Tom Robbins'in İnsana Tek Başına Edebiyatı Sevdiren Başyapıtı: Parfümün Dansı

ABD'li bilge yazar Tom Robbins'in 1984'te yayınlanan romanı, yıllar içinde post modern bir klasiğe dönüştü ve bu itibarını da sonuna kadar hak ediyor. İnanmıyorsanız buyrun, anlatalım.
Tom Robbins'in İnsana Tek Başına Edebiyatı Sevdiren Başyapıtı: Parfümün Dansı

"üç kelimenin toplamı bir ton geliyordu ve
buna noktalama işaretleri dahil değildi."

parfümün dansı... methini uzun zamandır duyduğum ancak bir türlü sıraya giremeyen kitabı nihayet okumaya başladıktan sonra “aman bitmesin” diyerek epey ağırdan aldım, heyhat yine de bitti. şimdi de tekrar okuyup bu kez notlar almayı da planlıyorum. öyle güzel bir kitaptı. tom robbins’in kitabı gerçeküstü öğelerle bezeli rüya tadında tam bir modern zaman masalı.

paganist avrupa’da önce bir kral, sonra serf olan, ölümden kaça kaça doğuya yolculuk eden, burada mistisizme ve bilumum doğu tarikatlarına bulaştıktan sonra ölümsüzlüğü bulamasa da yaşlılığı engelleyerek bin yıldan fazla yaşayan alobar ile doğuda karşılaştığı ebedi aşkı kudra’nın sınırları ve çağları açan hikâyesi. romanımız, kahramanlarımızın yaşadıkları coğrafyalarla birlikte paris’te dünya parfüm devlerinin, seattle’da kusursuz taco'yu ararken bir taraftan da parfüm denemeleri yapan genç bir garson kızın (priscilla da en az kudra kadar ilginç bir karakter) ve new orleans’ta küçük bir parfümeri işleten bir kadınla zenci çırağının hikâyeleri eş zamanlı olarak ilerliyor. robbins olay örgülerini bir topaca sarar gibi öyle marifetli bir araya getiriyor ki, okurken topaç hiç durmayacak sonsuza kadar dönecek sanıyorsunuz. bütün çağlar boyunca hikâyeye eşlik eden bir başka karakter de hayvan tabiatlı, edepsiz, keçi ayaklı pan. bunların hepsini bir araya getiren modern zaman filozofu çılgın doktor dannyboy’u da unutmamak gerek tabii.


başkarakterimiz alobar her ne kadar eski bir kral olsa da aslında tek derdi ölümden kaçmak olan, olaylar ve hatta sevgilisi nereye götürürse oraya giden doğuda öğrendikleriyle birlikte anı yaşamayı ve nefesine odaklanmayı (bkz: yoga) öğrenmiş bu sayede uzun yıllar ve farklı coğrafyalar boyunca hayatta kalabilmeyi başarmış bir karakter. bir tutkusu da cinsellik tabi (her erkekte olduğu kadar). buna karşın ölümden kaçan bir başka insan olan karısı kudra ise ne istediğini bilen, eşsiz kokunun peşinde diyar diyar dolaşmaktan, yenilikleri denemekten korkmayan, hem çekici hem akıllı bir kadın. kama sutranın bütün sırlarına vakıf olmasıyla da hem kendisinin hem de sevgilisinin ömrünü uzatmakta oldukça mahir.

insanın hayvani yanını temsil eden keçi ayaklı pan da, önce görünmez olması sonrasında yavaş ölümü ile insanlığın doğadan koparak akılcı bir kimliğe bürünmesinin sembolü olarak bulunuyor kitapta.

içerisinde eser miktarda felsefe barındıran uzun romanları seviyorum. parfümün dansı’nda da ölümsüzlük, öte dünya, yaşlanma, inançlar, insanın ve dünyanın evrimi ve elbette parfüm ve koku ile ilgili oldukça doyurucu zihin egzersizleri var.


genellikle yerli kitaplarda rastladığım doğu-batı ikilemi de önemli bir yer tutuyor bu romanda

robbins oryantalist bir bakış açısı ile, biraz da taraf tutarak doğu mistisizminin batı akılcılığına üstün yanlarını parlatmış da parlatmış. doğu felsefesinin doğayla daha uyumlu, yaratıcı cinsellikle bezeli, hiçbir şey yapmadan oturup beklemeli, sakin ve miskin, zevk düşkünü insanı karşısında, batının akılcı modern insanının ölümsüzlük, uzun yaşama ve hatta mutluluk yolunda doğudaki türdeşleri karşısında hiç şansının olmadığı da alttan alttan çok güzel hissettiriliyor. okuduktan sonra siz de decartes’ın karşısında pan’ın tarafını tutacaksınız sanıyorum.

kitabı ilgi çekici hale getiren bir başka unsur da, robbins’in muzip ve yaratıcı betimlemeleri

normal şartlarda bu kadar çok benzetme okuru öyküden ve kitaptan uzaklaştırır ancak robbins bu işi öyle eğlenceli bir şekilde yapmış ki okurken hem gülümsüyor hem de bu benim aklıma daha önce neden gelmedi hissiyatını sık sık yaşıyorsunuz.

insan evriminin son aşaması çiçeklenmiş bilinç yolunda hepinize iyi okumalar diliyorum.

kırmızı pancarlar aşkında son bir not: dan brown’un cehennem adlı romanının tanıtımını istanbul’da geçiyor diyerek yapıyorlardı ya, bu kitaptaki istanbul sahneleri cehennem’dekinden daha fazla.

https://kitaplarveseyler.blogspot.com/…robbins.html