü, katil ve vahşi olarak tasvir eden bir filmdi. griffith o kadar ırkçıydı ki, filmdeki siyahi karakterler için siyahi oyuncular oynatmadı bile. bayağı bayağı yüzü makyajla kahverengine boyanmış beyaz oyuncularla çekime devam etti. 1970'lerde dahi ku klux klan kendi örgütüne üye toplamak için bu filmi kullanıyordu.

beyaz saray'da ilk defa gösterime giren film, o dönem abd başkanı olan ve güneyli bir diğer ırkçı woodrow wilson tarafından çok beğenildi. hatta film hakkında, "bu film görüntüyle yazılmış bir tarihtir ve maalesef hepsi çok doğru." gibi bir yorumda bulundu. ne var ki, başkan wilson özellikle abd'nin kuzeyinden gelen tepkiler üzerine çark etti ve böyle ifade kullanmadığını ve ırkçı olmadığını anlatan bir basın açıklamasında bulundu.

bir yıl sonra, d. w. griffith kendisine yöneltilen eleştirileri pek de umursamadı ve ikinci büyük başyapıtı intolerance (hoşgörüsüzlük) çekimlerine başladı. ilk filmine göre çok daha uzun, çok daha pahalı ulan bu film 4 paralel dini ve tarihi hikaye ile insanlık tarihinde hoşgörüsüzlük kavramını ele alan bir epik yapımdı. perslerin babil işgali, isa'nin çarmıha gerilmesi, ortaçağ ingiltere'sindeki büyük protestan katliamı ve suç kavramı üzerine bir melodram olarak dört bölüme ayrılan film, o dönem için korkunç büyük bütçe olan 2 milyon dolara çekilmiş ve yaklaşık 3.5 saat uzunluğuna ulaşmıştır. 1500'den fazla figüran, dev sahne dekorları, pahalı kostümleri, müthiş kalabalık oyuncu ve set ekibi ile rekordan rekora koştu.


fakat film hem zor ve rahatsız edici sahneleri hem uzunluğu hem yönetmenin kötü şöhreti hem de siyahilerden sonra ağır bir yahudi düşmanlığı yapması sebebiyle gişede battı, hatta yapımcısı 20th century fox'u bile batırma noktasına getirdi.

işler bu noktadan sonra d.w. griffith için pek de iyi gitmedi ve yönetmenin talihi tersine döndü. intolerance battıktan sonra yönetmen kendini önce alkole verdi daha sonraları da yanlış yatırımlar yüzünden parasını büyük oranda kaybetti. aynı dönemde time dergisinde kendisi hakkında 'parasını hızlı ve dengesiz harcadı' manşeti bile atıldı.

1930'lara geldiğimizde yönetmen ilk sesli filmi olan abraham lincoln'ü çektiğinde, çağdaşları olan john ford, charlie chaplin, cecil demille, frank capra gibi yönetmenler hem teknik hem anlatım açısından kendisine çoktan tur bindirmeye başlamıştı. bu sanatsal yetersizlik ve yoksulluk durumu yönetmende ağır bir alkol bağımlılığı ve depreson hali yaratmış olacak ki son yirmi yılını tam bir inziva halinde tek başına geçirdi. 23 temmuz 1948'de hollywood'daki evinde beyin kanaması sonucunda öldü.


sinemayı ne kadar değiştirdiğinin pek de farkında olmayan bu efsane yönetmen, bir defasında oscar ödüllerini dağıtan sinema sanatları ve bilimleri akademisi'nin adını duyduğunda 'sinema sanatları ve bilimleri akademisi mi? ne sanatı? ne bilimi?' diye tepki vererek sinemanın bir sanat ya da bilim ile ilgili bir akım olabileceğine anlam bile verememişti.

d.w. griffith bu inişli çıkışlı hayatı sonlandığında bile her ne kadar alkolik, azılı bir ırkçı, kaba saba bir herif olsa da kendi ülkesinde her zaman anısına saygıda kusur edilmeyen bir yönetmen oldu. amerikan yönetmenler birliği (dga)'nın verdiği en prestijli ödül olan 'ömür boyu başarı ödülü' 1953'ten 1991'e kadar d.w. griffith award olarak anıldı, amerikan posta servisi anısına pul bastırdı, hollywood yıldızlar caddesindeki kaldırıma ismi kazındı.

"sinema d.w. griffith ile başlar, kiarostami ile sona erer." - jean luc godard