The Last of Us Part 2'nin, Ana Karakterleri Üstünden Vermek İstediği Ana Mesaj

The Last of Us Part 2'nin neden iyi bir oyun olduğunu karakterleri aracılığıyla da anlıyorsunuz.
The Last of Us Part 2'nin, Ana Karakterleri Üstünden Vermek İstediği Ana Mesaj

the last of us part ii... yeniden oynadım, yeniden bitirdim ve artık şunu çok rahat bir şekilde söyleyebilirim: tüm zamanların en iyi birkaç oyunundan birisi. bu entry'de teknik detaylardan hiç bahsetmeyeceğim. benim oynadığım teknik açıdan en kusursuz oyun. daha da övmeme gerek yok. zaten oyunu boklayanlar bile bu konuda şikayet etmiyor. ben hikâyesini de beğendim.

bu oyunun en büyük olayı, hayattaki her şeye geniş perspektiften bakmanın önemini vurgulaması bence

ortalama bir oyunda pek çok insan öldürürsünüz ve bir daha da umurunuzda olmaz. red dead'de bu yoktu mesela, tüberkülozlu adamı öldürdükten sonra ailesinin durumunu görüyorduk, bir nevi redemption arkı o kanaldan ilerliyordu. bu oyun, bu konuyu daha geniş kapsamda ele alıyor. joel, ellie ve abby. üçü de davasında haklı. joel haklı, kimse öz kızı gibi gördüğü birisini feda etmez; ellie haklı, kimse babası gibi gördüğü bir adamın öldürülmesini kabullenemez; ve abby'de haklı, herkes babasının intikamını almak ister. intikam. evet, bu oyunu tek kelimeyle tanımlayacak olsak intikam derdik herhalde. şimdi, başka bir başyapıtın protagonist'i olan arthur morgan'a kulak verelim, ne diyordu arthur baba; "revenge is a fool's game." budur bütün olay. şimdi bu söz bağlamında ana karakterlerin durumuna bir bakalım.


ellie ile başlayalım: joel'i kaybetti

üstelik joel ile arası bozukken kaybetti. bunun kadar ağır bir şey olduğunu tahmin etmek bile güç. çok değer verdiğin ama kırgın olduğun birisi var. bir yandan onu affetmek istiyorsun, bir yandan ise ona olan öfken ve kırgınlığın yoğun bir şekilde kendini hissettiriyor. bir noktada sevgin ağır basıyor, affetme yoluna girmeye başlıyor ve tam da o anda sonsuza dek kaybediyorsun o kişiyi. ellie, yaşadığı bu boktan hissiyatı engelleyebilmek için anında intikam yoluna çıkıyor ve bu yolculukta kendi kişiliği haricindeki her şeyi kaybediyor. kendi kişiliğini de büyük ölçüde kaybediyor bu arada, hamile mel başta olmak üzere çok fazla insan ve hayvan katlediyor ve bunları da maksimum vahşilik ile yapıyor. nora'yı öldürüş şekli mesela, apaçık bir biçimde içindeki vicdan azabı duygularını şiddet ile bastırmaya çalışan bir insanın dışavurumu direkt. intikam almak istediği kişinin sevdiklerinin neredeyse bütün arkadaşlarını öldürüyor ellie ama en nihayetinde intikamında başarılı olamıyor, çünkü abby tarafından alt ediliyor ve tamamen abby'nin vicdanından ötürü hem kendisi hem de sevgilisi kurtuluyor. bu noktadan sonra joel'i kaybetmenin yarattığı tahribatın üzerine bir de intikamı alamamakla birlikte gelen başarısızlık hissi geliyor. dina ile çiftlikte mutlu mesut takılıyor gibi gözüküyor ama içi kan ağlıyor. günlüğüne de yazıyor bunları, oradan da anlayabiliyoruz. bu hislerini dina ve bebek ile vakit geçirerek bastırıyor, ama tommy gerçekleri suratına vurunca dayanamıyor. intikam yoluna çıkmadan önce topluluk içinde joel'e fırça kaydığı anı hatırlaması da bununla doğrudan ilişkili. joel'i kaybetmekten çok, onu üzdüğü için üzülüyor. bütün bu duygular bir noktada arşa çıkıyor, dina'yı ve yaşadıkları nispeten huzurlu yaşamı kaybetmeyi göze alarak abby ile yüzleşme yoluna çıkıyor tekrardan. uzun süren bir arayıştan sonra abby'i buluyor ama abby'nin çoktan allah belasını vermiş zaten. onu kurtarıyor ama bunu neden yaptığını da bilmiyor. son sekansta abby kucağında lev ile giderken peşlerinden usul usul gidişi muhteşemdi mesela, karakter inanılmaz bir kafa karışıklığı girdabının içinde çünkü. zor bela abby'i kavgaya ikna ediyor, istese abby'e fırsat tanımadan bin defa öldürür ama bu sefer de kendi vicdanı rahat etmez, çünkü abby'nin de eline aynı fırsat geçti ve o yapmadı. sonuç olarak kavgada abby'i yeniyor ve öldürmüyor. neden? çünkü abby'i öldürmenin hiçbir şeye faydası olmayacak. onu boğarken joel'i ve son konuştukları anı görmesinin de nedeni bu. abby'i öldürse, joel'in intikamını almış olacak ama joel ile arası bozuk vedalaşma gerçeği değişmeyecek. bundan da öte, abby'i öldürmenin içindeki boşluğu doldurmayacağını biliyor ve bu yüzden abby'i azad ediyor, geri dönüyor. kendi kişiliği haricinde her şeyini kaybetti dememin nedeni de buydu, abby'i öldürmemesi, karakterini kaybetmeme yolunda attığı en büyük adım çünkü. sonuç olarak berbat bir şekilde veda ediyor oyuna ellie, yaşayan bir ölü gibi, kimsesi yok, duyguları yok, dina yok, parmaklar yok. hepsinden öte joel yok, joel'in intikamı yok.


şimdi gelelim madalyonun öteki yüzüne, abby'e

onun da ellie'den çok bir farkı yok aslında. intikam yoluna çıkıyor ve karakterini kaybediyor büyük ölçüde. sadece karakterini değil, arkadaşlarını, ilişkilerini kaybediyor. babasını kaybettikten sonra hayatının yegane amacı intikam. kas yapıyor, orduya katılıyor, eğitim alıyor, acayip bir survivor'a dönüşüyor. bu uğurda doğru düzgün ilişki bile kuramıyor, owen ile olan ilişkisinde hep bir "joel" var. nihayetinde joel'i ortadan kaldırdığında bütün bunların biteceğini ve rahatlayacağını sanıyor ama yanılıyor. joel'i öldürdükten sonra aradığı huzuru bulamıyor, çünkü işin raconu bu amına koyayım. az önce arthur'dan bahsetmiştik, şimdi de kratos'u dinleyelim, ne diyordu baldur'a: "this path you walk...vengeance. you will find no peace. ı know". işin özü budur hacı, bazı şeylerle baş etmen gerekir. abby, joel'i öldürdükten sonra karakterinin değiştiğini, kişiliğini kaybettiğini anlıyor ve adeta vicdan mastürbasyonu olarak tanımlayabileceğimiz bir motivasyon ile yara ve lev'i kurtarıyor. sopranos'ta tony soprano'da arada böyle garip vicdan daralmaları yaşayıp, telafi etmeye falan kalkıyordu, aynı mantık işte. joel'i öldürmesinin bedeli olarak bütün arkadaşlarını, yaşadığı yeri, bulunduğu komüniteyi ve sevgilisi owen'i kaybediyor. buna tepki olarak saldırıya geçiyor, ellie ve dina'yı yok öldürebilecekken yapmıyor, çünkü artık lev var. artık korumak istediği, kaybetmek istemediği birisi var. ellie ve dina'yı öldürse lev'i de kaybedecek. ayrıca joel'i öldürmenin bedeliyle de tam o anda yüzleşiyor. bunları öldürsem, bunların da sevdiği birisi gelip beni öldürmeye kalkacak, yine aynı şeyler yaşanacak diye düşünüyor. "bir daha karşıma çıkmayın" diyor ve gidiyor. buradan sonra ona göre ellie ve joel ile olan hesabı kapanıyor. lev ile birlikte kendilerine vaat edilen yeni yuvaya doğru gitmeye kalkıyorlar, aksilikler, son hesaplaşma falan derken en nihayetinde oraya doğru yola çıkıyorlar. abby, olabilecek en minimum düzeyde bile olsa mutlu son ile bitiriyor hikâyeyi.


yani aslında sonuç olarak demek istediğim şey şu: bu oyunu güzel yapan şey teknik kusursuzluğundan öte, verdiği ahlaki ikilem

bununla birlikte karakterlerin derinliği ve üst düzey hikâye anlatımı. böyle bir oyun varken live-action dizi çekmeye çalışmak, hayatımda gördüğüm en manasız şey. kimse kötü değil. net bir iyi ya da net bir kötü yok. dünya boku yemiş, insanlar da hayatta kalmaya çalışıyor. köle taciri orospu çocukları haricinde herkes bir şekilde tutunmaya çalışıyor. serafinler, wlf askerleri falan, hepsinin kendince nedenleri var. ağır bir oyun, sert bir oyun. hepsinden öte druckmann lavuğunun anlatmak istediği bir şey var ve ucunda ne olursa olsun onu anlatmaktan vazgeçmiyor. kendisi de eleştirele bu tarz bir şey demişti sanırım. lavuk bu oyunu içindeki sanatsal güdüleri karşılamak için yapıyor, oyuncunun beklentisi ve arzusu ikinci planda kalıyor. son sahnede abby'i öldür ya da bırak diye rpg tarzı seçim yaptırabilirdi mesela, o zaman kimse şikayet etmez, herkes tapardı oyuna. ama işte bu da böyle bir lavuk, kendince bir şeylerin peşinde. son olarak, aslında şöyle de yorumlayabiliriz; arthur morgan'dan kratos'a kadar bir sürü anlatıda geçen temel mesajı, diğerlerinden farklı olarak daha çarpıcı, daha zor katlanabilir şekilde veriyor; intikam bireyi tamamlamaz, aksine eksiltir. intikam dediğin boktan bir çukurdan ibaret. düşersin, didinir çabalar çıkarsın ama düşen ile çıkan kişi aynı olmaz. budur olay.

10/10. kusursuz.