Türk Mizahının Nasıl Değiştiğini Gösteren İsabetli Bir Kıyaslama: Cem Yılmaz vs Feyyaz Yiğit

türk mizahı değişti. eskiden büyük salonlarda yankılanan kahkahalarla, sinema salonlarını dolduran gösterişli yapımlarla şekilleniyordu. bugünse mizah, daha küçük ekranlarda, daha sessiz ama daha isabetli cümlelerle var oluyor. bu dönüşümün en sembolik iki figürü, şüphesiz cem yılmaz ve feyyaz yiğit.
cem yılmaz, 90'ların sonu ve 2000'lerin başında, adeta bir halk filozofu gibiydi
“her şey çok güzel olacak” ile sinemaya geçiş yaptı, aile ilişkileri, bireysel çıkmazlar ve sınıfsal tonlarla harmanlanmış bir mizah anlayışı kurdu. politikadan çok, gündelik yaşamın çatışmalarına ve karakterlerin iç dünyasına odaklandı. ardından “g.o.r.a.” ile bilimkurgu parodisini türk izleyicisine sevdirdi. ama asıl başarısını, stand-up sahnelerinde gösterdi. burada sadece ev içi detaylarla değil, toplumun neredeyse tüm katmanlarını kapsayan bir gözlem alanıyla hareket etti. askerlikten minibüs yolculuklarına, bürokrasiden gündelik halk davranışlarına kadar birçok meseleyi, sınıfsal sınır tanımadan hicvetti. onun sahnedeki en büyük yeteneği, sıradan görünen davranış biçimlerini müthiş bir ritimle çözümlemesi ve her kesimden insanı kendi üzerine düşündürerek güldürmesiydi.
o dönem, cem yılmaz halkın içinden gelen, alt ve orta sınıf yaşamın dilini, çelişkilerini ve gündelik saçmalıklarını çok iyi gözlemleyen biriydi. mizahı, halkın içinden gelen detaylarla doluydu ve bu yüzden herkese dokunuyordu.

ama zaman ilerledikçe bir şey değişti. cem yılmaz, kendini giderek daha “elit” bir pozisyonda konumlandırdı. bu durum, onun yıllar içinde toplumun genel ve alt katmanlarıyla kurduğu bağın zayıflamasına neden oldu. artık eski gözlem gücünden eser kalmadı; halkın nabzını tutan o mizahi damar, yerini daha steril, daha uzak, daha gösterişli ama içeriği zayıf bir tona bıraktı. yeni işler üretse de, bunlar ya eski işlerinin tekrarı ya da görsel olarak parlak ama içerik olarak sönük işler haline geldi. bu kopuş, onu halkın nabzını tutan komedyenden, sinema sanatıyla uğraşan ama fazla “yukarıdan” konuşan bir anlatıcıya dönüştürdü. artık güldürmekten çok, beğeni almakla meşgul bir profile büründü.
bugün cem yılmaz hâlâ teknik anlamda en güçlü komedyenlerden biri. prodüksiyon kalitesi, kamera arkası zekası ve sinema bilgisi tartışılmaz. ama bir süredir güldürmüyor, sadece “tebrik ediliyor.” çünkü onun mizahı artık yeni kuşağın nabzını tutamıyor. mizah refleksi değişti, zamanın ruhu başka türlü çalışıyor artık. erşan kuneri gibi deneysel işler de bu yüzden hedefi tam vuramadı. parodi yaparken bir dönem sistemle, kültürle, halkla dalga geçiyordu; şimdi kendi şöhretiyle, eski işlerinin şakalarıyla oyalandığı izlenimini veriyor.
feyyaz yiğit ise başka bir kulvarda koşuyor
onun mizahı daha düşük sesli, daha köşeli ama çok daha bugüne ait. gibi dizisi, bunun en net örneği. skeç değil, sitcom değil, stand-up değil ama hepsinden bir parça. feyyaz'ın mizahı, sıradanlığın içinden çekip çıkardığı o tuhaflık haliyle işliyor. karakterler absürt değil, fazlasıyla gerçek. ama o gerçeklik, öylesine abartısız bir yerden anlatılıyor ki ortaya ciddi anlamda eşsiz bir ton çıkıyor. “komik olmak için çabalamıyor” gibi duruyor ama işte tam da orada, bugünün izleyicisine çok iyi hitap ediyor. zeka pırıltısı bariz, ama bu parıltı sahne ışığı gibi değil; yandan sızan bir gün ışığı gibi.
gibi'deki diyaloglar, toplumsal eleştirilerle dolu replikler, karakterlerin tuhaf ama tanıdık halleri… bunlar genç kuşağın diline çoktan yerleşti bile. feyyaz yiğit, mizahı büyük gösterilerle değil, detaylarla kuruyor. cinayet süsü gibi filmlerle de bu dili sinemaya taşıyor. düşük bütçeyle, sınırlı mekanlarla ama sınırsız fikirle yapılan işler bunlar. absürtlüğün dozu değil, ayarı önemli burada. anlatılmak istenen şey hep bir adım geride duruyor, izleyiciye bakarak değil, kendi halinde yürüyerek anlatıyor derdini.
bugünün genç izleyicisi, yüksek sesli, gösterişli, kahkaha beklentili mizaha mesafeli. onun yerine daha kendine benzeyen, daha “anlamsız ama hissettiren” şeyleri tercih ediyor. feyyaz yiğit'in başarısı tam da burada. o, bugünün kararsızlıklarını, çelişkilerini, tuhaf yalnızlıklarını anlatıyor. yeri geliyor bir ekmek sırasından, yeri geliyor bir “kişiye kişi gerek” repliğinden evrensel yalnızlık duygusuna geçiyor. tam da bu yüzden bugünün mizah dilini belirleyen isim o.

elbette cem yılmaz hâlâ büyük bir figür, hâlâ sahneye çıktığında herkes dinliyor. ama artık gülmek, sadece sesli bir tepki değil. şimdi insanlar “neden güldüğünü” de bilmek, anlamak ve hissetmek istiyor. işte bu noktada feyyaz yiğit daha önde. cem yılmaz'ın açtığı yolu, daha derinleştirerek ve bugüne uyarak yürüyor.
biri sinema salonlarının ışıklar sönmeden önceki o heyecanlı kalabalığı, özenle hazırlanmış bir sahnenin görkemli perdesi. diğeri, sessizce açılan bir dizinin ilk dakikalarında, ekran başında tek başına tebessüm eden izleyicinin iç sesi. biri zamanında milyonları aynı espride buluşturmuş bir efsane, diğeri bugünün dağınık ama dikkatli zihinlerinde yankı bulan taze bir anlatıcı. biri ustalığın ağırlığını taşıyor, diğeri çağın hafifliğinde yol alıyor. ikisi de ayrı kıymette, ikisi de farklı izler bıraktı; ama bugün kim daha çok güldürüyor sorusuna verilecek cevap, artık sadece gülmenin sesiyle değil, neye güldüğümüzle de ilgili. ve bu yüzden cevap biraz daha net gibi.