Türk Toplumunu Şekillendiren Birincil Yapı: El Alem Ne Der Hapishanesi
alayınızın müebbeten mahkumu olduğunuz kapalı cezaevi.
ruhunuzun ilhamlarını takip edeceğiniz yerde başkalarının, yine "başkaları ne der" tabanlı görüşlerine göre hayatınızı şekillendirdiğiniz için hak ediyorsunuz siz bu cezayı.
büyük bir türkiye mahallesidir.
annemin gardiyanı olduğu hapishane. devamlı bu cümleyi kurarak yaşamak istediğim her şeye olması gereken zamanda engel oldu.
mesela modern bir ailem olsaydı şu an bambaşka bir hayatım olabilirdi. iyi bir modern dansçı ya da solist olabilirdim. hayatta en sevdiğim şeylerden biridir dans etmek. daha ortaokul yıllarımda müzik öğretmenim yalvarırcasına bu kızı konservatuar sınavlarına sokun diye dil döktü ama nerdee... annem "elalem ne der" diyerek bana hapishanenin kapısını açtı bir defa. sonra turizm lisesine yazıldım. birkaç hafta gittikten sonra içkiyle haşır neşir olacağımı düşünerek beni okuldan alıp normal liseye verdi. tüm hevesim kaçtı okuldan atıldım. sonra hasbelkader okul dışardan bitti, şehir dışında üniversite okumaya gittim. orda ne mi oldu? barda iş buldum. hem içkiyle haşır neşir oldum hem dans ettim hem de şarkı söyledim. belki biraz geç kalmıştım ama istediğimi yaptım. hala dans etmeyi seviyorum. yani beni o hapishaneye atamadı annem. ilk fırsatta kaçtım ve bir daha kimin ne diyeceğini umursamadım. her koyun kendi bacağından demişler bana ne elalemden. neticede zararım varsa kendime diyerek sallamayın kimseyi. hayat kısa, kuşlar uçuyor.
hiç de ölmez bu elalem. sanki büyük patlamadan bu yana hep varlar, olacaklar...
kendi duygularınızın 'elalem'in düşüncelerinden değerli olduğunun farkına vardığınızda kapıların ardına kadar açıldığı bir hapishanedir.
insanlar bu hapishanede yaşamaya o kadar çabuk alışır ki farkına varmadan kendi hücresinin gardiyanı haline gelirler. bununla da kalmaz yandaki boş hücreleri de doldurmak için çevrelerindeki insanları kurban ederler. sırf yalnızlık çekmemek için sevdiklerini de buraya hapsederler.
yıllarca çektiğim müthiş bir ıstıraptı bu. tabii başta ailenin tembihleri ile oluyor bu; bir de babam, 10 yaşından beri anasız babasız öksüz ve yetim büyüdüğü için çok çekingen bir insandır. çok itilip kakılmış yıllarca. o ne der bu ne der diyerek neredeyse adım atamaz hale gelmiş bir insan. acayip muhafazakar, dindar biri olup çıkmıştır. beni de kuran kurslarına yolladılar yıllarca mesela. büyüklere saygı vazgeçilmez aile geleneğidir. saygısızlıktan kasıt burada ağız yüz bükmek değil tabii; büyüklerin her dediğine koşulsuz iman edip, yerine getirmek. babam mesela, abisinin tek kelimesiyle arabaya atlayıp memleketine gider günübirlik. yol da 8 saat filan çekiyor.
her neyse, hayatımın sahibi değil, onun seyircisi bir insan olarak, benim de babamla aynı ıstırabı çektiğimi anlamam uzun sürmedi. baktım ki o ne der bu ne der diyerek, beş para etmez insanların benden istediği şey olmaya başlıyorum; bu benim canımı müthiş sıktı. fakat ben buna bir tepki geliştirirken asla marjinal olmadım. çünkü bu da beni iğrendirir. doğrusu, bunu akılcı ve felsefi yönden yaptım. böyle olması gerektiğini sezinliyordum. dini dogmaları, orta sınıf ahlakını terk ettiğimden beri öyle huzurluyum ki; resmen dünyaya yeni geldim. dünyanın nasıl bir yer olduğunu kavradım; sonrasında benim bu dünyada hangi noktada durduğumu memnuniyetle kabul ettim. bu beni rahatlattı.
eğer gerçekten dünyada huzuru ve mutluluğu bulmak istiyorsanız, size "atalarınızın" dayattığı her şeyi ama her şeyi reddedin. bütün sonuçlara kendi akıl terazinizle ulaşın. kendi sağduyunuzdan korkmayın. insan boşluğa düşermiş de vik vik vik; sakın bu korkutmalara da kanmayın. başkalarını siktir edin; siz biriciksiniz çünkü.
'asıl en kötüsü /bilerek, bilmeyerek / mapushaneyi insanın kendi içinde taşıması'
nazım hikmet
sözlerini hatırlatmış tanımlama. kendi kendimize oluşturduğumuzu düşünsek de bu hapishaneyi, toplumsal baskı denilen şey o kadar büyük ki, insan mücadele ederken kendi yaptığının doğruluğundan şüphe edebiliyor
hayattaki en büyük facia, bu hapishanenin içselleştirilmesidir. bunu yaparsanız, inzivaya da çekilseniz çıkamazsınız oradan... elalemin lafı, hayatınızın gerçeği oluverir. muhafazakarlaşırsınız.
ananız, babanız, halanız, teyzeniz, amcanız, yani toplumun geneli, bu durumdan muzdariptir işte... sizi de bu kuyuya çekmek, aynılaştırmak isterler, farkında olarak ya da olmayarak.
Nasıl kurtulabiliriz?
firar etmenin mümkün olduğu hapishanedir.
bu hapishaneden kurtulmak için gerekli olan ilk adım başkalarını yargılamamaktan geçiyor.
çünkü bu meselede bilmemiz gereken en önemli şey; başkalarının bizi eleştirmek için kullandığı yargılarla, bizim başkalarını eleştirmek için kullandığımız yargıların bire bir aynı olmasıdır.
sosyal olabilmeleri nedeniyle, buzul çağı şartları gibi bir çok evrimsel filtreyi aşmış olan atalarımızdan kalan sosyallik özelliğimiz, modern dünyada artık bizim cehennemimiz.
''toplumsal''; çoğumuz için artık bir puttan öte, mutlak gerçekliğe dönüşmüş durumda.
Sözlük yazarı "pirenses59", ülkemizdeki bu durumun olası sebebini bilimsel açıdan ortaya koymuş
bu aralar lynne mctaggart'ın "the bond" isimli kitabını okuyorum. lynne mctaggart daha önce "the field" ve "intention experiment" kitaplarını da yazan bir bilim yazarı. okuyanlar bilirler, bilimsel araştırmalara dayanan tespitleri vardır.
kitaba göre amerika ve batı avrupa ülkelerinde yaşayan insanlar oldukça bireyseller, buna mukabil doğu ülkelerinde yaşayan insanlar ise kolektivistler, topluluk içinde var olabiliyorlar. öte yandan topluluk içinde var olan doğulu insanlarda %80 oranında depresyon geni bulunuyorken, bireysel olarak hareket etmeyi tercih eden batı ülkelerinde bu oran daha düşük.
topluluk içinde var olabilen ve %80 oranında depresyon geni taşıyan kişiler bulundukları topluluğun dışına itilince depresyon kendini gösteriyor, oysa batılı bireysel ve topluluk içinde - dışında olmayı iplemiyor.
biz ise ne doğu - ne batı, ortada bir yerde, topluluk içinde bulunmayı seviyoruz, kendimizi ait hissettiğimiz topluluğun dışına çıkmaktan, çıkarılmaktan rahatsız oluyoruz. elalem ne der bu noktada etkili oluyor.