Tasarımı ve Intro Müzikleriyle Akıllardan Silinmeyen En İyi Oyun Menüleri

En iyi oyun menüleri hangileridir? Oyunu açar açmaz karşımıza gelen o menülerden en iyilerini sıralayan bir liste, buyrun.
Tasarımı ve Intro Müzikleriyle Akıllardan Silinmeyen En İyi Oyun Menüleri

en baştan yazayım: bu bir en iyi menü müziklerine sahip oyunlar yazısı değildir. bu listedeki oyunların hepsini çok seviyorum ve tavsiye ediyorum diye bir şey de yoktur. ben sadece fontundan, arayüzünün kullanışlılığına, müziklerine varıncaya kadar kendimce beğenimi kazanmış, komple bir en iyi menü tasarım listesi hazırladım. ayrıca numaralandırmamın sebebi sayısal olarak bilgilendirmekten ibaret, sıralama amacı gütmedim.

en iyi oyun menüsü müziklerinin menü tasarımı ile komple bir değerlendirmeye alınması gerekiyor. çünkü menü müziğinin menünün görselliği, tonu ve hatta kullanışlılığı ile bile bir uyum içerisinde olması, onu daha da yücelten veya alçaltan önemli bir kriter olduğu için tek başına değerlendirilmesi bana pek mantıklı gelmiyor. hatta günümüzde aynı intro'larda olduğu gibi artık pek sallanmasa da oyun deneyimine etkisi, oyuncuyla kurulan ilk temas olmasından dolayı bıraktığı intiba açısından oldukça büyüktür. ama dediğimiz gibi artık bu tarz şeyler günümüzde yapımcılar tarafından pek kaideye alınan detaylar değiller. bu tanıma göre elimden geldiğince kısa analizleriyle yazmaya çalışacağım, başlayalım.

1. hitman contracts

47'nin ölüm kalım mücadelesi verdiği esnada gördüğü anı ve halüsinasyonlarını tecrübe ettiğimiz ve bu sadist klonun kapkaranlık dünyası başka hiçbir oyunda bu kadar iyi işlenemediği için serisinin en özel hitman oyunu olma özelliği taşıyan contracts'ın; müziğinden, görsel dizaynına kadar bütün bu anlattıklarıma cuk diye oturan müthiş bir menü tasarımı vardı. eski püskü boş ve karanlık bir odada sandalyeye oturup karanlıkta kalmış yüzünü arada sırada pencereden dışarıya çevirip düşüncelere dalan bir adamı seyrediyorduk. sağ dizine yasılı, çantasından çıkarılıp kurulumu henüz yapılmış bir dürbünlü tüfek, hitman sembolünün yüzeyine işlenmiş olduğunu gördüğümüz kapağı açık bir silah kutusu ve kameranın arada sırada uzaklaştığı esnada belli belirsiz ayaklarınının ucu gözüken yerde yatan bir ceset ve bütün bunların arasında odanın içine saliseler içerisinde doluşup 47'nin korkunç yüzünü anlık olarak aydınlatan, müziğin yükselişiyle harika bir uyumla çakışan şimşekler. ulan daha oyuna bile girmeden oyun kafamızın içine girdi.

2. iron storm

bilmeyenler için, 1. dünya savaşının onlarca yıl devam ettiği alternatif bir zaman dilimini konu ediniyor iron storm. oyun boyunca tek bir an bile müzik çalmıyor, sadece ama sadece menü ekranında müzik çalıyor ve o müzikte tamamıyla patlayan bombalar, vızıldayan mermiler, asker bağrışmaları gibi savaş esnasındaki oluşabilecek gürültülerden bir ritim tutturularak oluşturulmuş. işte bu 'müzik' eşliğinde, bütün bu çatışmaların olup bittikten sonraki halini izliyoruz, kameranın çevreyi değişik açılardan yavaşça dolaşmasıyla, sanki savaşın ruhu onca kıyımdan sonra oraya gelipte etrafta zevkle geziniyormuş gibi bir his yaratılmış. ayrıca gösterilen mekanlarında oyunda aşama kaydettikçe ulaştığınız yeni yerleşimlere göre değişkenlik göstermesi 2002 için gayet güzel bir detaydı. mesela 2004'te half life 2 bu dediğimi yaptığında olay olmuştu ama halbuki kendisinden 2 sene önce iron storm bunu daha detaylı bir şekilde zaten yapmıştı. hoş, iron storm'un kesintisiz ve hatta ondan dahada iyisi ara videolar ile süslenmiş şekilde sunduğu yarı açık dünya oyun alanı gibi half life'tan oynanış olarak esinlendiği fikirleri ve daha gösterişli yaptığı daha birçok şey olmasına rağmen popülerlik olarak ona kıyasla hiç bile değildir ne yazık ki. çokta deşmeden konumuza dönersek, bizi nasıl bir atmosferin beklediğine dair işitsel ve görsel olarak harika bir menü çalışmasına sahip iron storm. eğer savaş-silah karşıtı çok bilinmeyen çarpıcı bir nişancı deneyimi arıyorsanız oyunu ayrıca denemenizide şiddetle tavsiye ederim.

3. max payne 3

çok fazla değinmeye gerek yok aslında. klasik max'in ruhsal durumunu serinin ana tema müziğinin en depresifleşmiş versiyonuyla (ki komik şekilde oyun bu ruhsal durumu seride en hafif anlatan oyun) yudumladığı içkisi eşliğinde sade bir şekilde izliyoruz. max'in yüzünü karşı cepheden tam olarak göremesekte, hal ve hareketleri, dağınık ve pasaklı görüntüsü, kadehi ağzına götürürkenki ara sıra yaşadığı tereddüt gibi güzel düşünülmüş ince ayrıntılar ile bize zihninin içindekileri anlamamızda gayet yardımcı oluyor.

4. splinter cell conviction

conviction serinin diğer üyelerine oranla daha fazla artistik sahneler yaşadığımız daha jason bourne benzeri bir tat yaşatıyor. bu durumu göz önüne aldığımızda, tamda bu aksiyonun ortasında kalmışçasına bir ortamda mermi fırtınasının, delik deşik edilen adamların, fışkıran kanların arasında dolaşan kameranın eşliğinde bir çatışma anını gözlemliyoruz. buradaki asıl ilginç kısım arka plandaki müziğin bu sahneyle ilk bakışta pek bir alakasız durması. çünkü sahne bir aksiyon fırtınasıymış gibi durmasına rağmen müzik son derece durağan ve hatta rahatlatıcı, müziği geçtim menüde dolaşırken çıkan sesler bile bir su damlacığının sesini andırıyormuşçasına ferahlatıcı. sanki oyunun yaşadığı kimlik sorunu menüye vurmuş gibi, enteresan.

5. medal of honor allied assault

bu da oldukça ikonik bir menü tasarımıdır. oyun boyunca bir benzerini hiçbir zaman görmeyeceğiniz savaş halindeki briefing ofisini andıran bir ortamda oyunun ruhunu kusursuz yansıtan bir müzik eşliğinde tıkladığınız nesnelere yakınlaşarak menüde dolaşıyorduk. arkadaki odalara girip gardolaptan kıyafet falan seçtiğimizde oluyordu. o yıllar için gayet yaratıcıydı ve hala bile güzel hissettiriyor.

6. fear 3

oyunun konusu ve ana konseptine çok iyi oturmuş bir menü tasarımına sahip fear 3. spoiler olmaması için fazlaca yazmak istemiyorum ama hikayede ilerledikçe bir güvenlik kamerasının kavrisli merceğinden baktığımız gözlem odasındaki değişiklikler çok hoştu. müzik (veya tınılar mı desem bilemedim) pek akılda kalıcı değildi ama kulak tırmalayıcıydı da diyemem. güzel bir menü çalışmasıydı bence.

7. the talos principle

yani pek fazla söylenebilecek birşey yok. ilk defa oyunu açtığımda 20dk menü ekranını izlemiştim. virgo serena eşliğinde insanlık tarihinin çeşitli dönem ve kültürlerine ait mekanlarını, tasvirlerini seyre daldığımız kafadan ilgi çekici bir menü. ayrıca oyunun konusunada güzel giden bağlarda mevcut keza, oyunda da çeşitli dönemleri ziyaret ediyorduk diyeyim spoiler vermeden gerisi sizde.

8. metro 2033

hayatı boyunca o küçücük metro istasyonundan adımını dışarı atmamış, hatta güneşin bile neye benzediğini bilmeyen bir karakterin klostrofobik dünyasına nispet yaparcasına, dışarıda yıkık binaları, köprüleri, terk edilmiş avm'leri falan göstermek yerine; lağımdan farksız, terkedilmiş korkunç metro tünellerinin pis farelerini ve köşe başlarında yakılmış cılız ateşlerin saçtığı loş ışıkla belli belirsiz aydınlanan havalandırma deliklerindeki pervanelerin arasından, evimiz kabul ettiğimiz o küçücük dünyada masa başına oturuşumuzu görüyoruz. daktilolar, kalem kağıtlar, arkada düşünceli şekilde olta atan bir kadın ve yanında hiçbir şeyden haberi olmadan oynayan mutlu bir çocuk. arkadaki aralık kapıdanda arada bir belli belirsiz birisi geçiveriyor. bizde bir yandan bir sonraki planlamamızı tasarlarken diğer yandanda bıçağımızın keskinliğini kontrol edip ucunu parmağımızla yokluyoruz. nasıl ama? orijinal ve harika değil mi? müzikler mi; masa başı anına kadar felaket sonrası bir dünyayı anlatan gerilim, kasvet, drama, çaresizlik gibi hislerin baskınlığındayken, masa başından sonra ortamın sıcaklığına ayak uydurarak gerilimin ortadan kalktığı ve sadece dramatik bir gitar solosuyla çok olağanüstü hissettirmese bile doğru bir izlenim yaratmayı başarıyor.

9. mafia city of lost heaven

yine oldukça nostalik ve ikonik hissettiren bir müziğin eşliğiyle menüde gezinmelerimize karşı reaksiyon verip son derece yavaş hareket eden bir kamerayı görüyoruz. intro'yu seçtiğimizde sanki bir mafya filmi başlayacakmış gibi bir işaret verirmişçesine o dönemdeki sinema kamerası aletlerini anımsatan bir cihaza yaklaşırken, tutorial'ı seçtiğimizde sigarayı ve hemen altındaki new game'i seçincede sigaranın yanındaki tabancalara yaklaşması güzel bir gönderme gibi geldi bana. load game'de daktiloya gidilmeside yine hoş dursada pek orijinal değil keza resident evil oynayanlar beni anlamıştır. geriye kalan seçeneklerde odanın içerisinde döneme göre oldukça güzel bir şekilde uyum sağlayan eşyalar aracılığıyla benzeştirilmiş ve bu da henüz oyuna girmeden, dönem vurguları ve bilinçaltına gönderilen mesajlar sebebiyle oyuncuya neyle karşılaşacağına dair iyi bir hazırlık imkanı veriyor.

10. hatred

hatred "reverse-horror game" türünde izometrik shooter olarak tarif edebileceğimiz, not important kod adlı (kendisini bu şekilde tarif ediyor, doğrusu bende nasıl tanımlayayım bilemedim) insanlık düşmanı bir psikopatı yönlendirip, nefret beslediğimiz bu türü sivil-silahlı ayırt etmeksizin oldukça vahşi şekillerde katlettiğimiz aykırı bir oyun. konseptine bağlı olarakta oyunun ana menüsündeki bu korkunç manyağın, arkadaki gerçekleşen patlamalar eşliğinde, havalı şekilde yer hizasındaki kameraya doğru yaklaşıp, bize tepeden dik dik bakarak silahını doğrultuşuna şahitlik ediyoruz. elemanın kafasının üstünde yer alan hatred yazısının sanki gökyüzünden yeryüzüne doğru akmakta olan bir bulut tabakasıymış gibi görünmesi ve hem yazı fontunun hemde çevredeki diğer objelerin aynı oyunun dünyasında olduğu gibi patlamalar ve polis sirenleri harici renksiz, grimsi tonlamalarla ve çürüme hissi uyandırırmışçasına bir efektle oluşturulması, korkunç derecede güçlü bir ana karakter empatisi yaratmış. oyunu baya keyif alarak oynayalı yıllar oluyor, o yüzden tamda hatırlamıyorum ama ya oyuna başlarken ya da çıkarken silahı ekrana doğru ateşliyordu diye hatırlıyorum, yanlışta hatırlıyor olabilirim. zaten dikkat ederseniz yerdeki kameraya (yani bu biz oluyoruz) belli belirsiz bir sallantı eklemişler. bu sayede yerde kıvranarak can çekişen bir kurbanın infaz edilmek üzere olduğu algısı yaratılmış. ayrıca arka planda hafif hafif çalmakta olan rahatsız edici müzikte sayko suçluların psikolojisini vermekte ekstra bir iş gücü görüyor. not important tipi itibarıyla zaten tek başına ben burdayım diyen, suratını gizleyen upuzun saçları, simsiyah kostümüyle yolda görseniz yolunuzu değiştirebileceğiniz bir tip. herneyse, oyun iyi veya kötü orası yoruma açık ama menü tasarımı olarak her halükârda inanılmaz etki bırakan bir yanı olduğunu itiraf etmem gerek.

11. alone in the dark

büyük sorunlarından dolayı yazık edilmiş bir oyun olsada şu menüdeki atmosfer ve arkadaki güzel sesli bayanın yorumu beni her zaman etkiliyor. gecenin ıssızlığında harap new york'un köşesindeki ıssız bir bankta birbirine çaresizce sarılmış bir çift ve bu güzel müzik birleşince, bir de üstüne güzel geçiş efekt seslerine sahip akıcı menüde olunca, oyuna girme menüyü izle daha iyi yani.

12. sanitarium

bu da ikonik ve oldukça yaratıcı ve de etkileyici bir menü ekranına sahipti. oyunun konusunu bilmeyenler için basit ve anlamsız gelebilir, oldukça kısa şekilde ve tadını bozmadan anlatmam gerekirse, çocukları öldüren bir hastalık var ve bizde bu hastalığın çözümünü bulmuş ama ne hikmetse akabinde yolda giderken kaza geçirip koma hayatına girmiş bir adamız. yani biz ölürsek bu tedavide ölecek veya yanlış şekilde kullanılacak, biz umuduz anlayacağınız. gerisini anlatmıyorum çok fazla. işte menüde de tam gözünüzün içine bakan bir çift göz -ki bu gözlerin bir çocuğa ait olduğunu varsayabiliriz sanırım. mouse'u her hareket ettirdiğinizde gözleriyle sizi takip ediyor ve üstüne geldiğiniz ayarın ne olduğuda bir çocuk sesiyle yankılı bir şekilde seslendiriliyor (böyle sanki komadaymışızda dışarıdan veya gaipten bir ses bize sesleniyormuş gibi). e tabii, şimdi gel de o tedaviyi bulmadan çık oyundan :) bir de arkada böyle yerde yatan cesetlerin ayaklarını falan görüyorsunuz dahada bir tuhaf oluyorsunuz haliyle...

13. clive barker's undying

undying'i severim. korku unsurlarına fantastik bir baharat ekleyen, oyunlarda pek sık göremediğimiz kendine has bir tarzı var. menüdede bu tarza uygun olarak oldukça akılda kalıcı bir müzik ve oyunun geçtiği mekanların kritik olanlarından birisi ve yine kritik karakterlerden birisi görselleştirilmiş. sade ama etkili, çok bir numarası olmasada oyunun epic-fantastik-korku havasına girilmesinde güzel bir ön hazırlık sunuyor.

14. brothers in arms hell's highway

brothers in arms yapısı gereği, askerlerinize komutlar yağdırıp, oldukça zorlu çatışmalara girdiğiniz gerçekçi bir ww2. çoğu zaman askerlerinizi piyonmuşlarcasına harcayacağınız durumları yaşadığınız bir deneyim. tahmin edeceğiniz üzere menüde de liderlik, komuta etme ve insan canının sorumluluğunu almaya yönelik imgeler barındıran hareketli bir sunum seçilmiş. karanlık geceyi aydınlatıp, ışığını yüzümüze saçan yanmakta olan bir yel değirmeni ve onun altından geçen askeri konvoya dalgın gözlerle bakan matt baker'ın da kendi ağzından dediği gibi "hiçbir zaman takım lideri olmayı istemedim" sözü, menü seyri boyunca âdeta kafanızda yankılanıyor.

15. flatout 2

çok fazla arena car crash tarzı yarış oyunlarını takip edemedim. ama sanmıyorumki hala günümüzde bile bu kadar tatmin edici çarpışmalar çizebilen oyunlar olsun. menüsündede önce önden bir opera şarkısı dinleyecekmişiz gibi bir giriş yapılsada daha sonrasında gelen kısa boşluğun hemen ardından çarpışma sahnelerine daha uygun olan metal bir müzik giriyordu ve arkadada oyundaki nefis çarpışma sahneleriyle oluşmuş harika hasar modellemelerini izleyip bir an önce oyuna girme hevesine kapılıyordunuz. yine sade ama kullanışlı, etkili bir menü.

16. operation flashpoint dragon rising

oyuna başlamama engel olan menülerden bir başkası. savaşın rengine boyanmış gri bir menü arayüzü ve arka plandaki asker, silah resimleri. fakat asıl mesele müzikte tabii. doğu medeniyetlerinden birinden olduğunu tahmin ettiğim bir dilde iki ses sanatçısının sanki birbirlerine cevap verirmişçesine âdeta haykırarak yaptıkları o hüzünlü, iç burkan düet ile savaşın ne kadar saçma bir şey olduğunu oyun çok güzel hissettiriyordu. fakat ne varki oyunun kendisinin menüsündeki tüm bu hislerle uzaktan yakından alakası yoktu. konumuz menüler olunca tabii bunu eklememek olmaz.

müziğin tamamı


17. alice madness returns

oyunun konusunda kendisi yüzünden çıkan bir yangında ailesinin ölümüne sebep olduğu düşünülen alice'in hüzünlü ama bir o kadarda gizemli ve sayko haline tanıklık ediyoruz. menüde de alice'in makyajından tutun, yeşil gözlerindeki hafif delirmiş gibi bakan tonlamalara, önlüğündeki kan lekelerine kadar her şey oyunda karşılacağınız senaryoya sizi hazırlıyor. ve bu esnadada şerefsizlik kokan mistik bir keman solosu bize eşlik ediyor.

18. dear esther

kıpkısa ama baya etkili bir oyun olduğu için pek içeriğinden bahsetmek istemiyorum ama kıyıya vuran dalga sesleri eşliğinde uzaklarda belli belirsiz yanıp sönen o kırmızı noktaya gitmek için oldukça ikna edici gerekçeler sunan bir menüye sahip dear esther. müziklerde de boş yok...

19. outlast

oyunun en akılda kalıcı özelliği neydi? gece görüş kamerası tabiiki. işte menüde bu kameradan bakıyormuşuz gibi hazırlanmış ve hatta sağ üst köşesindeki buğulanmayıda atlamamışlar. arkada da oyunda karşılaşacağımız kabus mekanlardan bazılarını görüyoruz ve kulağımıza da gayet güzel ve gizemli bir müzik iliştiriliyor. sade ama ilgi çekici menülere güzel bir örnek.

20. fear

solgun bir yeşilin hüküm sürdüğü fear'ın ana menüsünde, oyunun kasvetli ve yoğun atmosferinden bir kaçış olarak pause düğmesine basılıp açılan bu ekran, tüm tekinsizliğine rağmen uğultu ve bass - loop ağırlıklı sonu uzatılmış gibi hissettiren nesne sürtünme benzeri seslerininde etkisiyle, tam da olması gerektiği gibi kafa dinlemelik bir etki yaratıyor. sağdaki küçük ekranda da oyunun o dönemki müthiş güçlü teknik yönünü sergileyen bazı kesitler görmemizde iştahlandırıyor tabii.

21. l.a. noire

dönemin etkisini iyi bir şekilde hissettiren güçlü bir menü tasarımına sahip la nuri. önce bina çatısına asılı eski usül, lambaları zar zor yanan tabelalar, ardından sokağın ucunda olay mahalini araştıran cole phelps'in sokak başındaki duvara vuran gölgesi ve pek sevmesemde güzel olduğunu tahmin ettiğim jazz bir müzik eşliğinde menü seçenekleri arasında dolaşıyoruz. gayet orijinal ve hoş.

22. god of war 3

bu kindar keltoşu pek sevmesem de gow3'ün menüsündeki surat ifadesi ve arkadaki tozun dumana karıştığı ortam, çakan şimşekler eşliğinde suratının anlık parlaması falan baya gaza getiriciydi. bir de yeni oyuna bakın, huzur evi gibi sessiz sakin ormanı izliyoruz amk, sorarlarsa sanat olm sanat dersiniz, kim bilecek?

23. loop hero

bilmeyenler için kısaca oyunun olayından bahsedeyim. türüne şusuna busuna girmeye gerek yok. sadece şunu bilseniz yeter. oyundaki asıl mesele hatırlamak ve hayal etmek üzerine. her şeyi ama her şeyi anımsayarak biz yaratıyoruz. hani oyun güzeldir de, ancak sonradan sıkar orası ayrı mesele. ama menüdeki o sanki bir şeyin ucunu yakalamaya çalışıyormuş gibi, sanki bir şeyi anımsamaya çalışıyormuş gibi ritimlenen müzik bence ana konsepte çok güzel oturmuş. ayrıca görsellik olarak etraftaki anımsadığımız tüm o dağlar, şatolar falanda aralarındaki koca siyah boşluklarla betimlenip bir hayal ürünü iması verilmiş. bu da oynanışa dair oyuncuda, yapımcılar için arzu yaratımının nasıl yapılabileceğine dair örnek teşkil edebilecek bir oynanışa hazırlanma hissiyatı doğuruyor. pixel fonttaki yazılar pek ilgimi çekmesede yine de başarılı bir menü çalışması diyebilirim.

24. ghost of tsushima

bu da daha menüden yere saplanmış bir kılıçla ben intikam hikayesiyim gardaş mesajı veriyor, bu yönden klişe olsada olumlu. rüzgar esiyor, ki oyunda çok önemli yere sahip bir oynanış mekaniği olduğu için, oyuncuya verilmek istenen mesaj açısından iyi düşünülmüş. arka plandaki sonradan giren müzikte çok aşığı olmasamda o kültür adına güzel işte. genel olarak hem sade hemde amacına ulaşan bir menü diye düşünüyorum. son zamanlarda çıkan hiçbir oyunun menüsünü beğenmediğim içinde bunuda istisna olarak koymuşum sayın.

25. rogue trooper

müzik olarak ben bir bilim-kurgu/aksiyon 'um diye bağırıyor -ki zaten yanlış bilmiyorsam aslında bir bilim-kurgu çizgi romanıymış bu arkadaş. herneyse bence bu da güzel. eski oyunların çoğunda gördüğümüz gibi sade bir tasarıma sahip, arkadaki tüpler içindeki yeşil-mavi karışımı bebeklerde iyi olmuş tabii.

26. greedfall

sıkılıp yarıda bıraktığım bir oyun olsada, yine sade tasarımdan örnek verebileceğim, müziğiyle macera rüzgarını estirebilen hoş bir tasarım. son dönem oyunlardan örnek vermek için ekledim de denilebilir.

27. stalker shadow of chernobyl

aslında tüm stalker oyunlarının menüsü çok iyidir ama ben en çok bunun menüsünü seviyorum. o kapkara bulutlardan boşalan asit yağmurları eşliğinde duvara dayalı dragunov tüfeği ve sırt çantası gibi detaylar oyunun az sonra size sunacağı bir başına kalma deneyimine iyi birer hazırlık oluyorlardı. ayrıca değinmemek olmaz, iyi mi kötü mü hissettirdiğine tam karar veremediğim o tuhaf müziklerde cabası.

28. gears of war

yine basit ama oyunun konseptindeki yavaş açılan hikaye örgüsünün gizemine saygı duyarmışçasına yaratılan melodik müziğiyle, hoş hisler uyandıran ilgi çekici bir menü. seviyorum böyle basit ama etkili işleri.

29. deadlight

bu kısacık oyunun sanat tasarımına hayran kalmıştım -ki zombilerle ilgili hemen her şeyden kusma derecesinde nefret eden birisiyimdir- ama şu menüdeki müziğin güzelliğine, arkadaki harap yollara, köprüye baksanıza. oyunun ismiyle de alakalıymış gibi uzakların oldukça buğulu ve zor görünür oluşuda sanki sönüp giden ışık huzmeleriymiş gibi hissettiriyor. bağımsız bir geliştirici için fazlasıyla iyiydi.

30. kane and lynch 2 dog days

pis ve karanlık şangay sokaklarını sıkışık binalara sahip ev yaşantısıyla betimleyen değişken menülere sahipti k&l2. grimsi tonlar ve tv/radyo gibi cihazlardan çıkan değişken ses/müziklerde menüyü ayrıca gerçekçi kılıyordu. bir oyunun tepeden tırnağa her şeyde mi hakkı yenir?

31. call of duty world at war

bu oyunun cod'lar içerisinde yeri ayrıdır. çünkü savaşı kahraman, yüce abd veya diğer ülke askerlerinin gözünden değil, tek yüzü olan korkunç ve adi suratını gösterterek işliyordu. zaten bu oyunu daha menüdeyken, bilmeyen birisine gösterseniz korku oyunu mu bu der. bu özel yanıyla şu anda bile heyecan uyandıran kült bir yapımdır.

32. call of duty black ops

pek aram olmasa da (sevmiyorum abi böyle kaçık askermiş, beyin yıkamaymış bilmemne) menüsü itibariyle ilgi çekici ve orijinal durduğu için bu listeye almakta sakınca görmediğim bir yapım. hafif hafif bas yükselmeleriyle mason'un değil sanki benim tansiyonu yükseltiyor pezolar. diğer yandan sorgudaki arkadaşın muhabbetleri, kafamızı çevirip etrafa bakınmamız falan, etkiliydi.

33. soma

bunun menüsündeki olayı tam olarak anlatmam için hikayeden falan bahsetmem gerekir, bunu yapmak istemiyorum. çünkü oyunun adını hatırlamam bile rahatsızlık duymama yetiyor. hiçbir oyundan bunda olduğum kadar rahatsız olmadım. bakın korkmak değil, başka bir duygu bu. kaldıki aynı hissi menüdede veriyorlar. o tipini sıfatını s...min yüzü neyse. etkiliydi buda...

34. hitman absolution

bundada gerek diana ablamızın soyunuşu, duşa girişi, gerekse 47 abimizin arada bir artistik şekilde adam pataklaması güzeldi. ballers'lara yılanın kıvrılması falanda iyi işaretlerdi. menü gezmelerde seslendirmeler vardı yanlış hatırlamıyorsam, uğraşılmıştı yani kısaca. ha oyunun mevzusu önceki oyunlara göre oldukça törpülenmiş olduğu için menününde etkisi haliyle azalıyor ama yinede başarılıydı, kötü diyemem.

35. the evil within

akıl hastanesinde parmaklıklı hücremizde, arada bir kapının önünden geçen bir hemşire, kapıyı açıp koridoru takip edip akabinde oyuna girmemizle sonuçlanan karanlık, tozlu ve gri hastane koridorlarından menü oluşturma fikri hoştu. ayrıca konusuylada güzel örtüşüyordu.

36. far cry

oyuncuya az sonra içine dalıp kaybolacağı muhteşem manzaralı tropikal bir adayı menüde dolaştırma fikri 2004 yılı için gayet güzel bir fikir. menüden adamı heyecanlandırmasını bilmişler -ki bunda arka planda çalan müziğin gazıda büyük etken tabiiki. harika bir oyundu farcry.

37. the battle for middle earth


ve the battle for middle earth ii

aslında bu tarz film oyunlarına veya süper kahraman oyunlarına falan girmeyecektim çünkü bahsedecek özel bir şey yok. 3 aşağı 5 yukarı herkeste benzer hisler uyandıran işler oldukları için yazmak istemedim. fakat ekşi sözlük'ten bayağı mesaj aldım ve o arkadaşları kırmamak adına benim de gayet hoş bulduğum ama üzerine söylenecek bir şey bulamadığım bu iki güzel menüyü de ekliyorum. "neden iki oyun?" derseniz de ayrım yapamadım.

38. batman arkham city

yarasanın karizmasının tadına henüz oyuna girmeden varabildiğimiz, görsel estetiğin müziğin iniş çıkışlarıyla harika bir uyum içerisinde çalıştığı kaliteli bir menü. ancak dediğim gibi bu tarz suyu çıkartılmış markalar artık bende özel bir his uyandırmıyorlar. ne kadar başarılı denebilecek bir menü olsada ben bu menüde nerdeyse hiç beklemeden oyuna giriyordum her defasında, belkide bunda oyunun gelmiş geçmiş en iyi video oyun eserlerinden birisi olmasının etkisi vardır. yine istek üzerine ve tabiiki hakettiği için buraya ekliyorum.

39. darksiders

bunu koymasam olmazdı. müzik, arka plandaki war'un el çizimi tasviri, yazıların fontundaki mitolojik dokunuşlar (mesela r'nin uzantısının iblis kuyruğuna benzetilmesi gibi) oyuna her girdiğimde kanıma adrenalini pompalayan güzel bir çalışmaydı. müziğin daha iyi bir versiyonu için link:


40. mafia ii

evlerin bacalarından yükselen dumanların, yozlaşmışlığın dibine vurulan büyük suç imparatorluğu empire bay'daki buz gibi soğuk ve ağır havaya karıştığı ve yinede herşeye rağmen hergün olduğu gibi yeniden birkez daha bembeyaz parıltısıyla bu zavallı insanların üzerine parıldamaya hazırlanan güneşin doğuşuyla karşılıyor bizi mafia 2 menüsü. müziğin ilk başlarda sakin piyano tınıları ile başlaması, oyuncunun ekranı ilk gördüğünde hissettiği rahatlamaya atıfta bulunan bir saygı göstergesi aslında. fakat aynı ilk oyunun ana tema müziğinde olduğu gibi bunda da müzik bu güzel görünümlü şehrin aslında ilk baktığımız kadar güzel olmadığını anlatmaya çalışır gibi, ilerleyen saniyelerde rahatlatıcı tonunundan vazgeçip yerini adrenalin dolu orkestral-senfonik müziklere bırakıyor ve en sonunda da tekrardan sakin bir kıvama gelip hayatın her ne olursa olsun, tüm çirkinliklere rağmen bir şekilde devam ettiği hissini uyandırıyor. keza oyunda da spoiler vermeden değinmem gerekirse; aynı menü müziğinde olduğu gibi türlü umutlarla hayat yolculuğunun başındaki bir adamın başına gelmeyenin kalmadığı ama yinede mücadelesine bir şekilde devam ettiği belki biraz klişe ama yinede müthiş denilebilecek bir mafya kurgusuyla karşılaşıyoruz. kurgu - menü müziği uyumu harika bir birliktelik içinde. ayrıca menüdeki mafia ii yazısındaki ii kısmını bölen thompson'lı dayıda güzel düşünülmüş bir detay. ulan canım çekti yine kurup oynayacam herhalde :)

görüldüğü gibi, menü deyip geçmemek gerek. bu da ayrı bir ustalık aslında...