Türkiye Basketbol Ligi'nin Unutulmaz Yabancı Oyuncuları
Rashard Griffith
tofaş'ın efsane pivotu. türk milli takımın uzun adam pozisyonunda yedek oyuncu olarak oktay öztürk'e mahkum olduğu o karanlık yıllarda ülkemiz sahalarında uzun yıllar boy göstermiş adam gibi bir pivottu. niye hiçbir yönetici bu arkadaşa türk pasaportu ayarlayıp milli formayı giydirmedi o günlerde, hep merak ederim. orhun'lu harun'lu o kadronun bir de rashard gibi pivotu olsaydı her şey çok güzel hatta hayatta bayram olurdu belki o günlerde...
Khalid El-Amin
beşiktaş basketbol tarihinin en büyük efsanelerinden biri ve belki de en büyük (özellikle iyi demiyorum çünkü kendisi michael wright, sandro nicevic veya preston shumpert gibi üst düzey takımlarda oynayabilecek kadar iyi değildir fakat büyük anların oyuncusudur) yabancı oyuncusu. mangal gibi yüreği ve biraz da şansı sayesinde beşiktaş basketbol takımını adeta tek başına çeyrek finale kadar taşımıştır ve de bu beşiktaş'ın basketbolda 2010'lara kadarki en büyük başarısıdır. 2007'de nispeten daha iyi bir kadrosu olsa da türk telekom'da da aynı başarıyı yenilemiştir.
her ne kadar daha fazla para kazanmak için beşiktaş'ı bıraktı diye birçok taraftar ona kızgın olsa da, daha büyüğü gelene ve beşiktaş'ımı daha yukarılara çıkarana kadar khalid'in benim gözümde ve gönlümde yeri bambaşka olacaktır. ayrıca beni bu yazıyı yazmaya iten başlıca faktör için: (bkz: 19 mayıs 2005 beşiktaş ülkerspor maçı)
David Rivers
efsane tofaş kadrosunun bir o kadar efsane point guard'ı. final serilerinde efes pilsen'e korku, takım arkadaşlarına ve taraftara güven verirdi. mehmet okur'un basketbol kariyerindeki ilk senesi, ibrahim kutluay'ın fenerbahçe ile oynadığı ilk yıllar, naumoski'li efes pilsen vs david rivers'lı rashard graffith'li tofaş rekabetini görmüştü.
koyu bir efes pilsen'li olmama rağmen maddi imkansızlıklardan dolayı kapanmasına çok üzülmüştüm. çünkü hiçbir nefretim yoktu ve biliyordum ki tofaş ne kadar güçlü olursa efes pilsen de bir o kadar güçlü olmak zorunda idi. ilerleyen yıllarda efes pilsen dağılan tofaş'ın ekmeğini çok yediyse de daha sonra (üst üste iki kez euroleague 3.lüğü) devamını getiremedi.
Allen Iverson
sporda çıtkırıldımlığa hiç dayanamam, hele takım sporlarında.
allen iverson benim fiziğimde, hatta benimle aynı boyda olmasına karşın benden beş kilo da zayıf olan bir oyuncuydu. ama o dev siyahi pivotların, acımasızca sert dört numaraların arasına korkmadan drive eder, kimi zaman üstlerinden smaç bile vurduğu olurdu. hiç kimseden korkmazdı, kendisinden elli kilo daha ağır olan kas yığınlarından dirsek, omuz, kalça yemekten hiç çekinmezdi. zayıf takımının zaferi için canını dişine takardı, kaybetmeye tek başına direndiği kaç maçını seyrettim, hatırlamıyorum sayısını. bir maçta korkunç bir dirsek darbesi tam ağzının ortasında patlamıştı. gıkını çıkarmadan maça devam etti ve maçı bitirdi. maçtan sonra ambulansla acile kaldırılmıştı. maç boyu bir litreden fazla kan yutmuş olduğu açıklandı. halbuki kılını bile kıpırdatmamıştı.
allen iverson, inanılmaz doğaüstü yetenekleri, minicik çelimsiz vücudunun devasa başarıları ve yenilgiye isyan eden hakiki winnerlığı bir yana, modern basketbol arenasının bir numaralı gladyatörüydü. bu büyük, yiğit sporcunun sadece bir yıl için de olsa şanlı beşiktaş formasını giymiş olmasından hep kıvanç duydum ve hep de duyacağım.
Damir Mrsic
fenerbahçe'mizin bosna - hersekli eski basketbolcusu. ülker ile birleşmeden önce fenerbahçe'nin en büyük kozuydu. fark yediğimiz maçlarda bile sonuna kadar mücadele ederdi. efes'in, ülkerspor'un bizi ezdiği maçlarda damir'in üçlükleri bizi mutlu edebiliyordu. çocukluğum onun üçlükleriyle geçti. fenerbahçe'nin basketbol takımını onun sayesinde daha çok sevdik. basketbol şubesinin alex'i idi o zamanlar.
twitter'dan 2017 şampiyonluğumuzu kutlamış, bir an hüzünlendim. zaman ne kadar da hızlı geçiyor?
Deron Williams
1984 doğumlu, 1.91 boyundaki oyun kurucu. 2016 yılında facebook hesabından, 2011'de beşiktaş formasıyla göttingen maçında attığı 50 sayının videosunu paylaşıp bize güzel bir nostalji yaşatan karakartal. kendisi sezonu bitirmeden lokavt bitince nba'e dönmüştü ama o sezonu üç kupayla bitirmemizde katkısı çoktu. bu güzel anıyı unutmadığın ve bize de tekrar hatırlattığın teşekkürler d-will.
Mirko Milićević
karpuz atar gibi, pota altından takır takır sayı yapardı. göbekten donu düştüğü için sol eliyle sürekli şortunu tutardı. ayağındaki adidas ayakkabılar paramparça olmuştu, yine de hep onları giyiyordu. rahat diye mi yoksa batıl inanç mı bilmiyorum. bir röportajında, haberci buna "15 kilo verseniz istediğiniz takımda oynarsınız" demişti. mirko da "15 kilo versem nba'de oynarım" demişti.
benim de ortaokul-lise zamanlarına denk geliyor, atatürk spor salonu'nda telekom'un her maçına giderdim. hiç bilet almadım. hep aradan bir yerlerden kaçak girerdim. pota arkasında zaten ankaragücü gecekondu taraftarları olurdu onlar içeri akın ederken aralarına karışıp girdiğim de çok olurdu. top bu adama geldiği zaman sayı olacağına neredeyse emindim, sırf onun dombik uzun dev gövdesiyle kendine has dönerek hook shotlarını izlemeye giderdik.
Henry Turner
tek kelimeyle inanılmaz bir skorer, tek başına basketbol maçı izleme nedeniydi. bazen maçın ilk devresinde 30-35 sayı atar sonra bir şey olur, küser ve ikinci yarıyı 5 sayıyla tamamlardı. fenerbahçe'nin galatasaray'ı uzatmada yendiği bir maçta bileği kırık olmasına rağmen burak sezgin'e yaptığı bloğu unutmak mümkün değil.
Paul Dawkins
galatasaray'ın efsaneleşmiş siyahi basketbolcusu. 1980'lerin başında/ortalarında oynamıştır. galatasaray'a çok maçlar kazandırmış, spor ve sergi sarayı'na damgasını vurmuştur. hatta lakabı "kara örümcek" ya da "örümcek" gibi bir şeydi. diğer takımlar pek çekinirdi bundan. fenerbahçe'deki simetrisi için (bkz: calvin roberts).
Will Solomon
fenerbahçe taraftarı'nın gelmiş geçmiş en sevdiği basketbolcu olabilir. yani benim öyle sanırım. şimdikileri de çok seviyoruz, hepsi elit basketbolcular, efsane oldular bile şimdiden ama bu adam başkaydı ya sanki. belki 13-14 yaş anıları diye öyle geliyor olabilir, bilemedim.
"bu oyun benim birader, herkes işine baksın amına koduklarım" modunda oluşu, kendine güveni, yaptığı efsane sayılar falan derken bizim taraftara basketbolu sevdiren adam olmuştu zamanında. o kadro da aslında çok iyi kadroydu da, tokat manyağı oluyorduk çoğu kez euroleague'de. solomon - mrsic - ibo - mirsad - kambala. ilk 5 böyleydi (ibrahim kutluay yerine ömer onan da olabilir). o kadronun yıldızıydı işte solomon.
nitekim çok üst düzey adamdı. yıllar geçmiş üstünden, kim bilir nerede acaba şimdi...
Conrad McRae
90'lı yılların ortasına tekabül eden efes pilsen'in efsanevi döneminin en akılda kalan oyuncusudur conrad mcrae. o dönemlerde; petar naumoski müthiş bir sorumluluk bilinciyle robot kıvamında koşar dururdu, milimetrik paslar atardı. ufuk sarıca temiz, ahlaklı devlet memuru düsturuyla her daim faydalı olur, gösterişsiz de olsa görevini yapardı. volkan aydın her maçtaki aynı hayvani savunma performansıyla bench'ten kendisini izleyen savunma manyağı aydın örs'ün bile gözlerini yaşartırdı. murat evliyaoğlu dennis rodman'ın biraz daha mutaasıbı misali takılırdı. vasily karasev nokta atışlarının yanında yeri gelir 30 dakika 4 faullü oynayıp karşı takımdan 3 adam attırarak maç sonuna kadar sahada kalmayı başarırdı...
ama tüm bu enfes isimlere rağmen ve aradan geçen zamana inat insan o dönemlerden en berrak şekilde conrad mcrae'yi hatırlıyor ve bu güzel insanın, adamı koltuğundan zıplatan smaçlarını, tek pota mahalle maçlarındaki taklit edilmeye çalışılan tüm hareketlerini ve efsanevi bloklarını özlüyor... mekanın cennet olsun.
Kaspars Kambala
(d.13 aralık 1978, letonya), 2.06 boyunda ve 120 kg ağırlığındaki efes pilsen, unics kazan ve fenerbahçe ülker'de oynamış olan leton basketbolcu. kendisi için efes pilsen'deyken avrupa'nın en iyi pivotlarından biri deniliyordu. euroleague'in sayı kralı da olmuş önemli bir basketbolcudur. 2.06 boyunda ve fiziksel olarak çok güçlü bir oyuncuydu. şimdilerde 40'ına merdiven dayamışken kktc'de yakın doğu üniversitesi forması giymektedir. gösteri için dövüş maçlarına da çıkmış olan renkli ve uçuk bir sporcudur.
Pete Williams
20 eylül 1987 fenerbahçe-eskişehirspor maçında kapalı tribünde her zamanki yerimi almıştım. daima en üste çıkar ve şeref tribününün hemen yanında yerimi alırdım. o maçta da oradaydım, hemen yanımda şeref tribünü ile aramda altı ahşap, üstü camekan olan bir duvar vardı. herkesten daha uzun ve afro saçları ile pete williams'ı ilk kez orada gördüm, basketbol takımının yeni transferiydi ve maça getirilmişti. nba'de sönük de olsa bir kariyerinin olması türkiye'ye gelen oyuncular arasında pek rastlanan bir durum değildi o dönemlerde.
sonra spor-sergi'de takip ettim o'nu uzunca zaman... şutu hemen hemen hiç olmayan ama pota altını karartma konusunda çok mahir olan bir oyuncuydu. çok uzaktan zıplayarak yaptığı smaçlarla taraftarı coştururdu.
Lloyd Daniels
unutulmazlarım arasında yer alan eski galatasaraylı basketbolcu. gerçekten inanılmaz bir şutördü, inanılmaz düzgün bileği vardı... en büyük dezavantajı sorunlu kişiliğiydi. zaten sorunlu biri olmasa nba'de boş bırakmazlardı kendisini. lloyd'ın galatasaray macerası kısa sürdü ama galatasaraylı basketbolseverlerin yüreklerinde hoş bir iz bırakarak gitti. gönül daha uzun yıllar galatasaray basketbol takımının formasını giymesini isterdi ama olmadı...
Charles Shackleford
"işte bu da bizim shaq" yorumlarına yol açan, birkaç sezon önce ülkerspor'da top oynamış dengesiz ama bi o kadar da etkili pivot. ismet badem buna hep "şaklıfort" derdi, murat murathanoğlu birkaç kere düzeltmeye kalktı ama badem vazgeçmedi.
şu ana kadar gördüğüm belki de en güzel blok olayını bu şahıs gerçekleştirmiştir ki smaca giden adamın elinden "ver bakiim şunu çocuum" dercesine topu alıp sonra da "baak, top nerde? gittiii!!" diyerek sırtının arkasına almak her babayiğidin harcı diildir.
Damir Mulaomerović
deron williams'a yakın bir tarzda; kalıplı, hızlı hücumu seven (ya da yıllarca naumoski'yi izledikten sonra bana öyle geldi), skorer bir point-guard idi.
kendisini bir telekom maçında çıplak gözle izleme şerefine nail olmuştum. bir oyun kurucuya göre cüsseli olmasına ve biraz hantal görünmesini rağmen ilk adımı hızlı olan, ani vites değiştirmeleriyle içeri çok iyi penetre edebilen bir basketbolcuydu. hayran olduğum bir şut ve oyun stiline sahipti. yalnız asistlerinin 83%'ünü predrag drobnjak ile yaptıkları pick & roll'lar oluştururdu. daha iyi bir takım oyuncusu olsaydı belki daha fazla sevilebilirdi. insanlar onu agresif ve bencil olarak tanıdılar.
Larry Richard
nam-ı diğer aslan yürekli richard... türkiye'de basketbolu sevdiren, yaygınlaştıran o meşhur efes pilsen kadrosunun savaşçısıydı bu adam. gerçekten unutulmaz bir oyuncuydu, 2.02 boyla pivot oynardı.
en unutulmaz özelliğiyse faul atışlarıydı, fotodaki gibi faul atan bir basketbolcu nasıl unutulur?
Petar Naumoski
bütün dünyada makedon basketbolu denildiği zaman akıllara bo mccalebb geliyor olabilir... elbette türkiye hariç. sabaha karşı yayınlanan nba maçlarından bile önce perşembe geceleri efes pilsen'in deplasman maçları banttan verilirdi. yayın akışı ne kadar uzuyorsa o kadar geç verilirdi. ertesi gün okulu olan ben, ev halkını uyandırmamak için televizyona yarım metre mesafeye gelir oturur, çoktan bitmiş fakat skorunu bilmediğim efes pilsen maçlarını izlerdim. naumoski'ye olan güvenim tamdı ve o bu güvenin hakkını verirdi. bencil oynuyordu, topu elinde tutuyordu diyenlere itibar etmeyin zira işin aslı öyle değildi. efes pilsen o dönem çok kısıtlı bir rotasyonla oynuyor ve üst düzey alan savunması yapıyordu. kısıtlı rotasyon derken; 5.5 bilemedin 6.. alan savunması ise bütün avrupa'da namı yayılan korkutucu bir savunmaydı. smaç yüzdesi yüzde 47 olan tamer oyguç, ortayı kapatır, diğer oyuncular dört dönerdi. hal böyle olunca efes pilsen ister istemez tempo yapmaktan kaçınırdı. beş kişiyle oynuyorsunuz ve sert savunma yapıyorsunuz, haliyle koşmak bir alternatif dahi değildi.
naumoski, otuz saniyenin yirmisinde topu yere sektirir sonra hareketine başlardı. böylece biraz önce savunmada yorulan takım arkadaşları yeni savunma için dinlenmiş olurlardı. riskli işlere girmez, top kaybı yapmaz takımını haybeye geri koşturup temponun artmasına izin vermezdi. mecburiyetin yan etkileriydi efes pilsen'deki oyun karakteri... italya'ya gittiği zaman farklı sistemle orada da başarılı olmuştu. yirmi saniye top sektirdikten sonra yaptığı hücumlar, attığı üçlükler... rüya gibiydi. o'nun yaptıkları sayesinde maçlar banttan yayınlanmamaya başladı. efes pilsen deplasmanda oynuyorsa türkiye kitleniyordu, efes pilsen istanbul'da oynuyorsa boş yer bulunamıyordu.
yedi numaralı formasıyla terini silen, elleri titremeden üçlük atan, sonsuz güven veren büyük bir oyuncuydu. bu ülke basketbolu sevdiyse, murat murathanoğlu iyi akşamlar basketbol severler dediği zaman iyi akşamlar diye cevap veren bir kitle oluştuysa, insanlar çocuklarını basket takımlarına yollamaya başladıysa sebebi bu adamdır.