Türk Sinemasının Makus Talihini Değiştiren Film: Eşkıya
türk sinemasının son dönem yakaladığı başarı dalgasının belki de ilk örneği sayılabilecek modern bir masal olan eşkıya filmi, basit olarak iki erkeğin hikayesini anlatıyor. toplumun farklı sınıflarından (alt/varoş- köylü), farklı yörelerinden (batı-doğu), farklı kültürlerinden (şehir-köy) gelen ve farklı zaman dilimlerinin (genç-yaşlı/1960-90) değer yargılarını taşıyan bu iki erkek baran (eşkıya) ve cumali, modernitenin uçlarını bilediği onca kutuplaşmaya rağmen filmin masalsı anlatımı içinde duygusal bir yakınlaşma içine girerek bir baba-oğul ilişkisi kurmayı başarıyorlar. bu anlamıyla eşkıya, moderniteye ve onun temsil ettiği tüm değerlere, rasyonaliteye, ikili kutuplaşmalara ve tüm bunların ‘temsilcisi’ erkekliğe karşı duygusallığı, göz yaşlarını, sınırların ortadan kalkabileceği mesajını, klasik tanımlamalarıyla bir nevi ‘kadınlığı’ öne çıkarmış ve alışagelmiş sınıflandırmaları yıkmış görüntüsü vermekte. ancak yine aynı şekilde eşkıya’nın bir önceki dönem yeşilçam filmlerindeki sert erkek portresinden farklı bir portre çizmesine rağmen yerine yeri geldiğinde ağlayabilen, duygusallaşan, yeri geldiğinde ise şiddete başvurmaktan kaçınmayan alternatif bir erkek imajı getirdiği, bu şekilde alışagelmiş sınıflandırmaları yıkmak yerine yenisini getirdiği de düşünülebilir.
eşkıya’nın klasik dönem türk sinemasından ayrılan bir diğer özelliği de hikayesini anlattığı iki erkeği bunca zıtlaşmalar içinde betimlemesine rağmen ikisini de ‘kaybedenler’ arasından seçmesi. toplumun alt tabakalarından bu iki erkek, daha çocukluklarında travmatik olaylar yaşamış (cumali’nin yaşadığı cinsel taciz, baran’ın babasının öldürülmesi ve dağa kaçması), sevdikleri tarafından kazık yemiş, buna rağmen hayata küsmemiş, devam etmek istemiş ve bunun için toplumun yasak saydığı yollara bulaşmak zorunda kalmış bireyler ve bu iki erkeğe de hayata devam isteği veren neden ise aşklarının objesi olan iki kadının varlığı. bu açıdan bakıldığında eşkıya filmindeki öncelikli kadın karakterler erkeğin aşk objesi olmaktan öteye gidemeyen ve sergiledikleri ‘uygun’ veya ‘uygun olmayan’ davranışlarıyla erkeğin hayatını değiştiren, bu şekilde de seyirciden beğeni toplayan veya onun nefretini kazanan figürler olmaktan öteye gidememekte. filmin ‘iyi’ kadını keje, sevdiği erkek onu seven bir diğer erkek tarafından jandarmaya ihbar edilince filmin ‘kötü’ erkeği ile evlenmek zorunda kalıyor ve bu noktadan itibaren bir daha hiç konuşmuyor. boyun eğen, geleceğini değiştirmek adına hiçbir şey yapmayan, bunun yerine kimi cezalandırdığı belli de olmayan bir şekilde susmayı tercih eden keje, temsil ettiği toplumsal değerlerin ‘başarılı’ bir örneğini veriyor. bu haliyle de film izleyicisinin takdirini kazanmış ve ‘iyi’ kadın sıfatını hak ediyor. keje’nin bu başarısında önemli bir rolü de şehir hayatına ve moderniteye sağladığı uyum oynuyor; yeri geldiğinde aşkını ve terk etmek zorunda kaldığı eski değerleri hatırlayabilmiş yeri geldiğinde ise modern türk kadınının temsil etmesi gereken kodları –baran ile bankaya gittiğinde giydiği modern takım örneğinde olduğu gibi- üzerine geçirebiliyor. tam karşısında duran ‘kötü’ kadın emel ise geleceğini değiştirmek adına ‘konuşmuş’, çevresindeki insanları amacı uğruna kullanmaktan çekinmemiş, bu özellikleri ile erkek egemenliğini bir tehdit olarak algılanmış ve ‘ölmeyi’ hak ediyor. film boyunca ‘iyi’ ve ‘kötü’ olarak çizilen bu iki kadın erkeklerinin yalnızca hayatlarını sürdürme nedeni olarak kalmıyor, aynı zamanda ölüm şekillerinin nasıl olacağına da -baran’ın öldüğü gibi ‘destansı’ ya da cumali’nin ölümü gibi ‘bok yoluna’- etki ediyorlar.
filmdeki bir diğer kadın figür önceki ve sonraki daha bir çok türk filminde de görülebilecek bir tipleme olan ‘iyi’ kalpli fakat bir şekilde ‘kötü’ yola düşmüş ‘namuslu fahişe’ karakteri. ‘vücudumu alabilirsiniz ama ruhumu asla’ şeklinde gayet hastalıklı sayılabilecek bir sloganın uzantısı olabilecek bu karakteri, diğer türk filmlerinde de olduğu gibi bu filmde de seyircinin vücudunu kullanış biçiminden bağımsız olarak değerlendirmesi istenmiş, hatta toplum tarafından yüceltilmiş bir analık rolü de atfedilerek oldukça steril bir karakter yaratılmış. bu sterillik, bir nebze de olsa bozulacağını sandığımız, vücudunu baran’a ‘hediye’ olarak sunduğu sahnede modern masalın baş kahramanı baran’ın “bana çok değerli bir şey veriyorsun ama bunu kabul edemem.” şeklindeki tek eşli; aşkına, kadına özellikle de vücuduna saygılı, ‘toplum tarafından istenen’ erkek tiplemesine uygun olarak verdiği cevabıyla daha da güçlü bir hale geliyor.
sonuç olarak eşkıya, diğer masallar gibi ‘kadınlık’ ve ‘erkeklik’, ‘iyi’ ve ‘kötü’ karşıtlıklarını bir bıçak gibi fakat birçok masaldan farklı olarak bunu kahramanları değil de anti-kahramanları kullanarak ayırıyor.
ayrıca, türk sinemasının makus talihini değiştiren filmdir eşkıya.
bu filmden önce türk filmi 3-5 yılda bir çekilirdi, onlar da bay e gibi filmlerdi, herkese hitap etmezlerdi. türk filmini geçtim; sinemada gösterime giren filmlerin izleyici sayısı 300.000 kişiyi geçtiğinde gazetede afişlerine büyük puntoda yazılırdı.
esasında bu film sayesinde hem türk sinemasının, ikinci ve halen devam eden, parlak dönemi başladı; hem de sinema ile ülke insanları arasındaki mesafe kalktı. hemen hemen bütün illerimizde gösterime girdi, 1.000.000 izleyiciyi aştı ve sinema ülkemiz aile eğlencelerinden birisi haline geldi. toplamda da 2 buçuk milyon insan tarafından izlendi.