Sözünü Asla Sakınmayan Yazar: Boris Vian'ın Edebiyatı Üzerine Düşündürücü Bir Kritik

Günlerin Köpüğü ve Mezarlarınıza Tüküreceğim gibi eserleriyle tanınan Boris Vian'ın sanatı üzerine nitelikli bir yazıyı aktarıyoruz.
Sözünü Asla Sakınmayan Yazar: Boris Vian'ın Edebiyatı Üzerine Düşündürücü Bir Kritik

"hayatta önemli olan, her şey hakkında önyargıya varabilmektir. çünkü görüldüğü gibi topluluklar haksız ve kişiler her zaman haklıdır. her hangi bir yaşama kuralı çıkarmamalı bundan: kurallar deyim şekline dönüşmeden bile bağlanılacak güçte olmalıdır. var olan iki şeydir aslında: biri her şekilde ve bütün kızlarla sevişmek, öteki de new orleans ya da duke ellington'un müziği. geri kalan her şey kaybolmalıdır."

burada yazılı her satırı, şahsi vian fanatizmimin uslanmazlığı, uzlaşmazlığı, sınır tanımazlığı ve yüzsüzlüğü ile birlikte/yanı sıra, insan vücudunun ve üzerinde tepinip durduğumuz dünya adındaki sefil (rus damarım kabardı) gezegenin üç çeyreğinin, biri yakıcı diğeri yanıcı iki elementin kendi kimliklerini yadsıyarak oluşturduğu bozunumla ancak meydana getirebildiği, doğanın ta kendisi olmakla birlikte neredeyse doğa üstü olan "su" adını verdiğimiz varlıkla dolu oluşu sayesinde yaşayabildiğimiz gerçeğini göz önünde bulundurarak okuyunuz.

vian'ın eline belli uzunluklarda iki adet misina verse ve bunlardan birinin çıplak bir kadının meme ucuna, diğerinin de bir sosyoloğun monoklunun zincirine bağlı olduğunu söyleyecek olsa idik, ona ve birbirimize soracağımız soruyu ("sizce hangisini seçerdi?") hiç beklemeden önce meme ucuna bağlı olanı çekerdi.

çünküsü, vian'ın temelde primitif, somut ve yer yer de kösnül olanı her daim en gerçek bulmasıdır. bir elin parmaklarından fazla sayıda katmana sahip olan kişiliği ve yaşam (bkz, sanat demiyorum) anlayışı, her daim ve aslında sessizce yinelediği kaynağa dönüş ilkesinden beslendiği içindir bu. vian her ne kadar toprakla bağını kopardığını bir çok kez kanıtlıyor da olsa eserlerinde, o bir atmaca ya da bir leylek değildir. ne olduğunu söyleyeyim size: vian serseri bir uçurtmadır. serseri ama akıllı bir uçurtma. yerleşik değerleri ve kavramları alt üst edişini (uyarı: klişelere başvuruyorum) biliriz; başka bir dilin peşinden koşuşunu severiz. ama "aşkın gözü kördür" isimli o harikulade, yaşamın insana hiçbir armağanı olmadığını ve olamayacağını savunan ahmaklara en kallavisinden bir cevap olan öyküsünün sonlarına doğru, "insanları tanrı pan'ın sureti gibi sade, huzurlu yapan buydu işte" (bu öyküyü yalvarırım okuyunuz ve tanrı pan'a bi göz atınız, jitterbug parfüme adlı kitapta feriştahını bulursunuz) türünden bir cümleyi de yine vian kurmuştur. meme ucuyla alakasına geleyim, geldim: dişi olanlarımız bunu bir hayal etsin; bağlı bulunduğu meme ucuna, çekilmesi halinde vereceği, dahası, genel olarak çektiğimiz çok abartılı olmayan fiziksel bir acıdan sonra, (şayet benim vücudum sizlerinkinden farklı bir kumaştan dikilmemişse) ilgili bölgemizde ya da bahsi geçen meme ucunun oralarda bir yerde tuhaf bir ferahlama duygusu hasıl olur. işte vian'da bu, alakasız kavramlarla kurma becerisini çok iyi kullandığı bir diğer evrenden, eve (o ilkel gerçeğe; kaynağa ya da öze, belki de kulübeye. her ne karın ağrısıysa ona işte) dönüşümüzde hissettiğimiz o aşina bağdaşımdır. demem o ki, meme ucuna misina bağlamak ne kadar zor ise, meme, ucu ve misina kelimelerinden böyle bir sonuca ulaşmak ne kadar beklenilmez ise, işte bence vian'ı ele alışlarımızda bu şam-bağdat hissiyatını atlamamak da, kendi düşünsel haritasında okuyucusuna kurmuş bulunduğu bubi tuzaklarının tek amacının beyin tokatlamak olmadığını anlamak da boynumuzun borcudur.

Diploması.

gelelim sosyoloğun monokluna…

sonra da monoklun zincirine bağlı olanı çekerdi. yani bizi yine şaşırtırdı; seçeneklerden birini tercih edip saf tutma kolaycılığına kaçmaz, her ikisiyle de yüzleşirdi.

sosyolog, kıl testereyle şekil verilmiş küçük kontrplak parçalarının süslediği maun masasında oturuyor, sosyal değerlerin ve genel konjonktürün ışık tutucusu olmakla övünüyor ve bir tür kahin olduğu için de, kendine genel geçerliği olan doğruların izinden giderek bir "future brand new world" yaratma imkanı sunan acunsal bir takım entelektüel acılarının haresi içinde keyifle piposunu tüttürür iken, gözü jean sol partre'nin bir cümlesine takılıyor:

- başka bir şeye harcasa daha iyi eder, ben hiçbir zaman almam kitaplarımı (günlerin köpüğü).

o sırada bir çıplaklık; dünya realistik renklere bürünüyor. yüzünün yuvarlak hatlarını vurgulayan yuvarlak cam maun malzemeye çarpıyor. hafif aralık pencereden sesler geliyor. manavın, sokak çocuğunun, fındık üreticisinin ve üniversite öğrencisinin sesleri. sesler önce yabancı, sonra aşina. kaderlerini saman kağıtlı gazetelerin ve günümüzde masa başı toplantıların düzenlendiği televizyon ekranlarının tartıştığı, şu anda gözüne kanlı canlı görünen kulağına desibelli desibelli sesleri çalınan insanlar bunlar. daha vahşi bir dünyanın aktörleri onlar. küfrün, basit aşkın, günlük tüketilmesi şart bir felsefenin ulakları. arada bir otomobilini tamir etsin diye teslim ettiği usta; hayatı yağ ve bez kokuyor. öte yanda manav çok cepli mavi önlüğünde bozuk para ararken, tezgahtan meyve çalan çocuğa küfrediyor. beri yanda bir öğrenci kirayı ödeyememiş, belli ki telefonda ev sahibine yalan doğaçlıyor.

vian vakti zamanında tekniğin siyasete üstünlüğünü ispat amacıyla, sartre ve takımının çıkardığı les temps modernes adlı dergiye karşıt bir çalışmaya girişmişti. ömrünü akıl almaz bir sürü üretime pay ettiği için bu çalışmaya yetirememişti. kafasındakini çoğunlukla bilemeyiz ama, muhtemelen vian gören gözden kendisini saklamayan "gerçek" gerçeğin izini sürüyordu. sosyal dengelerin, ekonomik değerlerin vs. yaratıcıları ya da dile getiricileri, hakkında ahkam kestikleri kimselerin yakasına yapışan bu daha "gerçek" gerçek dili konuşmadığı sürece, insanlar arasındaki iletişimsizliğin entelektüel boyutunun asla ve asla etkisizleşemeyeceğinden bahsediyordu. öte yandan, üstün entelektüel birikimine ve rahatsız edici derecede yüksek zekasına karşın, durumu ekonomik kuramlar temelinde sınıf çatışmasına ya da romantik eğilimler içinde birey aşkı gibi güdük kalacak kavramlar ışığında da ele almıyordu. vian'ın derdi kıltelektüel tüytelektüel projeksiyonların üzerinde yükselerek temel insan gerçeğini, ölümün, bazı bazı yaşamın anlamsızlığını bir tür "bulantı" (la nausee) eşliğinde kendilerinin sayan düşünceli entelektüellerin, aslında gerçek olanla asla yüzleşmiyor olmasıydı. asla bir kalaminayı ya da bir hepatrolü koklayamayacak olmalarıydı.


vian monoklu düşürdü, şaşı göz göründü.

girizgaha katlandığınız için teşekkür ederim.


bozunum estetiği ve vian

şahsi olarak, hayatımın en gereksiz ve en anlamsız sevgisini keşfetmiş bulunuyorum. japon balıklarına duyduğum. anlamsızdı benim için, zira süs balıkları aptaldır.güzel ama aptal kızlardan daha aptaldır. saçları yoktur, ama akılları süper kısadır. "balık düşünmez çünkü balık her şeyi bilir" teoreminden iğreniyor, bu yaklaşımı çok bayağı buluyorum. amma ve lakin, çocukluğun getirdiği dangalaklıkla beslediğim o salaklardan biri öldüğünde, tamamiyle yararsız olmadıklarını fark etmiştim. öldüğüne dikkat mi etmedim, ya da unuttum mu bilemiyorum, ama aradan birkaç gün geçtikten sonra, mezarında oluşturduğu renge adeta aşık olmuştum. suyun yüzeyinde, çevresinde nefti yeşili bir halka oluşmuş, ne siyah ne de gri addedebildiğim renkte peydah olan bir tabakayı da çevrelemişti. cesedin renksizliğin üzerinde yarattığı bu renkten çok etkilenmiştim.

vian okumak biraz da buna benzer; deformasyonun etkilerinden korkmamak, onun da evcilleştirilebilir olduğuna tanıklık etmek dışında, bu yapı bozgunculuğunun, anlamsal açıdan bir bağbozumu olduğunun da farkına varma sürecidir. dünyanın anonim kültürünün ve dillerinin yetiştiregeldiği kavramların silueti olan "anlam"ın tanımının yapıtaşlarına iner okuyucu, vian'ın terminolojiye yer yer yaptığı makyaj, yer yer anestezi ve yer yer de ameliyat ile. farklı bir ifade tarzının peşinden koştuğu muhakkkaktır vian'ın; ama bu koşu tepeden inme linguistik bir devrimle gerçekleşmez onun eserlerinde. vian gerilla savaşını seçmiş, vurup kaçmıştır. yani bir newspeak ya da elfçe'den ziyade, mikro bir çaba ekseninde "eklül" (eylül) buluruz onda. baştan aşağı değişim şaşırtıcıdır, yabancıdır; ona alışması zaman alır. ama deformasyonda durum öyle değildir, göt gibi kalınır karşısında; "oha lan n'oluyoruz" dedirtir adama. zira alışkanlıklara tamamiyle ters bir durum/tutum, alışkanlığın tam da içine zerk edilmektedir. vian yeni bir alışkanlığın tüccarı değil, edebiyatın statükosuna sızmış bir virüstür.

haliyle bu durum, biz eserini algılamaya çalışırken de etkisini hissettirir. malumunuz, vian sadece biçimle uğraşmıyor (kalbimizde yaşıyor); içerikle de dertleri var adamımızın. bunu da ilk romanı savrulan otlar arasında ile ilgili düştüğü bir notta belli eder, boris vian olmadan çok önce:

"bu romanı yazmak için 23 yaşına gelmeyi bekledim. ah gençlik! fedakarlıklar! sonra da insanlara hiç okumadıkları şeyleri anlatmaya çalıştım. enayiliği dik alası, hatta ta kendisi! meğer insanlar sadece bildikleri şeyleri okumayı seviyormuş. ben bundan zevk almıyorum... edebiyatta bildiğim şeyleri okumaktan yani. aslında anlattığım hikayeleri başka kitaplarda okumayı isterdim. hakkında tam olarak hiç bir şey bilmediğim şeylerden söz ettim bu romanda. işte gerçek entelektüel namus budur.ortada yazacak bir mesele yoksa ve o mesele gerçek değilse, meseleye ihanet etmemeli."

-olmayan şeyler, değil mi?
-cevap veriyorum, hayır canlar, değil...


neden olmadığına gelince...

vian bunu 23 yaşında yazmış. yani sene 1943. daha ikinci dünya savaşı tam anlamıyla neticelenmemiş,insanlık üzerindeki yıkımları şekillenmemiş. o dönemde nispeten izole özellikler taşıyan paris, edebiyat, felsefe, ve resim gibi güzel sanatlarda ve politikada, sonradan yerküreye kocaman bir entelektüel miras bırakacak olan bir ton delinin bulunma/buluşma noktası. her biri, ayrı türde zeka ürünü eserlebeyin fırtınası üretiyor. bohem hayat, aşklar, uçuk kaçık sanatsal denemeler, politik simaların her an tehlikeyle burun buruna oluşu... yani bir kızılca kıyamettir kopuyor.

işte böyle bir zihinsel ortamda aslında vian, yazarlık serüveninin alakasız bir ipucunu vermekteydi savrulan otlar arasında ile. serseri mayın gibi, güçlü fakat konrtrol dışı, sezgilere sahip ama akacak mecra bulamamış kişisel enerjisini bir yerlere, bir şeylere yönlendirmeye çalışıyordu. ve ortaya bu çıktı; vian, "olmayan bir şey" yazdı. savrulan otlar arasında gerçekten de tuhaftır; tuhaf tiplemeler, ziyadesiyle tuhaf şeyler yapar. bu tuhaflık, alışılmadıklık, tanım-dışılık, daha sonra var edilecek şeylerin üzerine dökülmek amacıyla bir sos gibi kıvamlandırılıyordu üstad tarafından. ve bence o bile farkında değildi bunun.

bu doğrultuda düşünülecek olursa da şu soru ortaya çıkıyor: vian'ı masaya yatırırken, içeriği ne tür bir sorun olarak ele almalı?

şahsen ben, yaşamın aşina yüzleri ve kavramları üzerinde adeta dans eden fantastik öğelerle bezediği roman ve hikayelerinin dışında, kendisi tamamen, baştan aşağı fantastik bir öğe olan başka bir eserine rastlamadım vian'ın, savrulan otlar arsında dışında.

demem o ki, bir yazar için, belli bir yol seçmek, belli bir tarz oluşturmak ve o özgünlük içinde tabiri caizse bir "marka" olmak için, kati suretle çok miktarda çaba, genel olarak süreç içinde gelişim ve büyük ihtimalle kendisi ve dünyayla yaşadığı ciddi bir takım problemlerin varlığının gerektiği kabul edilecek olursa, bunu başarabilen söz konusu bir beşeri, sabrı, azmi ve başarısı sebebiyle kutlamak, onu yerel ya da evrensel alanda "edebi ölümsüzler" listesine almak gereklidir. evet, bu bakış açısıyla, sadece yazan; sadece yazar olan bir yazar için durum böyledir. lakin söz konusu vian olunca, zat ı muhteremin "yazar" kimliği (ki kendisi caz eleştirmenliğinden hikayelere, opera librettolarından şiirlere, oradan oyunlara ve makalelere -neredeyse 9000 adettir bunlar-, ve oradan da şarkı sözlerine -neredeyse 400 adettir bunlar da- uzanmıştır) içinde oradan oraya savrulmamak mümkün değil. bunun çeşitli sebepleri olabilir. benim aklıma ilk gelen, yazı üreticilerinin çoğunun aksine düşünüp taşınarak yazmaktan ziyade, -hiç biri hakkında "özenilmeden ve düşünülmeden kaleme alınmamıştır" denemeyecek eserlerinin kafasındaki hazır varlığı nedeniyle- neredeyse üretmekten düşünmeye vakit bulamamış olmasıdır. öte yandan her kitabında başka bir yazar kimliği ile karşımıza çıkıyor olması da, hiç bir şekilde/nedenle kural sınır tanımıyor olması ile temellendirilebilir. her çiçekten bir bal alır, her sevgilisinden bir çocuk sahibi olur gibi ürettiği eserler arasında bir bağ kurmaya çalışan okur, gerçekten de bu "bağ" namına "birbirine benzemezlik" dışında pek de bir nane bulamaz. ve olsa olsa bu da vian sihridir.

vian bu sihirle tanrının başarıya ulaşmış bir questi gibidir; üzerinde çalışılmış saf bir bilinç parçacığı, bir tür görev adamı, her türden kavrama değdirilecek bir turnusol kağıdı (aman allahım, herifin mefta kıçı eriyecek). bulandırır ama bulaşmaz, değiştirir ama iz bırakmaz...

bu noktada, vian evreninde birbirinin destekçisi ve ziyadesinde tamamlayıcısı olan biçim ve içerik kavramlarının, okunup bitirilen hemen hemen her eserinin -çoğunlukla- sonunda birleştiği ve bir homojen çözelti oluşturduğu görülebilir. başka türden, örneğin daha rasyonel ve daha seküler dil ve biçimle okuduğumuzda, aklımızda üzerine eğilinen temanın tam da kendisi şekillenebilirken, aynı temayı vian'dan okuduğumuzda temanın sadece isminin kalıyor olması, vian'ın zihnimizde ve duygularımızda yarattığı sinir ötesi dalgalanmaların gerçek anlamda farklılığı; "başka şekilde de olmazdı galiba yahu!" tepkisi ve nihayetinde tutarsızca raks eden bir çok partikülün ahenkli bir bütünü oluşturması, eserin okunma süreci boyunca vian'ın örgütlediği bir algılama terbiyesinin sonucudur. bu terbiyenin misafiri olduğumuz sürece "hiç bir şey göründüğü gibi değilmiş hakkaten la!" ya da "ulan başka türlü bakıyorum şimdi olaya!" demeyiz, haşa. üzerine eğildiği tema, tartıştığı konu her ne olursa olsun, lokal örneklemelere ve gerçek hayattan -ki nadirdir- isimlere yer vermediği sürece, gerçek hayatla bir bağlantısını kurmak gibi bir zihinsel çaba içine girmeyiz. sembolizasyonları şıktır, uçuk kaçık ve ayrıksıdır. standardizasyonun tamamiyle dışındadır ama yine de sembolizasyondur hepsi. diyalogları vurucudur, yer yer akıl dışı, her daim alışılmadıktır. ama yine de diyalogdur hepsi. bsama kalıp konuşma faaliyetinin tamamiyle terkinde vücud bulurlar. ne üzerine yazıp çizmişse işte o, vian'ın elinde eriyip gider, hasta olur. ama yine de vian, yazmıştır sadece. yazıdır hepsi. yer yer fütürist, -dikkat edildiğinde görülecektir ki- yer yer de öyle bir sosyalist takılmış, ara ara da öyle bir anarşistleşmiştir ki, dadından yinmez.

sacece yazar kimliği üzerine acemi duygu ve görüşlerle çiziktirilmiş bu yazıda aslında tek bir şey söz konusu: vian'ın bir kavgası vardı; erdemli bir kavga. yaşamın her alanındaki sahtelikle savaşıyordu. bir şeyleri yıkabildi ise yerine bir şeyler de koymuştur ipna. güzel adamdır, güzel yazmıştır. bozunum yemiş, estetik sıçmıştır. ona da sıçmak yakışırdı.

bu da bu yazının sonurgusu olsun. zaten başka bir şey de yazamam üstad hakkında. onunla başladık onunla bitirelim, sahneden çekilelim...

"... çünkü geri kalan her şey çirkindir ve şu bir kaç sayfa da bunu doğrulamak için yazılmıştır. güçlüdür, çünkü yaşanmış bir olayı anlatır. yaşanmış bir olaydır çünkü baştan sonuna kadar ben düşündüm bunu. gerçeğin ısıtılmış ve eğimli bir atmosfer içinde düzensiz kıvrımları ve büklümleri olan bir yüzey üzerine yansıtılması yoluyla elde edilmiştir. görüyorsunuz ya, hiç de açıklamakta sakınca görmediğim bir yol, eğer yol varsa."

Yazdıkları Bazılarınca Edebiyat Bile Sayılmayan Bukowski'yi Büyük Bir Yazar Yapan Şey Nedir?

Ebeveynler, Karantinadaki Çocukların Psikolojisi İçin Nasıl Davranmalı?