Tosun Paşa Filmindeki Şaban Aslında Tellioğulları Ailesinin mi Bir Üyesi?

Kartal Tibet'in yönettiği, Yavuz Turgul'un senaryosunu yazdığı 1976 yapımı kült film Tosun Paşa'ya bir de bu açıdan bakalım.
Tosun Paşa Filmindeki Şaban Aslında Tellioğulları Ailesinin mi Bir Üyesi?

herkes gibi benim de defalarca izlediğim filmdir tosun paşa. tam bir depresyon gidericidir. en önemli özelliği de filmin sizi yormamasıdır. çünkü filmi izlerken çaba harcamanız beklenmez sizden. zaten film o kadar zengindir ki dikkatiniz dağınık bir şekilde izleseniz bile illaki bir espri gelir sizi bulur. ancak filmdeki esprileri dikkatli bir şekilde yakalamaya çalışırsanız belli şeylere odaklanmanız gerekir.

mesela ben normalde şener şen'in canlandırdığı lütfü karakterine odaklanırım. çünkü jestleri, mimikleri, diyalogları ve beceriksiz üç kağıtçılık girişimleriyle lütfü mizah konusunda tam bir madendir. bu karakterden sonra baktığım diğer karakter de tabi ki kemal sunal'ın canlandırdığı şaban'dır. şaban ailenin uşağı ve yaptığı garip çıkışlarla filmdeki mizahın bir diğer dinamosudur.

ancak şaban'ın karakter motivasyonu hep aklıma takılmıştır. lütfü'yü zor durumda bırakması, dalgınlığı, rahatlığı, aileyle olan samimiyeti normal bir uşaktan farklı çünkü. bu yüzden karakterin neden böyle olduğunu merak ediyordum uzun süredir. "ee çünkü şaban karakteri böyle." açıklaması da filmin mizahı yanında biraz zayıf geliyordu bana.


geçen akşam da filmi izlerken bu soruma yanıt olacak iki diyalog ile karşılaştım. ilki tellioğulları, yeşil vadiye gitmeden hemen önce yaşanıyor. ailenin üyeleriyle birlikte yeşil vadiye gitmek isteyen şaban, tellioğulları'nın fedaisi olduğunu söylüyor. buna karşılık lütfü "sen bu ailenin yüz karasısın." diyerek cevap veriyor. diğer işaret de filmin sonunda şaban, tosun paşa'yı kaçırıp yerine geçme planı yaptığında görülüyor. burada da adile naşit'in karakteri şaban'a yine ailenin yüz karası olduğunu söylüyor.

bu iki sözü duyduktan sonra çok uzak da olsa aklıma şu fikir geldi. şaban bir ihtimal tellioğulları ailesine mensup olabilir. muhtemelen hayatta olmayan bir erkek üyenin, evin hizmetçilerinden birinden olan gayri meşru çocuğu kendisi. tıpkı karamazov kardeşler kitabındaki smerdyakov gibi bir durumu var. eğer filme böyle bakarsanız ailenin şaban'dan hoşlanmaması, biraz düşmanca davranmaları, şaban'ın rahatlığı ve adile anne'nin onu koruması farklı anlamlar kazanıyor.

bir de filme böyle bakmaya başlarsanız şaban'ın konuşmaları boşboğazlığa değil, aile tarafından kabul görmemesinin bir intikamına dönüşüyor. çünkü şaban ailenin yanında muhtemelen kötü bir çocukluk geçirdi. büyüdüğündeyse aile üyelerini alaya almaya başladı. aile üyeleri biraz saf, bu yüzden tam olarak şaban'ın niyetini anlamıyorlar. ama şaban etrafındaki insanlarla gerçekten net bir şekilde dalga geçiyor. şimdi filmden seçme kısımlarla şaban'ın yaptıklarına ve bunların altında yatan temel motivasyona birlikte bakalım.


ilk örneği, filmin hemen başındaki kahvaltı sahnesinde görüyoruz. normalde kahvaltıyı uşak olan şaban'ın hazırlaması gerekiyor ancak kendisi ortalarda yok. daha sonra kendisini miskinlik yaparken görüyoruz. buna rağmen adile karakteri onu diğerlerine karşı korumaya çalışıyor. çünkü sonuçta onu da bir evladı gibi görüyor muhtemelen.

daha sonra lütfü, şaban'ı babasının yatağında uyurken buluyor ve "babamın yatağı." diyerek kızıyor. şaban da karşısındaki insanla dalga geçercesine "ben de ananın yatağı demedim ki." diyor. burada anlıyoruz ki şaban kendisine kızılmasından ya da vurulmasından korkmuyor. çünkü muhtemelen bu durumu çok uzun süredir yaşıyor.

burada karşısındaki insanı alaya almayı bir adım daha ileri götürerek lütfü'ye gördüğü rüyayı anlatmaya başlıyor. bunu yaparken amacı boşboğazlık değil. önce dayaktan kaçmaya çalışıyor gibi rüyada lütfü'yü kahraman gibi gösteriyor. çünkü lütfü'nün bu tür şeylere zaafı olduğunu biliyor. ancak daha sonra rüyasında lütfü'yü önce otlatıyor sonra kişnetiyor. çünkü lütfü'nün saçma gururuyla dalga geçmek istiyor canı. sahne biterken yediği tokat da umurunda değil bu yüzden.

bu dalga geçme hali küçük enişte eve gelince daha net görülebilir. şaban dayak yediği ve sinirli olduğu her halinden belli olan küçük enişteyi önce "beş dişin eksik sağ gözün şişmiş." diye kızdırıyor. adam kızınca da kızma küçük enişte diye öpüp iyice şaklabana çeviriyor adamı.

daha sonra sofrayı toplama kısmı geliyor. burada yaptığı tertemiz öfke sebepli. tabakların kırılacağını ya da ortalığın batacağını bile bile bu şekilde davranıyor. ailenin şaşkınlığı da bu yüzden. çünkü şaban muhtemelen küçüklüğünden beri işe koşulmuş ve artık bundan bıkmış durumda. tepkisini de pasif agresifliği mizah ile birleştirerek ortaya koyuyor. ayrıca burada göze çarpan bir diğer nokta da şaban'ın işinden olmaktan korkmaması. yani normal bir uşak böyle bir şey yapsa evden gönderilirdi. şaban ise gönderilmeyeceğini biliyor çünkü asıl kimliği ortaya çıkarsa "ailenin adı kötüye çıkacak." bu yüzden şaban'ı hem yanlarında tutuyorlar hem de bu şekilde çalıştırıyorlar. o da fırsatını bulunca öfkesini gösteriyor bu şekilde.

yine yeşil vadiye giderken suyu unutması ya da develeri kaybetmesinin sebebi de bu. aslında burada suyu kasıtlı unutmuyor ya da develeri bilerek kaçırmıyor. sadece işinden bıkan herkes gibi bu konularda çok dalgın. içinde bir ufak öfke de olduğu için her şeyi özensiz yapıyor ve ortaya bu gibi sonuçlar çıkıyor.

yeşil vadiye vardıklarında seferoğullarıyla karşılaşıyorlar. burada şaban tellioğulları erkekleri öne çıksın diye gaz veriyor. bunun sebebi de seferoğulları'ndan dayak yiyeceklerini bilmesi. sonra filmdeki en efsane repliklerinden biri olan "tutmayın küçük enişteyi salıverin gitsin." diyerek dalgasını geçiyor aileyle.

filmin ilerleyen sahnelerinde lütfü kendisinin aile reisi olması gerektiğini söyleyen bir konuşma yapıyor hatırlarsanız. bu sahne başladığında önce şaban, lütfü'nün ciddi tavırlarıyla dalga geçiyor. daha sonra aile reisinin kendisi olması gerektiğini söylüyor. burada amacı sadece mizah çünkü gayri meşru çocuğun birden bire ailenin başına geçmesi fikri ona komik geliyor.


asıl dalga geçme kısmı ise tosun paşa olduktan sonra başlıyor tabi ki. çünkü burada şaban artık otoriteyi de eline almış durumda. eve ilk girdiğinde yanlarında daver bey'in kumandanı varken önce hasta olan babalarını sorması, sonra lütfü'ye aptal demesi, daha sonra ayşen gruda'nın getirdiği kahveyi beğenmeyip "ben size böyle mi kahve yapıyorum." demesi hep bu intikam alma isteği nedeniyle ortaya çıkıyor.

bu durumun tadını çıkardığı da ortada. tosun paşa olarak makama geçtiğinde yapması gereken iki basit iş var aslında. bir yeşil vadi'yi almak iki leyla'yı istemek. bunlar taş çatlasın on dakikada halledilecek işler. ancak burada "unuttum, lafı karıştırdım." diyerek işi yokuşa sürüyor çünkü lütfü'nün yaptığı planla hemen kazanmasını istemiyor. ayrıca elde ettiği gücü de hemen teslim etmek istemiyor.

akşam ziyafete kaldığında bir konuşma yapıyor. burada lütfü'den söylediklerini tekrar etmesi lazım ama saçmalayıp adamlara saydırıyor. bu sahnede şaban'ın aslında ailesine değil bütün topluma kızgın olduğunu anlıyoruz. ayrıca etrafındaki insanlar kendisinin bir paşa olmadığını anlasın da lütfü'nün planı bozulsun diye de uğraşıyor biraz.

bu ziyafet sırasında bir pilav dağıtma sahnesi var mesela. bu konuşma karakterin ruh halini göstermesi açısından çok önemli. şaban, ilk önce gelen uşağa pilavı nasıl tabağa dolduracağını gösteriyor sonra "lütfü beni beğenmez ama onu kim beğensin." diye dalga geçiyor. en sonunda aman zahmet etmeyin diyen daver bey'e "ben alışığım." diyerek cevap veriyor. lütfü "paşa emreder." deyince de uşaklara değil, şık bir intikam hareketi olarak daha öncesinde evde hizmet ettiği adamları kendisine hizmet ettiriyor.

bundan sonra şaban, lütfü'nün plana ne kadar ihtiyacı olduğunu fark ediyor. mesela lütfü'nün şaban'ı uyandırmaya geldiği sahneye bakalım. burada lütfü, şaban'dan, leyla ile aralarını yapmasını istiyor. şaban ise "bu hıyar surata kızı aşık etmek çok zor ama." diye başlıyor daha sonra lütfü kızıp "hayvan herif." deyip tokat atıyor. şaban da tokada karşılık veriyor. bu hareketiyle aslında lütfü'nün ne kadar eline düştüğünü ölçüyor ve beklediği üzere lütfü, şaban'a çok uzun süre kızamıyor çünkü tosun paşa olarak etkisine ihtiyacı var.

bu sahnede otoritesini test edip istediği sonucu alan şaban, lütfü'yü daha da kıvrandırmak için leyla'yı kendisine istetiyor. lütfü burada sevdiği kadını, şaban'a istemek zorunda kalıyor. ki bu sahne şener şen'in oyunculuğu sağ olsun hayli komik.

şaban'ın bu eğlencesi ve aileyi süründürmesi işi gerçek tosun paşa ortaya çıkınca son buluyor. çünkü ortamdaki otorite artık ona geçmiş oluyor. film de şaban'ın başladığı noktada son buluyor.

dediğim gibi bu teori biraz uzak. yeterince kanıt yok bununla ilgili ancak şaban'ın ailenin dışlanmış bir üyesi olması fikri, sadece şaban personasının bir uzantısı olduğu için böyle davranıyor oluşundan daha mantıklı geliyor bana. hatta böyle düşününce filmdeki mizah daha da kaliteli geliyor çünkü iş rastgelelikten çıkıp planlı programlı bir çalışmaya dönüyor.

siz de filmi tekrar izlediğinizde bunu düşünerek bir bakın. göreceksiniz ki eğer altında
bu motivasyon varsa şaban'ın tüm davranışları çok daha anlamlı oluyor. bu yüzden bu teori bir şeyi kanıtlamasa da en azından filmden başka bir tat almanızı sağlar diye düşünüyorum.

Körelmiş Bir Toplumun İçinde Kendini Özgürleştirebilmiş Bir Karakter: Mülayim Sert

Kapıcılar Kralı'yla İlgili Okuduktan Sonra Filme Olan Saygınızı Artıracak Bir Analiz